27 Haziran itibariyle Türk dış politikasında tabiri caizse ‘reset’ yani ‘yeniden başlat’ tuşuna basıldı. Önce İsrail ile imzalanan anlaşma, ardından Rusya’ya yollanan özür mektubu derken, ‘güzel şeyler’ olacağını müjdeleyen Başbakan Binali Yıldırım’dan haberlerin sadece bununla sınırlı kalmayacağını, Mısır ile ilişkilerin de düzelebileceğine dair sinyaller aldık.
Evet, altı yıl aradan sonra nihayet Türkiye ve İsrail, ilişkileri normalleştirmek adına müzakere edilen anlaşmaya imza koydular. Her iki ülkenin lideri anlaşmayı kendi kamuoyuna bir başarı hikâyesi olarak sundu. Oysaki uzlaşma, her iki ülkenin kendi kırmızı çizgilerinden bir nebze olsun ödün verebilmesi sayesinde sağlanabildi.
Ankara, Mavi Marmara olayı sonrası öne sürülen üç şarttan biri olan Gazze ablukasının kaldırılması yerine -İsrail’in güvenlik çekinceleri sebebiyle- ambargonun Türkiye lehine hafifletilmesine ikna oldu. Buna göre, Türkiye’den Gazze’ye gönderilecek sivil yardımlar Aşdod Limanında İsrail denetiminden geçtikten sonra Erez Kapısından ulaştırılacak. Yani deniz ablukası sürüyor.
Müzakerelerin ilerleyen safhasında İsrail tarafından gündeme alınan, Türkiye’deki Hamas ofislerinin kapatılması meselesinde ise, Tel Aviv geri adım atmış görünüyor. İsrail’e yönelik terör operasyonlarının idare edildiği öne sürülen bu ofisler, Ankara’nın teminatı karşılığında bundan böyle sadece diplomatik temsil amaçlı açık kalacak.
Gazze’ye yaklaşık 10 bin ton yardım götürmek üzere ilk gemi, bu cuma limandan ayrılıyor. Yakında gazetelerde “Gazze’de bayram havası” manşetleri göreceğiz.
Bu noktaya tam altı yıl sonra, üstelik de Mavi Marmara gemisi sefere çıkmadan önce İsrail’in Türkiye’ye yaptığı “Malları Aşdod Limanı üzerinden ulaştıralım” önerisini kabul ederek geldik. Yine de Birleşmiş Milletler’in “2020’de üzerinde yaşanamaz bir yer” olarak nitelediği Gazze’de insanların hayat şartlarını biraz olsun iyileştirecek yatırımların yapılacak olması (hastane, enerji santrali ve su arıtma tesisi gibi) ve bunların Türkiye eliyle yapılacak olması hafife alınmaması gereken bir insani kazanım.
Öte yandan, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun anlaşma sonrası yaptığı açıklamada ana vurgusu, Türkiye ile imzalanacak enerji anlaşmalarından elde edilecek ekonomik kazanç üzerine. Türkiye’ye planlanan gaz ihracatının İsrail’e yıllık 2 milyar dolar getirisi olacağı tahmin ediliyor. Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi bağlamında işin, Avrupa enerji güvenliğine katkısı, Rusya’nın dengelenmesi gibi stratejik boyutu da var.
Tabi Türkiye-İsrail arası yakınlaşmanın Türkiye, Mısır ve Kıbrıs arasındaki ilişkilere de olumlu yansıyacağı tahmin ediliyor.
İkili ilişkilerde askeri düzeyde işbirliğinin ilerletilmesi, özellikle istihbarat alanında bilgi paylaşımı, yıllar içinde giderek derinleşen güven bunalımın aşılmasına bağlı.
İlerleyen dönemde taraflar, anlaşmanın uygulanması noktasında kararlı bir irade sergilemeleri oldukça önemli. Özellikle, iki ülke arasındaki derin güven kaybının yeniden tesis edilmesi açısından, Türkiye’nin payına düşen, ülke içindeki antisemitizmle iç içe geçmiş İsrail karşıtı söylem ile mücadele etmek olmalı.
Bununla birlikte Filistin meselesi çözüme kavuşturuluncaya dek İsrail ve Filistin arasında alevlenecek yeni bir askeri çatışmanın Türkiye-İsrail ilişkilerini raydan çıkarma potansiyeline sahip olduğunu unutmamak gerek.
Türkiye-İsrail arasında imzalanan anlaşma dış politikada bir süredir sinyallerini aldığımız revizyonun bir parçası aslında. Başbakan Binali Yıldırım’ın göreve gelir gelmez altını çizdiği “dostlarımızı artıracağız” çıkışıyla da uyum içinde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e göndermiş olduğu özür mektubu ile Türkiye-Rusya ilişkileri de rayına giriyor gibi. Rusya ile krizin Türkiye’ye ekonomik ve siyasi faturası düşünülürse geç bile kalındığı söylenebilir.
Yine 27 Haziran’da tüm bu gelişmelerin üzerine Başbakan Yıldırım’dan Mısır ile ilişkilerin geliştirilmesine mani olmadığını, karşılıklı bakanların ve iş heyetlerinin gidip gelebileceğinin, askeri temaslar yapılabileceğini öğrendik.
Yıkılan köprülerin yeniden onarılma sürecinde sıra Kıbrıs ve hatta Suriye’ye gelebilir. Elbette zaman içinde muhatapların verecekleri karşılıklar neticesinde daha net öngörüler yapma fırsatımız olacak.
Ancak kesin olan bir nokta var ki o da ideolojik bir dış politika çizgisinden, giderek gerçekçi ve çıkar bazlı bir dış politikasına çizgisine doğru evirilmeye başladığımız. Türkiye’nin komşuları ve müttefikleriyle daha dengeli ilişkiler yürütmesinin anahtarı mezhepler üstü ve tarafsız konumunu yeniden kazanmak ve muhafaza etmesinden geçiyor.