Bu yaz da tüm futbolseverler için özel yazlardan biri oldu ve olmaya devam ediyor.
Euro 2016’nın ilk maçları bana göre oldukça zevksiz başladı. Bunun sebebi yeni uygulanmaya başlanan statüydü. Dörder takımın bulunduğu 6 gruptan ilk iki sırayı alan takımlar doğrudan bir üst tura çıkarken, 6 gruptan dört tane de üçüncü sırayı alan takım bir üst tura adını yazdıracaktı. Bu sebeple takımlar ilk maçlarda risk almadan defans yapıp futboldan çok puan hesabı yaptı.
Ancak ikinci tur maçları grup maçlarının aksine oldukça keyifli geçti. Turnuva asıl ikinci tur maçlarında başladı dersek yanlış olmaz. Bu turdaki maçlarda takımların daha çok risk aldığını, daha pozitif futbol oynadıklarını gördük.
Turnuvada şimdiye kadar beni en çok etkileyen takım ise İtalya oldu. Turnuvaya en iyi hazırlanmış ve sahada ne yaptığını bilen bir takım olarak gördüm İtalya’yı.
Aynı zamanda kadrosu da oldukça tecrübeli. Tecrübe artı sistem benim gözümde İtalya’yı en büyük favori yapmaya yetti. Çeyrek finalde turnuvanın en diri ikinci takımı olarak gördüğüm Almanya ile karşılaşacaklar. Bu turu geçen takım çok büyük bir sürpriz olmadığı takdirde kupayı da alacaktır.
İzlanda’nın İngiltere’yi saf dışı bırakması turnuvaya ayrı bir keyif kattı. Futbolun kâğıt üzerinde değil sahada kazabildiğini hepimize hatırlattı.
Milli takımımız için ise işler bu turnuvada pek iyi gitmedi. Turnuva öncesi kâğıt üzerinde baktığımızda iyi bir kadromuz olduğu inancını taşıyordum. İsimler iyiymiş ancak bu isimler takım olamamış.
Turnuvadaki her takımın sahada ne yapmaya çalıştığı belliyken bizim ne yaptığımız pek belli değildi. Bu da bir futbol anlayışımız, bir futbol ekolumuz olmadığını gözler önüne serdi.
Euro 2008’de yarı final oynadığımızda da yine sistemsiz bir şekilde oralara gelmiştik. ‘Sokak futbolu’ bize yakışıyor doğru, ancak maalesef her turnuvada bizi ilerilere taşımayacak bir anlayış. İsimler olarak iyi bir nesil yakaladığımız konusunda şüphem yok ancak felsefe işini oturtamazsak bir sonraki turnuvada da sokak futbolu anlayışına devam edeceğiz.
Geçtiğimiz gün Enes Ünal’ın bir konuşmasına denk geldim; milli takımların alt yaş gruplarında genellikle çoğu ülkeyi yenebildiklerinden, ancak bu isimler üst kademe yaş gruplarına çıktıkça onları yenememeye başladıklarını anlatmış. Ardından da eklemiş, “Ben altyapı konusunda Türkiye’nin en iyisi Bursaspor’da yetiştim. Orada bile birçok eksik vardı. Ülkenin diğer yerlerinde futbol oynayanları düşünemiyorum.” İşte Enes Ünal’ın bu sözleri bizim futbolumuzun özeti.
Kendimize bir sistem, bir felsefe uydurduğumuz gün ve alt yaş gruplarında rakiplerini ezen futbolcularımızı üst yaş gruplarına da aynı şekilde aktarabileceğimiz gün Avrupa’nın en iyi milli takımlarından biri olacağımızdan kuşkum yok. Bir sonraki büyük turnuvaya kadar dilerim ki prim konuları üzerinde durulacağına bu konular üzerinde durulur ve tüm ülke olarak daha sağlıklı bir milli takım izleme şansı elde ederiz.