"Afro-Amerikalıların standartları her dönem çok daha düşüktü. Beyazların baskısının -ki biz buna sistem diyelim- ancak eğitim, sağlık, maddi ve manevi her açıdan haksızlık sayılabilecek şartları tam bir eşitsizlik çıkmazına soktuğunu işaret eden çalışma, o zamana göre tepki çekse de işaret ettiği yer itibariyle gerçekçiydi."
Dönüm noktası sayılabilecek başlıktaki tanım, ilk kez 1944 yılında, Nobel Ödüllü İsveçli Sosyal bilimci Gunnar Myrdal’ın yayınladığı çalışmasıydı. Epey dikkat çeken içerikte, siyahların Amerika’daki durumu hakkında çarpıcı tespitler sunuyordu. Tüm Amerikan tarihini ele alarak işaret ettiği araştırmaya göre, beyazların önyargıyla yaklaştığı Afro-Amerikalıların standartları her dönem çok daha düşüktü. Beyazların baskısının -ki biz buna sistem diyelim- ancak eğitim, sağlık, maddi ve manevi her açıdan haksızlık sayılabilecek şartları tam bir eşitsizlik çıkmazına soktuğunu işaret eden çalışma, o zamana göre tepki çekse de işaret ettiği yer itibariyle gerçekçiydi.
Peki, sonra ne oldu?
Aradan tam 72 yıl geçti ve Amerika’nın bugün geldiği yer trajik olarak bu araştırmayı hâlâ canlı kılıyor! Siyahlar her alanda yine düşük standartlara maruz kalıyorlar. Üstelik en tepe noktalara gelseler dahi, bu kez de tavır olarak tamamen kabul gördükleri söylenemez.
Bu günlerde ABD’de önce polislerin siyahları sonra da siyahların polisleri öldürmesiyle gündem tamamen değişti. Aslında hortladı demek daha doğru olur. Çünkü Amerika’nın kabusu haline dönen mesele, sistemde tam olarak sindirilemediği için durum, hayalet savaşlarına benziyor. Nerede başlayıp nasıl ortaya çıkacağı ve kimlerin canından olacağı tamamen muamma!
Dallas’ta 5 polisin ölümüne sebep olan keskin nişancıların saldırısını ‘Black Power Political Organization’ adlı grup üstlendi. Üstelik saldırıların devam edebileceğine ilişkin Facebook üzerinden de korku saldılar. Öyle yandan birçok eyalette “Black lives matter” başlığıyla adalet için yürüyüşler düzenleniyor. Aslına bakarsanız polislerin vurulması sadece zalimce değil aynı zamanda derin tehlikeler de içeriyor. Çünkü normal bir düzende Amerikan halkı, polise, yargı sistemine ve düzeni sağlayan ana işleyişlere inanır. Ancak siyah ve beyazların yaşadığı bitmeyen gerginlik hukuksal olarak problemleri özellikle polis departmanında ortaya koyuyor. Yıllardır çıkarılması gereken dersler ise sanki öylece unutulup gitmiş... Güncel araştırmalarda polislerin yolda kontrol amaçlı durdurduğu arabalarda, siyahlar yüzde 30’dan daha fazla çevrilmiş. Üstelik arabadan çıkarılıp beyazlara göre üç kat daha fazla aranmışlar. Ayrıca siyahlar kontroller dışı veya esnasında beyazlardan iki kat daha fazla vurulmuşlar. Ve iki kat daha fazla tutuklanmışlar. Afro-Amerikan tanıkların yüzde 75’i suçlu bulunurken aynı suçlardan yargılanan beyazların sadece yüzde 10’u hüküm giymiş. Maryland eyaletinin yüzde 29’u siyahi olmasına rağmen hapishanesinin yüzde 72’si siyahilerden oluşuyor. Adalet sisteminin özellikle kriminal alanda ölçüyü kaçırdığı aşikâr!
Peki, bugün tüm bu olanlara rağmen ne değişecek? Soruyu cevaplamak zor çünkü kronik problemleri öyle hemen çözümlemek çok gerçekçi değil. Elbette ortaya atılan kolay çözümlerin durumu görmezden gelmek olduğunun artık herkes farkında ve en azından bir kesim, problemin varlığını kabul etmek gerektiğine inanmaya başladı. İnsanları, karikatür değil birey olarak görmenin değişik adımları ve söylemleri ortaya atılıyor. Tartışma programlarında belki de ilk kez yasaların değişmesi yönünde sesler yükseltiliyor. Amerika gibi “Amerika’da güvendesin ve burada hukuk var” fikrini tüm dünyaya kabul ettiren görüş çok önemli bir testten geçiyor. Tam anlamıyla sınanarak varlığını güçlendireceği ümidiyle yeniden en derinlerindeki problemiyle yüzleşiyor.
Fakat tüm bunlar olurken en büyük ironi ise Obama’nın başkanlığı! Örneğin California eyaletinde, “Bush varken bile bu kadar siyah öldürülmüyordu” konuşmaları sokaklarda yankı buluyor. Obama’nın pasif duruşu, ne siyahlara ne de haksızlıklara karşı ümit verici bulunmuyor. Belki Martin Luther yahut MalcomX olması beklenmiyor ama bu konudaki etkisizliği, demokratlara duyulan kızgınlığı arttırmış durumda.
Tanıdığım birçok Afro-Amerikan, en tepelerde bile siyah olmanın kanayan bir yara olduğunu anlatıyor. Aslında medya bile durduk yere gazetelerde, televizyon ve sosyal medya dahil tüm içeriğinde, “Siyah kadın şöyle yaptı, siyah oyuncu bunu dedi” şeklinde önlerine koyduğu tanımdan hiç vazgeçmediği gibi ki, aynı etiketi “beyaz adam şöyle dedi” falan gibi sunmuyor! Dolayısıyla kabul görmüş Ayrımcılık birçoğu için rahatsız edici bile değil! Üstelik Donald Trump gibi; siyahlar şuraya, Meksikalılar duvarın arkasına ve Müslümanlar kapı dışarı diyebilen haksız ve korkunç çıkışlar yapan bir ses olunca, adaletsizlik daha güçlü ve yasal zemin kazanabiliyor. Ancak insanlar razı değil.
Los Angeles’da şarkıcılar, yapımcılar ve oyuncular duruma sessiz kalmıyor. Kimi şarkı yazıyor, kimi röportaj veriyor, kimi karışık evlilikler yaptığı için aktivist gibi her yere fotoğraflar koyuyor. Milyon dolarlık işler yapan Afro-Amerikan yapımcılar, işi gücü bırakıp yürüyüşlere koşuyor. Güzel olan, kimsenin meseleyi kanıksamış gibi göz ardı ettiği yok! Ve özellikle hepsi öfkelerini birbirine değil, sisteme yöneltmek üzerine tartışıyor. Yani birbirlerine girip karpuz gibi ikiye bölünmüyorlar. Hani bizim Türkiyeli kimi kompleksi yazarlarımız gibi “bir avuç Batılı” falan gibi söylemlerle kimse birbirini damgalamıyor. Çünkü kimileri gibi elinde sıkıca tuttuğu Müslümanlıktan başka bir şeyi olmayan, sığ denizlerde yüzenlerle aynı denizde yüzülmüyor. Fokus bizdeki gibi çöküşe göre değil, özgürce ortak yaşamak üzerine işleniyor.