15 Temmuz Cuma gecesi başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişimi, Türkiye’nin on yılda bir gelen askeri darbe, muhtıra ve darbe teşebbüsleriyle dolu tarihine bir yenisini eklemiş oldu. En son 2007 yılında cumhurbaşkanının referandum yoluyla seçilmesinin önünü açan e-muhtırayı anımsarsak, o gün yapılan yanlışların ceremesini halen çektiğimizi söylemek yanlış olmaz. Sadece bu bile sorunları çözmek yerine başa yenilerini açan askeri müdahalelerin karşında olmak için bir sebeptir.
200’den fazla kişinin hayatını kaybettiği kanlı gecenin ardından, darbe girişiminin detaylarına dair birçok yazı kaleme alındı. Kuşkusuz, zaman içinde ortaya çıkarılacak bilgiler ışığında, olaylar üzerine daha sağlıklı değerlendirmeler yapabileceğiz.
Cuma gecesi cep telefonundan canlı yayına bağlanarak halka seslenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, darbe teşebbüsünün “ordu içindeki paralel yapılanmanın teşvik ettiği bir hareket” olduğunu söyledi. Paralel yapı ile kast edilen Gülen hareketinin lideri Fethullah Gülen’in 1999’dan beri ABD’de ikamet ediyor olması Türk kamuoyunda öteden beri yaygın olan inanışı -CIA destekli darbe senaryolarını- tetikledi.
Öyle ki, hükümetin kontrolü yeniden ele almasıyla birlikte sosyal medyada -1980 darbesi sonrası rivayet edilen ABD yetkililerinin sözlerine referansla- “Sizin çocuklar bu kez başaramadı!/Your boys couldnt do it, this time!” tweet’leri dolaşıma girdi. Başkan Barack Obama’nın “Demokratik yollardan iktidara gelmiş, seçilmiş hükümetin arkasındayız” mesajı gecikmiş ve cılız bulundu. Tolga Tanış’ın Hürriyet’te yayınlanan yazısında değindiği gibi bazı neocon uzmanların Amerikan kanallarında darbeyi destekleyen beyanatları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülke dışına kaçtığı yönündeki haberler de işe tuz biber ekti.
Darbe girişiminin ertesi günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun darbenin arkasında Amerika’nın olduğunu söylemesiyle birlikte Ankara- Washington arasında tansiyon yükselmeye başladı.
Dışişleri Bakanı John Kerry ABD’yi darbeden sorumlu tutan yaklaşımın ilişkilere zarar vereceği konusunda uyarıda bulundu. Kendilerine Gülen’in iadesine ilişkin resmi bir talep gelmediğini, Gülen’in darbe bağlantısı hakkında somut kanıtlar sunulduğu takdirde değerlendireceklerini söyledi. Buna rağmen Washington-Ankara hattında gerilim tırmanmaya devam ediyor, üstelik de bu konuda ciddi bir bilgi kirliliği hakim.
Örneğin, Türkiye’nin geçici süreyle İncirlik Üssünü operasyonlara kapatıp açmasını, Gülen’in iadesi konusuna bağlayanlar var.
İncirlik Hava Üssündeki 10. Tanker Üs Komutanı Tuğgeneral Bekir Ercan Van ve beraberinde dokuz subayın darbe girişimine karışması; Tuğgeneral Van’ın yakalanmadan önce ABD’den sığınma hakkı talep etmesi, İncirlik’ten kalkan uçakların Ankara’yı bombalama eylemine katıldıkları, yakıt ikmali sağladıkları gibi ayrıntıların ortaya çıkması bir taraftan ABD güdümlü darbe tezini işlemek isteyenlere uygun malzeme sunuyor. Öte yandan, Türkiye’nin üssü geçici olarak kapatmasının ardındaki gerekçe de üste yeniden kontrolün sağlanması.
Dahası, elektrik kesintisi sürdüğü söylense de, İncirlik Üssü tekrar kullanıma açıldı. ABD’nin IŞİD Özel Temsilcisi Brett McGurk operasyonların herhangi bir yavaşlama olmaksızın devam ettiği ve İncirlik’in yeniden açılmasından itibaren geçen 24 saat içinde, sadece Menbiç’e yedi atış düzenlendiği bilgisini paylaştı.
Şu bir gerçek ki, İncirlik sadece ABD’nin değil, İngiltere’nin de kullanımına açık, NATO operasyonları kapsamında kullanılan bir askeri hava üssü. Ayrıca nükleer silahlar barındırıyor. Uzmanlar, son birkaç gündür askeri idaredeki boşluğun doğuracağı güvenlik zafiyetine dikkat çekiyorlar.
Türkiye’nin üssü siyasi bir koz olarak kullanması, sadece ABD ile değil, NATO ülkeleriyle de kriz çıkması anlamına gelir. Böyle bir durum, özellikle de İstanbul ve Nice saldırıları sonrası hız kazanan koalisyon güçlerinin yürüttüğü IŞİD’le mücadeleyi zayıflatacağından, Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına da ters düşecektir.
Ancak Gülen’in iadesi konusunun, önümüzdeki dönem, Türk-Amerikan ilişkilerini üzerinde belirleyeceği bir rol oynayacağı çok açık. Bu gerilim kontrol altına alınıp, iki müttefik arasında yeniden güven tesis edilmediği takdirde Suriye ve Irak’ta hassas dengeler üzerinden kurulmaya çalışılan işbirliği de zarar görebilir.
Darbe sorumlularının cezalandırılması kapsamında hükümetin idam cezasını yeniden tartışmaya açması da gerek AB gerekse ABD ile gerilimi demokrasi ve insan hakları boyutuna taşıyor. Dışişleri Bakanı Kerry’nin her ne kadar sonradan düzeltilse de “İdam cezasının Türkiye’nin NATO üyeliğine zarar verebileceğine” ilişkin yorumu Washington’ın da gerekirse elindeki kartları oynamaktan geri kalmayacağını gösteriyor.
Bu bağlamda, ABD’nin Gülen’i iade etmese dahi alternatif yollarla ikametine son vermesi -yeşil kartının uzatılmaması veya başka bir ülkeye gitmesi konusunda ikna edilmesi gibi- darbenin arkasında olduğu iddialarının üzerine kalmasını engelleyeceği gibi gerilimi de yatıştırabilir. Türbülanstan bir an evvel çıkmak, içinden geçmekte olduğumuz belirsizliklerle dolu dönemde her iki müttefikin de yararına olacaktır.