(Bu yazı etrafımızda tek konuşulanın Pokemon olduğuna isyan edilen günlerde yazılmıştı, şimdi mumla aradığımız günlerde. İçinde bulunduğumuz sıkıntılı zamanların bir an önce sona ermesi ve ülkemizin aydınlık günlere bir an önce kavuşması dileğiyle.)
Burgazada Deniz Kulübünün salonunda bu satırları yazarken yanımda oturan 15’likler “Üstünde Pokemon var, yakalayın” diye bağırıyorlardı. Bir yandan iskelede, Atatürk büstünün üstünde, Aya Nikola’da Pokemon avına çıkan çocuklar, bir yandan ne olup bittiği hakkında hiçbir fikri olmayan ama çocuklarının internet kotasını aşacaklarından emin annelerin isyanı.
Dediklerimden bir şey anlamadıysanız 6 Temmuz’da piyasaya sürülen, Facebook ve Twitter kullanımını geçen Pokemon GO oyununu duymamışsınızdır. Pokemon Go belki köşemin adı gibi evrenin sırlarından biri değil ama bilimin ilerlemesi yolunda, başta artırılmış gerçeklik (augmented reality- AR) ve paralelinde sanal gerçeklik (virtual reality-VR) ile ilerde yapay zeka teknolojisinin yaygınlaşması anlamında kilometre taşı olmaya aday.
90’larda çıkan Nintendo oyununda Japon animesi, egzotik ve güçlü cep canavarlarının (pocket monsters-pokemon) işgal ettiği bir dünyada onları yakalamaya çalışanların ortak bir hayali vardı: gerçekten bu canavarların dünyamızda yaşıyor olması. Tabi ki bugün Pokemonlar gerçek olmadı, ama yalnızca akıllı telefonumuzun kamerası ve GPS sistemi kullanılarak AR teknolojisi ile yaşadığımız şehirlere Pokemonlar yerleştirildi. AR teknolojisi, sanal nesnelerin gerçek görüntüler üzerine bindirilmesiyle gerçekliğe daha yakın bir tecrübe sağlıyor. Her ne kadar Pokemon GO, türünün ilk örneği olmasa da en devi diyebiliriz. Bu kadar kısa sürede ve yalnızca birkaç ülkede resmi olmasına rağmen 10 milyondan fazla indirilen oyunun Nintendo’nun piyasa değerine katkısı ise 17 milyar dolar yani beş THY toplamından fazla oldu. Oyunun en öne çıkan özelliği ise sosyalleşme düşmanı insanları eve tıkayan video oyunlarının tersine oyuncuyu dış mekanlara çıkmaya teşvik etmesi.
AR fikri, Web’de kolektif olarak yarattığımız dağ gibi bilgi dünyasının gerçek dünyamızla buluşmasından ortaya çıktı. Örneğin yabancı bir şehre gittiğinizde ihtiyacınız olan, turistik bir nokta gördüğünüzde telefonunuzu çıkarıp anında onunla ilgili bilgi almaktır. Bu AR’ye mükemmel bir örnek. Ne o mekanda gezmek sanal gerçekliktir, ne de Web’de o bilgiyi taramak; ancak ikisini aynı anda mümkün kılan AR’nin, sanal gerçeklik konseptiyle birçok ortak noktası olduğunu görüyoruz, cep telefonumuzun gösterdiğimiz anıtın dünyadaki yerini tam olarak bulması ve şehirde yürümeye başladığımızda ekranımızdaki bilgilerin değişmesi gibi. İşte bu benzerliklerden dolayı AR, VR’nin kuzeni olarak tanımlanabilir.
VR’nin yalnızca ekranla sınırlı AR’den en büyük farkı sizi tamamen içine alması. Bunu da kasklı ekranlar, eldivenler veya gözlükler sayesinde çok daha mükemmel bir şekilde yapıyor olması. İnandırıcı, interaktif, 3D, detaylı, büyük, gezilebilir ve en önemlisi içine alan, çevreleyen bir yapıya sahip olan VR sayesinde, hem fiziksel hem de zihinsel olarak başka dünyaları keşfedebiliyoruz. Etrafımızda gördüklerimize -her ne kadar kandırılıyor olsak da- tepki verirken, tepkilerimiz de etrafımızda değişikliklere yol açtığı için iki taraflı bir aldatma durumu oluşuyor diyebiliriz; zihin ve makinenin buluşması. 1920’lerden beri geliştirilen ancak Web’in buluşuyla arka planda kalan VR, son 30 yıldır rutin olarak doktorlar, mühendisler, mimarlar ve pilotlar tarafından zaten kullanılıyor. Bilimsel alanda özellikle mikroskobik düzeyde çalışan bilim insanlarının mikroskop başında çalışmaktansa Lego boyutunda moleküllerle çok daha verimli çalıştıklarını düşünün, ya da aşırı komplike bir ameliyatını ilk keresinden bir insan üzerinde yapmak zorunda kalmayan doktorları. Henüz yaygın olarak VR kullanılmasa da bu değişmek üzere. Marc Zuckerberg 2014 yılında boşuna 2 milyar dolara VR cihazları üreten Oculus’u satın almadı. Henüz Facebook’ta düğün videolarınızı ya da fotoğraflarınızı paylaşıyor olabilirsiniz ama pek yakında düğününüze gelemeyen arkadaşlarınız düğününüzde dans edebilecek.
Her ne kadar AR’yi kitlelere yaydıysa da henüz teknoloji açısından emekleme döneminde olan Pokemon GO’yu, daha inandırıcı hale getirmek için ileride VR cihazlarını eklenecek. Daha da inandırıcı olması için bir yol daha var. O da tesadüf bu ki Go oyunu ile bağlantılı. Hatırlarsanız 2016’nın başında ilk kez Google’ın yarattığı Yapay Zeka, Go oyununda dünya şampiyonunu yenmişti. Yapay Zeka kazanmakla kalmamış, kendi yaratıcılığını dünyaya duyurmuştu. Pokemon GO’nun bir Yapay Zeka tarafından yürütüldüğünü düşünün, tecrübelerimizin ne kadar derinleşebileceğini. İster istemez yine aklınız, yaşadığımız dünyayı yapay zekaya sahip makineler tarafından tasarlanmış geniş bir sanal gerçeklik olarak gösteren Matrix filmine ve geçen yazımda bahsettiğim Elon Musk’ın hayatın bir simülasyondan ibaret olabileceği açıklamasına gitmiyor mu?
Pokemon GO çılgınlığına felsefi ve etik açıdan şüpheyle yaklaşanlar mutlaka ki gerçek hayatı ıskalamaktan söz edecekler. Fakat “Gerçek nedir?” tartışmaları da yüzyıllardır sürmüyor mu? “Matrix nedir?” sorusunun ise önümüzdeki yüzyılda yalnızca bir film alıntısı olarak kalacağından çok şüpheliyim.