Beni teyze yaptıkları gün, anneleri de ben de on üç yaş daha küçüktük. Onları, büyük bir heves ve heyecanla bekledik. İkiz oldukları için erken doğmuşlardı. Onları tam bir günlükken hastane odasında gördüğümde yüzleri tam avucumun içi kadardı. Annelerinin sol tarafına yan yana yerleştirilmiş küçük bebek yataklarında, günlerinin büyük bir kısmını uyuyarak geçiriyor, dünyaya alışmaya çalışıyorlardı. Birbirlerinden habersiz; doyurulmayı, temizlenmeyi ve sevilmeyi bekliyorlardı.
Bir gün, birbirlerini fark ettiler. Bana hiç benzemeyen ama benim kadar olan bu adam da kim, bakışıyla, gözlerini kocaman kocaman açarak birbirlerini dikkatle incelediklerini anneleri bana büyük bir heyecanla anlatmıştı. Büyüyorlardı, büyüdükçe ortak noktalarını, farklı taraflarını keşfediyorlardı. Anne ve babalarını, sevdiklerini ve hayatı paylaşmayı beraber öğreniyorlardı.
Beni çok sık gördükleri için, evlerine her gittiğimde çok mutlu oluyorlardı. Kolay kolay kucaklara gitmeyen bu iki adam, benim kucağımdan neredeyse hiç inmiyorlardı. Birini öpersem hemen diğerini de öpüyordum. Birine armağan varsa, mutlaka diğerine de vardı. Çok da aynı olmaması gereken tüm bu seçimlerin, farklı da olmaması gerekiyordu. Çünkü ikisinin zevkleri çok farklıydı bunu görüyorduk. Ama ikizdiler. İkisi de çok değerli ve özeldi. Bunu onlara hissettirmem gerekiyordu. Birlikte oyunlar oynuyorduk, kitap boyuyorduk, çizgi film izliyor, parklara gidiyorduk. Onlarla zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamıyordum.
Tek tük kelimelerle konuşmaya başlamışlardı. Bir gün yine onlara gittiğimde anneleri bakın kim geldi, diye beni gösterdi. Bir tanesi, yavaşça, “amigo”, dedi. Amigo! Arkadaşıma, amigo ne demek diye sordum. “Arkadaş”, dedi. “Seni arkadaşları gibi görüyorlar.” Bebeklerin dostluğunu kazanmanın insanı ne kadar mutlu edebileceğini bana bu iki küçük adam öğretmişti. Çocukları kandırabilirdiniz, belki bir dönem için bile olsa büyükleri de… Ama bebekleri asla kandıramazdınız. Çünkü onlar sahici olan ne varsa onu hemen anlayacak, hissedecek, büyük ve olağanüstü bir güce sahiptiler. Benim onların ilk arkadaşı olduğumu, bebeklerin sahip olduğu o masum bilinçle, küçücük yürekleriyle çoktan anlamışlardı. Anneleri de ben de tek çocuktuk. Kardeş olmayı, farklı olmayı, başka başka yetenek ve alışkanlıklarla büyümenin nasıl bir şey olduğunu onlardan öğreniyorduk. Birinin sevdiğini, diğeri sevmiyordu. Biz bir yere gideceğimiz zaman, biri arkamızdan iki gözü iki çeşme ağlarken diğeri gözlerini kocaman kocaman açıp sessizce gidişimizi izliyordu. Biri elleri kirlenince silinsin diye uzatıyor, bu durum öteki için hiç fark etmiyordu. Biri maç izlemeye bayılıyor, bu oyun öteki için pek de bir şey ifade etmiyordu. Biri balık seviyor, öteki için balıkçıya köfte getiriliyordu. Farklıydılar ama ortak oldukları çok önemli bir nokta vardı, birbirlerini çok seviyorlardı. Biri düşse ya da birinin başına bir şey gelse, diğerinin de hayatı hemen değişiyor, onun da gözleri doluyor, canı adeta kardeşiyle birlikte acıyordu.
Bazı geceler onlarda kalıyor, onlara uymadan önce masal anlatıyor, bana masalla ilgili sorular sormalarını sağlıyordum. Bildiğim masallar yavaş yavaş tükenmişti. Yeni masallar yaratmaya başlamıştım onlara. Bir gece biri, Tülay, “Böyle bir masal yok, uyduruyorsun sen,” dedi. Kardeşi de onu desteklemişti, “Evet, yok. Olan bir masalı tekrar anlat.” Anlamışlardı masalların uydurma olduğunu. Ben de o anda başka bir şeyi anlamıştım, benim küçük amigolarım, artık büyümüşlerdi. Onları uykuya taşıyan masalların sadece masal olduğunu anlayacak yaşa çoktan gelmişlerdi.
Bu iki küçük adam, iki gün önce daha da büyüdü. Dinlerinin tüm gerektirdiklerini yapma sorumluluğunu alacak yaşa geldiler. Tefilin törenlerinde; duruşlarını, aldıkları sorumluluğu istekle ve hevesle yerine getirmeye çalışmalarını, yüzlerindeki mutlu gülümsemeyi oturduğum yerden keyifle izledim. Göz göze geldiğimiz kısacık anlarda, onlara gülümseyerek her şeyin yolunda olduğunu anlatmaya çalıştım. Onları ne kadar çok sevdiğimi, hayatları boyunca yanlarında olacağımı, yaşam denen şeyin arkadaşlarımızla, onların çocuklarıyla ne kadar zenginleştiğini, ne kadar değerli olduğunu bir kez daha düşündüm.
Çok sevdiğim dedeleri Bensiyon Pinto, misafirlere yaptığı teşekkür konuşmasına, “Ben bugünü on üç senedir bekliyorum,” diye başladı. Ne kadar doğruydu! Ben de tıpkı onun gibi bugünü on üç senedir bekliyordum. On üç sene önce, çocukların Bar Mitsvası’nda kaç yaşında olacağımızı bir düşün istersen, dediğim anneleriyle gülüştüğümüz zamanlar, yaşananlar gözümün önünden hızla geçti. Sesimi yükseltmek istedim oturduğum yerden, “Bensiyon Bey, biz onları hupanın altında da göreceğiz” dedim.
Albert Eytan ve Yoel Bensiyon, sizler benim küçük amigolarım, büyük dostlarımsınız. Hayatınızın bu dönüm noktası; bundan sonraki yeni başarılarınızın, doğru kararlarınızın, mutlu başlangıçlarınızın ilki olsun. Kendi yazacağınız gerçek masallarınız, sizi hep mutlu etsin. Onları yazarken bir şeye ihtiyacınız olursa hiç unutmayın, anneniz babanızla beraber sizin için biz de burada olacağız.