12 Eylül 1980 sabahı darbeyle uyandığımda, Boğaziçi Üniversitesi’nde bir yıldır yaşadığım özgürlük ortamının tamamen yok olacağını anlamış olduğum için topyekün ‘yıkılmış’, ani şoktan sonra 1960 darbesinin demokratik hayata ne kadar süre uzunluğunda darbe vurduğunu kitaplardan araştırmaya başlamıştım. Oysaki anne babalar, çocuklarının sokaklarda öldürülme korkularının sona erdiğine seviniyorlardı. Bir Türkiye ironisi vardı karşımızda.
12 Eylül 1980 sabahı darbeyle uyandığımda, Boğaziçi Üniversitesi’nde bir yıldır yaşadığım özgürlük ortamının tamamen yok olacağını anlamış olduğum için topyekün ‘yıkılmış’, ani şoktan sonra 1960 darbesinin demokratik hayata ne kadar süre uzunluğunda darbe vurduğunu kitaplardan araştırmaya başlamıştım. Oysaki anne babalar, çocuklarının sokaklarda öldürülme korkularının sona erdiğine seviniyorlardı. Bir Türkiye ironisi vardı karşımızda.
Evet, normalleşme uzun sürecek ama 2000’lere geldiğimizde darbelerin ülkeye verdiği eşsiz zararlardan dolayı kimsenin artık ona cesaret edemeyeceğine inanacak, hele 2010’larda askeri vesayetin AKP hükümetleri tarafından tamamen bitirilmiş olduğu algısı yerleşecekti beynime, ülkenin ortak hafızasına.
15 Temmuz 2016 akşam saatlerine kadar bu algı hakim değil miydi ülkenin tamamına? Eğer bir gün önce birisi çıksa, “Bu ülkede her an askeri darbe olabilir” deseydi hayal dünyasında yaşadığını, rüya gördüğünü, hadi daha ileri gidersek, tımarhanelik deli olabileceğini söylemez miydik?
Sözün özü, 15 Temmuz darbe girişimi hiç beklenmedik depremler gibi aniden geldi ve büyük zarar vererek gitti. Tesellisi, hedeflediği teslimiyeti elde edememesi olacaktı…
O gece saat 23.00’e doğru, telefona gelen, “Açın TRT’yi” mesajının akabinde acı gerçekle karşılaşacak, ‘Bu ülkede artık darbe olmaz’cılara inat, silah zoruyla sözde askeri cunta bildirisini okuyan spikerin, “Ülkeye el koyduk. Sıkıyönetim… Sokağa çıkma yasağı” vs... sözlerini büyük bir ‘yıkım’ içinde duyar gibi olacaktım.
36 sene sonra, ‘aynı noktaya geldik’ diyerek birden beynime kara perde indiğini ‘görecektim.’
Sözü uzatmaya gerek yok. 78 milyonun canlı izlediği alçak darbe girişiminin nereye evrildiğini hep birlikte gördük. Silahlı askerlerin karşılarına çıkan milleti de nasıl acımasızca vurduklarını da gördük. Lakin ülke yöneticilerin, Meclisin, halkın ve basının direncine yenik düştüler.
Darbe girişimiyle alakalı öncesi ve sonrası olarak birçok nokta henüz aydınlığa ulaşmış değil. Lakin askerin derin noktalarına kadar rahatça nüfuz edebildiği bir cemaat yapılanmasının nasıl fark edilmediği uzun süre tartışılacak.
Bundan sonrası Türkiye için zor ama imkansız değil pek tabii ki. Yıllardır kutuplaşmış, farklılaşmış siyasi ve toplumsal kesimlerin darbe girişimine karşı göstermiş oldukları dayanışma ve birlik olma gayretlerinin Türkiye’nin iyileşme hızını artıracağı aşikar. CHP’nin, gerçekleştirdiği Taksim mitingindeki duruşu bu sürece büyük katkısı olacak. Cumhurbaşkanı’nın parti liderleriyle yaptığı toplantı- keşke HDP de olsaydı- bu iyileşme sürecinin itici gücü olacaktır.
Kutuplaşmanın yarattığı nefret ikliminin darbe girişimiyle birlikte büyük ölçüde dağılma eğilimi göstermesi ülkesini sevenler için umut ışığı olmuştur.
Demokrasi ve özgürlükçü hayatı geliştirdiğimiz müddetçe, darbe meselesini ilelebet toprağa gömmüş gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’deki darbe tarihi de sadece tarih kitaplarında görülecek.
Evet, farklılıklara rağmen birlik ve beraberlik ruhu, daha fazla refah paylaşımı, daha çok demokrasi, daha fazla özgürlükçü iklim, darbenin panzehri olacaktır.
Bunları sağladığımız takdirde, tek bir yazıda tek bir insanın bu kadar farklı zamanlardaki darbe anılarını anlattığı yazılar da tarih olacak.
İnşallah.