İstanbulluyu ancak bir Romalı anlar!

İmparatorluklar Öncesi Empires Ago sergisi

TUNA SAYLAĞ Sanat
10 Ekim 2018 Çarşamba

Daniel Sigalot mizacını, dünyaya bakış tarzını sıra dışı sanatına yansıtan, farklı ve yetenekli İtalyan bir sanatçı. İstanbul’da aylarca kalarak ürettiği eserlerini, bir süreden beri 4. İstanbul Tasarım Bienali paralelinde Anna Laudel Contemporary’de sergiliyor. Çelişkilerden ve ironiden beslenen sanatçının şehrimizdeki bu ilk sergisine, adeta imzası olan ve buruşturulmuş kâğıt algısı yaratan alüminyum uçak enstalasyonları ile paslanmaz çelik üzerine işlenmiş ayna efektli İstanbul, Roma haritaları serisi damgasını vuruyor.

 

Sanat bir illüzyon!

Normalde bu tür malzemelerle çalışılmış sanat eserlerine mesafeli olan ben, her yapıtın yaratılma öyküsünü Daniel Sigalot’un ağızdan doğal ve mizahi bir tarzda dinleyince ‘İmparatorluklar Öncesi’ sergisini büyük bir ilgiyle gezdim.  İtiraf ediyorum ki, tek başıma dolaşsaydım sergiyi beğenecek ama o kadar zevk almayacaktım.

Daniel Sigalot’un yaratım sürecinde peşine düştüğü fikirler, mütevazı ama bir o kadar anlaşılır ve zekice… Sergi basın bültenlerindeki ağdalı cümlelerin ve birçok sanatçının aksine Sigalot, yapıtlarına büyük anlamlar yükleyen biri değil. Kullandığı malzemelerin algılanışı ile gerçek doğası arasında karşıtlık yaratarak hedefi izleyenleri şaşırtmak; tüm üretiminin özünü de bu akıl oluşturuyor.

 Bunu, “Sanatla uğraşırken en çok çelişkiler ilgimi çekiyor. Hem kullandığım malzemelerde hem içerik olarak, hatta kelimelerin de çelişkili hallerinden hoşlanıyorum. Aslında sanat bir kandırmaca! Her şeyi olduğundan daha güzel gösteriyor. Amacım hem malzeme hem içerikle oynayarak işi olduğundan farklı göstermek yani bir yanılsama yaratmak.

İşime saygı duyuyorum, büyük bir emek ve sabır var ama kendimi ciddiye almaktan hoşlanmıyorum.  Sonuçta sanatçılar dünyayı kurtarmıyor.  Amacım, kendimi ciddiye almama duygusunu seçtiğim malzemeye de yansıtarak size sürpriz yapmak ” sözleriyle ifade ediyor.

 Neden ‘İmparatorluklar Öncesi’?

Sergi ilhamını, ismini tarihe damga vurmuş Roma ve Osmanlı İmparatorluklarından alıyor. Roma’da doğan Sigalot, İmparatorluğun mirası altında yaşayan bu şehirde büyüdü. Sanatçı,  Osmanlı İmparatorluğunun İstanbul üzerindeki etkisinin Roma’dakiyle benzerlik taşıdığını düşünüyor. İki şehir arasında eş yaşanmışlıklar var. Sigalot, “Her iki halk halen bu imparatorlukların geleneğinden ve soyundan gelmiş olmanın gururuyla yaşıyor.  Bunu biraz trajik buluyorum çünkü o ihtişamlı günler çok uzaklarda kaldı. Kendimi tanıdıkça anlıyorum ki, yaşadığımız şehrin üzerimizdeki etkisi çok fazla. Bu duygumu yaptığım işe de yansıtmak istedim.

Bu sergi için paslanmaz çelik üzerine oyulmuş bir dizi İstanbul haritası ürettim. Bu haritalar hem mevcut hem de eski İstanbul’un farklı yaşamsal ve önemli alanlarının, sokaklarının sadık bir temsili. Kent zamanla büyüyor ve değişiyor: insanların kendi şehirlerine bakmasını ve yansımalarını görmelerini istiyorum.

Sanatçıyım ama ressam değilim, portre yapamam ama isterim. Bu ayna yansıtmalı işleri haritalarla harmanlayarak İstanbul’un değişik semtlerinde portrelerinizi oluşturmak istedim” diyor.

Bu işlerin karşına geçtiğiniz zaman kendinizi o semtin içinde görüyorsunuz:  Haliç, Topkapı, Ayasofya, Kapalıçarşı, Büyükada,  Üsküdar, Beşiktaş, Bebek ve Nişantaşı… Hangisi ile bütünleşmek isterseniz.

Oto-portresinin öyküsü

“Kendi portremi yaptığım bir çalışma da var. Kıvırcık saçlarımdan tanıyabilirsiniz. Yine bir sanat fuarındaydım. Yani hiçbir şey hissetmediğim çok sterilize bir ortamda...  Ve birinin o kalabalık ve yüzlerce eserin sergilendiği bir mekânda bir çalışmadan etkilenip duygulandığını görmek beni çok şaşırttı. Oradaki insanlara etkilendikleri eserle aralarında nasıl bir bağ kurduklarını sormaya başladım. Aşağı yukarı hepsi aynı şeyi söyledi: ‘Bu işte kendimden bir parça görüyorum.’ Hiç tanımadığınız birinin çalışmasında kendinizi bulma fikri üstüne düşünmeye başladım ve kalp hizasından başlayarak kendimi küçük ayna parçacıkları şeklinde monte ettim, yani bir tür portremi yaparak bu duyguya atıfta bulundum. Ve öyle bir şekilde yaptım ki, bakan kendi yansımasını da görüyor. Böylelikle tamamen yabancı birinin portresinde kendinizi görmüş oluyorsunuz”.

 

 

Yeter

“Ressam arkadaşlarımın zamanla ilgili sürekli endişeleri var; mesela ‘Bu boya ne kadar dayanıklıdır?’ diye soruyorlar. Eserlerinin ölümsüz olmasını arzu ediyorlar.

Stüdyoma gelip işlerime baktığımda düşündüm: ‘Acaba ben işlerimin ne kadar yaşamasını istiyordum?’ 1000 sene… Bunun üzerine enstalasyonların da resimler gibi zamana meydan okuyabileceklerini gösteren, tam olarak 1000 sene sürecek olan bu geri sayım sayacını yaptım. Bu sayaç elektriksiz çalışıyor ve kesinlikle değiştirilemiyor. 3018 yılında duracak. Adı ‘Yeter.’ ”

‘Sihirli Kalem’

“Hayatımın zor bir dönemindeydim. Kız arkadaşımdan sonra iş ortağım da beni terk etmişti. Üretemiyordum… Tam, ‘Acaba tekrar reklam ajansına mı dönsem?’ diye düşünürken eski, tozlu bir dükkân gördüm. İçeri girdim. Kâğıt satılıyordu ve kasada yaşlı bir adam vardı. Ona, ‘İyi fikirler üreten bir kaleminiz var mı?’ diye sordum. Bana hiç de deliymişim gibi bakmadı. Birçok kalem içinden bir tanesini seçerek, ‘Bu parlak fikirler üretir’ deyip verdi.  Ve gerçekten de öyle oldu. Bu kalemle yaptığım bütün iş başvurularına kabul edildim, para kazanmaya başladım. Bu kalemle yazdığım her şey gerçek oldu. Onu yedi kez kaybettim. Yedi kez buldum. Her seferinde, kaybettiğim şehirden o an bulunduğum farklı bir ülkeye yolladı bulan kişiler. Sonunda onu sergilemeye karar verdim.”

 

Yerde 3900 Sünger

Eserlerinde farklı anlamlar barındıran malzeme ve tekniklerle çalışmayı seven Daniel Sigalot’un, bu sergi için yaptığı işlerden biri de 3900 rengarenk banyo süngerini bir odayı tamamen kaplayacak şekilde oluşturduğu enstalasyon. Sanatçının buradaki amacı suni bir malzemeyle doğal bir ortam yaratmak. Gerçekten de odayı gördüğümde süngerlerin içine dalasım geldi.

 

 

Kötü fikir iyi fikri çağırır

Sanatçının iyi ve kötü fikir, bunların yaşanma süreci, akla düşme sıraları hakkında ilginç düşünceleri var: “Bazen ilk akla gelen en iyisidir, bazen onlarca kötü sonrası gelir iyi, bazen de kötüleri iyi sanırız” diyor.

Karşımızda sanatçının İstanbul’da ürettiği, direkt “Bu devasa yuvarlak enstalasyon bu odaya nasıl sokulmuş, bu kapıdan nasıl girmiş?” diye düşündürten bir iş… Sanatçı bu çalışmasını kötü fikirleri iyiye dönüştüren bir ‘günahlardan arınma’ süreci olarak tanımlıyor. Beyaz kâğıt uçaklardan- hani okulda A4’lerden yapıp birbirimize gönderdiğimiz- oluşturulmuş bir küre… Ancak yanına yaklaşınca bu kâğıt görünümlü uçakların alüminyumdan yapıldığını görüyoruz. Eserin adı da ilginç: ‘Olabilecekken olmayan her şey şimdi oldu’. Sanatçı, kelimelerin de çelişkili hallerinden hoşlanıyor.

“Uzun süre reklam ajanslarında çalıştığım için epey kötü fikir ürettim. Sonra kendime ‘Acaba bu kadar kötü fikirden bir iş üretebilir miyim?’ diye sordum.   Sürekli beğenmediğim çalışma kâğıtlarını buruşturup atıyordum ve bu yapıt bu fikirden doğdu. iki ayda yaptım bu alüminyum topu. Tam 350 kg. Top kapıdan büyük. Maksat izleyeni şaşırtmak.  Başarısızlıktan geçmeden başarı gelmiyor bence. 

Saylağ ve Sigalot

 

Şimdi Satın Al

“Sanatçı denince ruhani, sürekli yazıp çizen, besteleyen, okuyan biri gelmesin aklınıza. Sonuçta bizim yaptığımız da ticari bir iş. İşlerimi satamazsam, galeriler beni kabul etmez, o vakit sizlerle bir araya gelemem, üretemem. Dolayısıyla bir sanatçının başarısı onun ne kadar sattığı ile doğrudan ilişkilidir. Kapalıçarşı civarında gezinirken bu çiçekleri gördüm ve aklıma böyle çalışma yapmak geldi.”

Bunların dışında sanatçının yaratıcı sürecinin alegorisini yansıtan totemler dizisi, malzeme, görünüş algıları ile oynamayı amaçlayan harfler ve ironik post-it notaları dizisi var sergide.

‘İmparatorluklar Öncesi’, kartondan alüminyuma, mozaikten dijital gösterimlere, çizimden resme, geniş bir yelpazede malzeme ve benzersiz teknik kullanımıyla, Sigalot’un günümüzün zıt duygularını yansıtan 30’dan fazla çalışmasını bir araya getiriyor.

Sergi 26 Ekim’de sona eriyor.

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün