Savaşa ve sevgisizliğe muhalif bir oyun: ‘AŞK KALICIDIR’

Tuna Kiremitçi’nin 17 dile çevrilmiş ‘Dualar Kalıcıdır’ romanından uyarlanan ‘Aşk Kalıcıdır’, II. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’a sığınarak hayatta kalmış Viyanalı Yahudi Rosella Galante ile kendi yolunu bulmaya çalışan Pelin adlı bir genç kızın dostluğunu ve hayatlarının kesişmesini konu alıyor. Oyunda başrolleri paylaşan Dilek Türker ve Damla Cercisoğlu ile keyifli bir sohbeti paylaştık.

Zehra ÇENGİL Sanat
9 Ocak 2019 Çarşamba

Aşk Kalıcıdır’ın röportajını gerçekleştirmeye gittiğimde Hakan Altıner’in yönettiği oyunun provalarına yetişme fırsatım oldu. Sessizce kenarda oturup Dilek Türker ve Damla Cercisoğlu’nun performansını izlerken duyguların tırmanış anlarına bizzat şahit oldum. Provaya, Cercisoğlu’nun dayanamayarak hüngür hüngür ağlamasıyla ara verildi.

Duayen tiyatrocu Dilek Türker oyunu, “Savaşa ve sevgisizliğe muhalif bir oyun.  İnsanların zihninde tuttukları bazı kavramlar var. ‘Öteki’ kavramının tehlikesini ancak sanatla anlatabiliriz. Demokrasi ve barış için sanat şart” sözleriyle anlatırken Damla Cercisoğlu da yaşadığı yoğunluğu, “Yedi yılda ilk defa bu kadar duygusundan çıkmakta zorlandığım bir oyun oynuyorum. Dilek Hanım’dan o kadar yüklü bir oyun alıyorum ki, gerçekten avaz avaz ağladığım oluyor. Çıktığımızda duygusal anlamda bayağı perişanlık yaşıyoruz” şeklinde özetledi.

Tiyatro Ayna yapımcılığında sergilenecek oyunun prömiyeri, 20 Ocak’ta Akatlar Kültür Merkezinde, galası ise 24 Ocak’ta Grand Pera Tiyatro Sahnesinde gerçekleşecek.

 

‘Aşk Kalıcıdır’dan biraz bahseder misiniz? Sizleri bu projede etkileyen ve kabul etmenizi sağlayan ne oldu?

Dilek Türker: 19 yıldır oynadığım ‘Mustafa Kemal'le Bin Gün Latife’, Türkan Saylan’ın hayatını sergilediğimiz ‘Işık Yolcusu’ gibi birçok oyunda Hakan Altıner’le birlikte çalıştık. Nasıl bir yönetmen olduğunu biliyorum. Proje Hakan ve Damla tarafından getirildi. Normalde fikirleri hep ben yaratırım, yazdırırım. Bu kez bu şekilde buluştuk ve çok beğendim. Biz tiyatroyu ve sanatı bir söz söylemek için yapıyoruz. Bu öyle bir oyun. Din, dil, ırk farkı gözetmeksizin insan denen varlığın barış, sevgi, dostluk ve kardeşliği anlatıyoruz. Rosella Galente ve Pelin, yaş farkları olan iki kadın ama konuşarak yenidünyalar keşfediyor. Rosella tecrübelerini Pelin’e aktarıp hayata umutla bakmasını sağlıyor, kırıklıklarını tamir ediyor. Geçmişte, savaşlarda alınan büyük yaralar, maceranın İstanbul’da geçen bölümü ve Türkçenin önemli bir şekilde ele alınması beni etkiledi. Şiirsel bir anlatımla insanları düşünmeye davet edecek. 17 dile çevrilen bu kitabın uyarlamasıyla, II. Dünya Savaşı’ndaki büyük yıkım ve tahribi seyirciye aktaracağız.  Oyunda Aslıhan İşcan da bize eşlik ediyor.

Damla Cercisoğlu: Bu fikri yumurtlayan da benim. Hakan Altıner’in öğrencisiyim. Tuna Kiremitçi ve eşi arkadaşlarım. ‘Dualar Kalıcıdır’ en sevdiğim romanıydı. Dilek Hoca’nın oyunlarını çok seyrettim. Hakan Altıner’e “Hocam bunu oyunlaştırdınız, yalvarırım Dilek Abla’ya götürün, eğer evet derse ben oynamak istiyorum” dedim. Rosella Galente’nin dünya üzerinde vuku bulduğu insan bence Dilek Hanım. Yeni nesil özveri, sevgi, hoşgörü ve itinayı kaybetti. Pelin gerçekten oyunun başında tam bir yeni nesil, kalbini tamamen kapatmış bir kız çocuğu. Rosella’dan çok şey öğreniyor. Sevginin yapamayacağı, dönüştüremeyeceği hiçbir şey yok hayatta. Provalarda bir ağlıyor, bir gülüyoruz. Duyguları ağzında iki insanız. Buradan çıktığımızda duygusal anlamda bayağı perişanlık yaşıyoruz.

 

“KENDİNİ BOZMAK POPÜLER, DÜZELTMEK DEMODE OLDU”

Rosella ve Pelin, oyunda kuşak çatışması yaşamakla beraber ilerleyen safhalarda çok güzel bir dostluk kuruyor. Ayrı zaman dilimlerine ait insanları bir arada tutan değerler sizce nedir?

D.T: Sevgi, insanların birbirlerini anlamaları, dinlemeleri ve emek vermeleri. Anlatmaktan vazgeçmemek de en önemli etken. Gerçek sanatçı muhaliftir, bu oyun da savaşa ve sevgisizliğe muhalif bir oyun.  İnsanların zihninde tuttukları bazı kavramlar var. ‘Öteki’ kavramının tehlikesini ancak sanatla anlatabiliriz. Demokrasi ve barış için sanat şart. Aşk mesela, benim için hayata tutunabilmek için en kuvvetli ve güçlü enerjidir. Bu sadece hormonların idare ettiği bir şey değildir.

D.C: Kendi neslimle kuşak çatışması yaşıyorum. Dilek Hocam kendi kuşağıyla daha çok fark yaşıyor bence. İtinasızlık beni çok rahatsız ediyor, empati yoksunluğu, tutarsızlık ve duyarsızlık da... Biz de popüler kültür dışı bir iş yapmıyoruz.  Bu oyunu özellikle jenerasyonumdaki herkes izlemeli. Çünkü kendini bozmak popüler, kendini düzeltmek demode oldu.

 

Rolleriniz ile benzer ya da tezat noktalarınız var mı?

D.T: Rosella kendini çok güzel anlatıyor, “Hayatta hiç kurban rolünü kabul etmedim” diyor. Ben de kabul etmedim. Hayat bizimle mütemadiyen sohbet halinde. Bana yakın gelen sevecenliği, aşka olan saygısı. Kendimi hep bir âşık olarak görürüm. Hayatın her anında aşkı yakalamaya çalışırım. Sizinle konuşurken gözünüzde sevecen bir ışık varsa o da aşktır...

D.C: Pelin’deki düzlük bende de var. Ama üslupsuzluk hayatta en rahatsız olduğum şey. O kısmı benzemiyor.  Onun kalbini kapatmasına sebep olan çocukluk travmaları var, onlar bende de var. Herkese çok temkinli yaklaşıyorum. Dünya konjonktüründeki sevgisizlikten payımı alanlardanım. Benim Rosella Galente’m Hakan Altıner’dir.  Yanlış zamanda doğmuşum. 30-40 sene önce doğsaydım çok mutlu bir insan olabilirdim, tiyatro açısından da öyle.

 

Tuna Kiremitçi’nin ‘Dualar Kalıcıdır’ kitabından uyarlanan bir oyunla izleyici karşısına çıkıyorsunuz. Kiremitçi’yle hiç fikir alışverişinde bulundunuz mu?

D.C: Tuna’nın çok ihtimam gösterdiği ve sevdiği bir romanı. Bence yazdığı en iyi roman. Yüzüne de söylüyorum. Çok mutlu olduğunu biliyorum, çünkü çok istediği oyuncular onun kaleme aldığı bir hikâyeyi canlandırıyor ve çok istediği bir yönetmen bu oyunu yapıyor. “Rejisörün hayaliyle benim hayalim birleşmiş” diyor.

 

“KÜLTÜR KERBELASINA DÖNEN MEMLEKETİMİZE TÜRKÇE TİYATRO YAPMAK İÇİN DÖNDÜM”

Rosella sadece bir kişiyle yeniden Türkçe konuşabilmek için gazeteye ilan veriyor. Sizin hiç bu kadar büyük özlemleriniz oldu mu?

 

D.T: 12 yıl Almanya’da tiyatro yaptım. Hayatımın en başarılı ve güzel kariyer zamanlarını yaşamama rağmen sanatçı olarak Türkçe var olmak için buraya döndüm. İmkânlarım son derece elverişliydi ve üretimimi rahat gerçekleştiriyordum. Artık kültür kerbelasına dönen memleketimize sırf Türkçe tiyatro yapabilmek için döndüm. Müthiş özlem duyuyordum. 90’da Tiyatro Ayna’yı kurdum. Bir kadın özel tiyatro sahibi olarak bu kadar uzun yıllar perdesini açabilen tiyatroculardan biri olmak gurur verici.

D.C: 17 sene dizi oyunculuğu yapmış biri olarak konservatuvardan mezun olduktan sonra tiyatro yapmak gibi bir özlemim vardı.  Genellikle genç oyuncularla ustaların bir araya gelemediği bir tiyatro akımı var. Gerçek anlamda klasik ve dramatik oyunlar yapan bir tiyatroda çalışarak özlemimi gideriyorum. Yönetmenlik de yapıyorum, her oyunun rejisi yapılırken Hakan Hoca’ya eşlik edip öğreniyorum.

 

“KRİSTAL GECE’Yİ BENİM NESLİMDE ON KİŞİDEN DOKUZU BİLMEZ”

Kitabın tanıtım cümlesi: “II. Dünya Savaşı’nda İstanbul’a sığınarak hayatta kalmış bir kadın ile günümüz dünyasında yolunu bulmaya çalışan bir genç kızın dostluğuna kulak misafiri ediyor bizi.” Siz tarihe meraklı mısınız? Oyuna nasıl hazırlandınız?

D. T: Biraz meraklıyım. 12 oyun yazıldı benim için ve fikirler hep benimdi.  Nakşidil Sultan’ı, Kuvay-ı Milliye Kadınları, Mutlu Ol Nazım, Rosa Luxemburg’u oynadım. Hepsi tarih içeren konulardı. Bir Atatürk sevdalısıyım, bu sevdadan çok besleniyorum. Yaptığım işlerin hepsinde onun mücadelesini, insan olarak, önder olarak örnek alıyorum. İki aşkım var; biri Atatürk, diğeri de Nazım Hikmet.

D.C: Biyografi meraklısıyım. Genelde tarihe değil tarihin içindeki karakterlere ilgim var. Özellikle topluma yön vermiş olanlara... Tarihlerin yazılmasında kadınların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Rosella benim için tarihsel bir karakter gibi. Şu anda sokağa çıkın, benim neslimde on kişiyi çevirirseniz Kristal Gece’yi dokuzunun bilmediğine bahse girerim.

 

Geçmişte yapılan bu insanlık suçlarına da değinen bir oyunda rol almak sizlere neler hissettiriyor?

D.T: Zaten seçmemizin nedeni bu insanlık suçlarının tekerrür etmesi.  Bu faşizanlığın insanoğluna verdiği zarar, başka kostümlerle başka coğrafyalarda devam etmekte. Buna da bir gönderme yapmak istedik. Bu iş, özelden genele giden bir sözü söylemek için yapıldı. “Bu rezilliğe insanoğlu ne zaman son verecek” demenin şiirsel ve derinlikli bir yolu bu oyun.

D.C: Bir tek insanlara bağımlıyım, Yahudi cemaatine karşı özel bir sevgim var. Frankofonum, Fransız okulunda okudum. Çocukluğum Büyükada’da geçti.  Bayramlarını, alışkanlıklarını bilirim ve onları çok gustolu, entelektüel bulurum. Bu yüzden ayrıca merakım var ve çok okudum.

 

“AŞK BİTTİĞİNDE DÜNYANIN İYİLEŞME UMUDU BİTER”

Aşkın gelip geçen bir duygu olduğunu söyler herkes. Sizce gerçekten aşk kalıcı mıdır?

D.T: Bunu reddediyorum.  Aşkın çok sığ bir kavram olarak ele alınmaması gerektiğini de söylüyor bu oyun. Hormonların idare ettiği, karşı cins heyecanlarını aşk olarak tarif etmek doğru değil. Aşk, güzelliği aramak ve dünyayı güzelleştirmek için bir adanmışlığın da ifadesidir. Eğer yaşanan gerçekten aşksa, onun size öğrettikleri insan olarak gelişiminizi sağlar. Acı çekseniz bile. Aşk bittiğinde dünyanın ve insanın iyileşme umudu da biter. Aşkın üveyi olmaz.

D.C: Cemal Süreya’nın dizelerini çok severim: “Âşık aşka ihanet etti diye aşk ortadan kaybolmaz”. İkili ilişkilerde hissettiğimiz çok kimyasal bir durum. Aşkın yitirilmeden de ilişkinin devam ettirilebileceğine inanlardanım. Bizde bağlılık kayboldu, hem de her şeye olan...

 

“PROVALARDA AVAZ AVAZ AĞLADIĞIM OLUYOR”

Az önce prova yapıyordunuz ve duyguların doruk noktalara ulaştığı bir bölümdü. Oyunun duygusundan çıkmak zor oluyor mu sizin için?

D.C: Yedi yılda ilk defa bu kadar duygudan çıkmakta zorlandığım bir oyun oldu.  Zaten Dilek Hanım’a, Pelin’in Rosella’ya duyduğu hisleri duyuyorum ama karşı taraftan o kadar yüklü bir oyun alıyorum ki, gerçekten avaz avaz ağladığım oluyor.

 

“ELİMDE ÇİVİ VE ÇEKİÇLE KENDİ HEYKELİMİ YAPTIM”

“Yaşadıklarımız bazen acı veren mucizelerdir belki ama dediğim gibi;

mucizedirler. Buna inanmazsanız kendi kalbinize giden yolu kolay kolay

bulamazsınız” diyor Rosella bir bölümde. Sizlerin en büyük mucizeleri neler?

D.T: Ben, Dilek Türker. En büyük mucizem. Sizinle bu röportajı yapıyor olmam bir mucizedir. Konservatuvar mezunu değilim, Nişantaşı çocuk gelin versiyonuyum. 16 yaşında evlendim, 17 yaşında anne oldum, 18 yaşında tiyatroya başladım. Ailem, annem, babam, param yok; yaptığım işte ve hayatımda hiçbir evlilik ya da ilişkiden ekonomik olarak bir destek almadım. Bir elimde çivi, bir elimde çekiç kendi heykelimi yaptım, o da benim mucizem oldu.

D.C: Dilek Türker olabilme ihtimalim. Kendime bu kadar genç yaşta Türk Tiyatrosunda yer bulabilmem benim için bir mucize.

 

YÖNETMEN HAKAN ALTINER: “DUYGULARIN ÜZERİNDEKİ KÜLLERİ ÜFLEYECEĞİZ”

Duayen bir tiyatrocu olduğunuz için, oyunlarınızda ne kadar seçici olduğunuzu biliyoruz. Bu oyunun sizin için anlamı ne?

74’te konservatuvardan mezun olduktan sonra bugüne kadar hep bu işle uğraştım. Yönetmenlik meselesi daima ağır bastı. Farklı şeyler yapmayı amaçladım. Gençlik dönemimde epik tiyatro modaydı, ben hep dramatik radyonun kurallarına bağlı kalmaya çalıştım. Kendi tiyatromu kurduktan sonra da romanlar ya da filmlerden tiyatrolaştırılan eserlere yöneldim. Ufkumu genişleten Aşk-ı Memnu oldu. O zaman dizisi yoktu ve beş sene kapalı gişe oynadı. Klasiklerden de sapmamaya gayret ettim. Her rejisörün bir düş repertuvarı vardır. Bu oyunları yapma şansına sahip oldum. Tarihe çok meraklıyım, Atatürk sevgisine ve Atatürk’ün Türkçeye verdiği öneme çok inanıyorum. Alman kültürüyle yetiştim. Birçok hobinin bir araya geldiği bir oyun olması ve Tuna’nın dili beni çok etkiledi. “Son derece talibim bu işe, yapalım” dedim. İdealimdeki kadroyu bulmanın keyfini yaşıyorum. Provalarda rejisör ve oyuncular arasında aşk ilişkisi olur.  Zaten gerçek hayatta sevdiğim iki insanın bir araya gelmesi en büyük keyiflerimden biri.

 

 ‘Aşk Kalıcıdır’ oyununu insanlar sizce neden izlemeli?

Bizim nesil yani 50 yaş sonrası insanlar “Evet, böyle şeyler vardı” desin, gençler ise merakla izlesinler “Vay canına, nerelerden geçmişler, direnmişler” diye düşünsün.  Aşkın birbirlerine mesajla kalp yollamak olmadığını idrak etsinler. Bu oyun kaybolmuş değerleri değil, var olan tehlikeleri de anlatsın istiyoruz.  Siz insansınız, içinizde bu duygular var. Oyunun, 50 yaşına kadar olan kuşağın bu duyguyu keşfetmesine yardımcı olmasını istiyorum, onun üstündeki kuşağın da o duygunun üzerine zorla biriktirilen küllerin üflendiğinin mutluluğuna tanık olmasını istiyorum.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün