Hukukun üstünlüğü ve temel haklar sorunlu: “AB-Türkiye ilişkileri ilerleyemiyor”

Mart 2016’da Türkiye ile Avrupa Birliği arasında imzalanan mülteci anlaşması, AB’nin göç stratejisinin temellerinden birini oluşturuyor. AB’ye mülteci akınını sınırlandırmayı amaçlayan anlaşma, AB’nin yaşadığı mülteci krizinde de bir dönüm noktası teşkil ediyor. Anlaşmanın üçüncü yıldönümünde mültecilere ve AB’ye olan etkisini Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Christian Berger ile konuştuk. Berger ayrıca Türkiye-AB ilişkileri ve Avrupa’da artan antisemitizm konusundaki düşüncelerini bizlerle paylaştı.

Karel VALANSİ Dünya
27 Şubat 2019 Çarşamba

AB Büyükelçisi Christian Berger: “Türkiye’nin sorunlarını aşması bizim de menfaatimize istiyoruz. Çünkü Türkiye’yi çok güçlü ekonomik bir partner ortağımız olarak görüyoruz” 

Üçüncü yıldönümünde AB ile Türkiye arasında varılan mülteci anlaşmasını nasıl tanımlarsınız? Bir başarı olarak mı? Sonuç beklentiyi karşıladı mı?

Mart 2016’da varılan Türkiye-AB mülteci anlaşması iki ana konuyu ele almaya çalışıyor: Bunlardan ilki, yasadışı göçmenler de dahil [Yunan] adalarına giden kişilerin ve denizde hayatını kaybedenlerin sayısını azaltmak. Anlaşmadan sonra bu sayılarda ciddi bir düşüş oldu. Hem AB hem de Türkiye olarak anlaşmanın amacını yerine getirdiğine inanıyoruz. Anlaşmanın bir diğer önemli bileşeni ise AB’ye geçiş için hukuki bir yol sağlaması.  Yeniden yerleştirme programı sayesinde şu ana kadar Türkiye’den AB’ye 20 bin  kadar kişiyi yerleştirebildik. Adalara ulaşan yasadışı göçmenlerin Türkiye’ye geri dönüşünün de yasal yolunu açıyor.

 

AB-TÜRKİYE MÜLTECİ ANLAŞMASI

AB anlaşmaya tam olarak riayet etti mi? Söz verilen finansal yardım mültecilere ulaştı mı?

2016’da Türkiye’deki mülteciler ve onlara ev sahipliği yapan toplumlar için 3 milyar Avroluk destek paketi üzerinde mutabık kaldık. İhtiyaç halinde ikinci bir dilimin sağlanabileceğini ifade ettik. Şimdi ikinci 3 milyarlık paket geliyor. İlk destek paketiyle 72 proje finanse ettik. Para projelerin uygulanma sürecinde aşama aşama ödeniyor. Mesela Kızılay Kartı dağıtıldı; bu nakit kartla hak sahibi mülteciler her ay 125 TL alıyor. Okullar inşa ediyoruz. Nihai ödeme tamamlanmadan öğrenciler eğitime başladılar bile. Bu nedenle ne kadar para ödendiğinden ziyade sonuca bakmayı tercih ediyorum. 200 okul inşa ettik, iki hastane inşaat aşamasında. Nisan ayında Hatay’da temel atma töreni yapılacak; diğer hastane Kilis’te inşa edilecek. Ülkenin dört bir yanında sağlık kliniklerine, doktor ve hemşireler için eğitim merkezlerine destek verdik, Türk toplumu ile Suriyeli mültecilerin bir araya gelebileceği toplum merkezlerine fon desteği sağlıyoruz. Desteğimizin görünür bir çok izi var.

Vize serbestisi de anlaşmanın bir parçasıydı. O konuda bir gelişme var mı?

Mart 2016 anlaşmasında vize serbestisi sürecinin hızlandırılacağı ifade ediliyor. Vize serbestisi sağlanmadan önce, 72 kriterin yerine getirilmesi konusunda Türk hükümetiyle mutabakata vardık. Bunların 67’si yerine getirildi. Kalan beş taneden biri daha aralık ayında tamamlandı; hükümetin biometrik pasaport temin edip dağıtmasına yardımcı olduk. Zor kriterler kaldı. Bunlardan biri terörle mücadele yasası. Veri koruma ile ilgili ele alınmayı bekleyen bir konu daha var. İlgili mevzuatın güncellenmesi gerekiyor. Türk Dışişleri Bakanlığı bu konularda çalışma grupları oluşturdu. Ne durumda olduğumuzu anlayabilmek için onlardan gelecek raporları bekliyoruz. Vize serbestisinin teknik süreci devam ediyor. 

 Türkiye anlaşmaya tam olarak riayet etti mi?

Bizim açımızdan evet. Türkiye Yunan adalarından yasadışı göçmenleri geri alıyor. Farklı sebepler dolayısıyla Türkiye, Yunanistan ile olan ikili geri kabul anlaşmasını askıya aldı. Ancak bu adalarla değil, kara sınırıyla ilgili. Adalar konusunda oluşturulan yapı işliyor. Daha fazla geri dönüş olabilirdi; ancak bu Yunanistan’ın hukuk prosedürüne de bağlı. AB üyesi ülkeler, Yunanistan’a başvuruların değerlendirilmesinde yardımcı olacak personel desteği teklif etti. Anladığım kadarıyla bu konuda yeterince personelleri yok. Ayrıca bir dosya incelenip karara bağlansa bile, mülteci statüsü onaylanmamış bir kişi, Yunan mahkemelerine temyiz için başvurabilir. Bu da zaman alabiliyor. Ancak nihai karar alındığında, Türkiye anlaşma gereği bu kişileri geri alıyor. Yani sistem işliyor.

 

AVRUPA’YA MÜLTECİ AKINI

AB’ye yönelik mülteci akını bugün ne durumda?

Avrupa’ya göçte üç ana güzergâh var: Batı Akdeniz yolu, Sahra Çölünün güneyindeki Afrikalılar tarafından kullanılıyor ve bu kişiler Fas yoluyla genelde İspanya’ya geçiyor. Burada 2018’de ciddi bir artış yaşandı. İkinci güzergâh, Orta Akdeniz yolu; burada da Libya ve Tunus’tan Malta ve İtalya’ya gelenler var. Burada 2018’de düşüş yaşandı. Sahra Çölünün güneyi ve Doğu Afrika’dan gelenler bu yolu kullanıyor. Diğer güzergâh ise Türkiye’den adalara veya kara sınırından [Yunanistan’a] ulaşan Doğu Akdeniz yolu. Ayrıca Karadeniz’den Bulgaristan’a ve güneyde de Kıbrıs’a doğru bir hareket de var. Genel olarak 2018’de sayılarda bir düşüş yaşandı. Toplamda 150 bin kişi geldi. 

Bu kişiler hangi ülkelerden geliyorlar çoğunlukla?

Sahra altı Afrika, Doğu Afrika… Nerede ekonomik veya politik bir kriz varsa oradan. Afganların sayısında büyük bir artış var. Suriyeliler ise artık daha az sayıda geliyorlar duvar inşa edildiğinden. DAEŞ’in son günlerinde Irak’ın Musul bölgesinden çok sayıda Iraklı geldi. Ancak onların da sayısı azaldı. Şu anda en yoğun olan Afganlar. 

Rıhtıma yanaşmalarına verilecek izinlerde yaşanan gecikmeler dolayısıyla denizde haftalarca beklemek zorunda kalan mülteci kurtarma gemileri hakkında haberler okuyoruz. Bu sorunun kaynağı nedir?

2-3 yıl önce Avrupa Komisyonu bir öneride bulunarak gelen mültecileri AB üyeleri arasında bölüşmeyi teklif etti. Bazı üyeler bu öneriyi kabul etmediler ve mültecilere mali veya lojistik destek gibi farklı şekillerde yardım etmeyi tercih ettiler. Son altı ayda, İtalya’ya varan gemilerle ilgili büyük bir sorun oluştu. Yeni hükümet, gemilerin hangi limanları kullanabileceklerinin belirlenmesini istedi, ancak bu gerçekleşmedi. Ayrıca denizdeki kurtarma operasyonlarının yürütülme biçimiyle ilgili de bir sorun var; kimlerin kurtarma çalışması yapabileceği, nasıl yapacağı ve nereye gidecekleri ile ilgili. Bunlar karmaşık ve çözülmesi zaman alacak konular. Öte yandan üye ülkeler kurtarma botlarını kabul etmeye devam ediyor.  

Bu durum AB’nin ortak bir göç politikasının olmayışından kaynaklıyor olabilir…

Avrupa Komisyonu ortak bir AB iltica politikası teklif etti ve bu konu üye ülkeler tarafından halen tartışılıyor. Bir çok bileşen söz konusu; mülteciler nereye gitmeli, ne tür bir destek verilmeli ve AB’nin dış sınırları nasıl korunmalı gibi.

2016-2019 arasında Türkiye’ye kaç yasa dışı göçmen geri gönderildi? Bu sayı tatmin edici mi?

Şu an itibariyle bu sayı 2000 civarında. Daha fazla olabilirdi ancak, karar alınana kadar geçilmesi gereken bir hukuki süreç var. Türk çalışma arkadaşlarımızdan anladığım Türkiye’nin daha fazlasını almak konusunda istekli olduğu.

Türkiye’nin geri aldığı yasa dışı göçmenlerle ilgili prosedür nasıl işliyor?

Türkiye’nin üçüncü ülkelerle ikili anlaşmaları var. Bazıları o ülkelere geri gönderiliyorlar. Türkiye çapında nakil (relocation) merkezleri var. Gidecekleri yer ile ilgili karar çıkana kadar oralarda tutuluyorlar. Bu merkezlerin düzgün altyapısı ve gereken desteğe sahip olması için mali destekte bulunuyoruz.

Sizce Türkiye’de gerçekleştirilen AB projelerinden en etkileyicisi hangisi?

Ülke çapında tarım ve kırsal kalkınma ile ilgili projeleri destekliyoruz. Buna eko turizm, pestisit ve herbisitlerin doğru kullanımı ve yeni sulama metotları da dahil. Yaptığım gezilerden ve insanlarla sohbetlerimden edindiğim izlenimlerden bu projelerin en etkili ve taktir toplayan projeler olduğunu söyleyebilirim. 

Arap Baharı ile birlikte başlayan olaylarda AB’nin duruşunu yeterli buluyor musunuz, yoksa bölgede daha etkili bir rol alınması bağlamında ıskalanan bir fırsat mıydı?

2011’de bu olaylar başladığında Brüksel’de Ortadoğu sorumlusu olarak görev yapıyordum. O dönem temel haklar ve demokrasinin teşviki olarak algılandı. Ben ise durumu devlet ile vatandaş arasındaki ilişkinin yeniden tanımlanması için bir girişim olarak gördüm. Şimdi birçok kişi Arap Baharı’nın ‘Arap Kışı’na döndüğünü düşünüyor. Ben daha az şüpheciyim çünkü 2011’den beri çok önemli şeyler oldu ve sanıyorum ki o ruh hâlâ orada. Aralık 2010’da Tunus’taki olaylar ekonomik sebeplerle çıkmıştı. Sokakta malını satamayan umutsuz bir adam kendini yakmıştı. Bu ülkelerin ekonomik sorunlarını ele almalarına yardımcı olmaya çalıştık; örneğin Mısır ve Tunus için ekonomik ve mali destek yaratmaktan sorumlu görev güçleri oluşturduk. Unutmamalıyız ki bu ülkeler bizim yakın komşumuz. Onlarla işbirliğinde olmak ve istikrarlı bir yolda olduklarından emin olmak bizim de yararımıza. Daha fazlasını yapabilir miydik? Başkaları daha fazlasını yapabilir miydi? Bunun hakkında bir yargıya varmak güç.

ABD Suriye’den çekilmeye hazırlanıyor. AB’nin Suriye’de rolü değişir mi bu durumda?

Pozisyonumuz başlangıçtan beri aynı. Suriye için siyasi çözümden yanayız. Bu çözümü Suriyelilerin kendileri için gerçekleştirmelerini istiyoruz. Askeri müdahalenin sorunu çözeceğine inanmıyoruz. 13-14 Mart’ta Brüksel’de Suriye konferanslarının üçüncüsünü gerçekleştireceğiz. Bu yılki toplantıda yine siyasi konulara ağırlık verilecek. Suriye konusunda Türkiye ile çok yakın bir işbirliğimiz var; çünkü AB ve Türkiye aynı hedefi paylaşıyoruz; siyasi çözüm bulunmasını. Türkiye Astana sürecindeki en yakın müttefikimiz.

 

“TÜRKİYE ÖNEMLİ BİR TİCARİ ORTAK”

Türkiye AB için önemli bir ticari ortak. Son ekonomik durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Junker bu yaz önemli bir açıklama yaparak güvenli, demokratik ve istikrarlı bir Türkiye görmek istediğimizi ifade etti. Bunu ekonomik anlamda da söyledi. Türk ekonomisinin yara alması bizim faydamıza olan bir durum değil. Tam tersine; çünkü Türkiye ile AB arasında çok sıkı bir ekonomik bağ var. Ticaret rakamlarına bir bakın: Türkiye’nin dış ticaretinin yüzde 50’sinden fazlası AB ile. Doğrudan yatırımın yüzde 80’den fazlası AB’den geliyor. Türk firmalar AB’nin tedarik, dağıtım ve üretim zincirinin bir parçası. Türkiye gümrük birliğinin bir parçası. Elimizden geldiğince yardım etmek istiyoruz. İlgili dış politika konularında Türkiye ile birlikte çalışıyoruz. İki örnek vereyim: birincisi ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları. İran ile iş yapan bir çok Türk firması var. Bizim de aynı sorunumuz var ve Türkiye ile ortak çalışıp bu durumun olumsuz ekonomik sonuçlarını engellemeye çalışıyoruz. İkincisi çelik ve alüminyum konusunda ABD tarafından getirilen ek tarifeler. Dünya Ticaret Örgütünün Cenevre’de süren bir davası var bu konuda. Sorun ne olursa olsun, Türkiye’nin bunları aşması bizim de menfaatimize çünkü Türkiye’yi ekonomik ortağımız olarak görüyoruz.

AB-Türkiye ilişkilerinin ilerlemesini engelleyen en önemli konular nelerdir?

Bazı siyasi konular var. Gümrük Birliği bunun bir örneği. Var olan gümrük birliği anlaşmasına göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türk pazarına erişimi ve Türk limanları ile hava sahasını kullanıyor olması gerekiyor. Ancak bu gerçekleşmediği için yarattığı bir etki var. Komisyon tarafından ülke raporunda da ifade edildiği gibi, bir diğer konu hukukun üstünlüğü ve temel haklar konusu. Junker birçok defa 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından ilan edilen olağanüstü hal kapsamında alınan tedbirlerle, Türkiye’nin AB prensiplerinden uzaklaştığını hissettiğini belirtti. Böylece AB üyesi ülkeler gümrük birliği anlaşmasının güncellenme çalışmalarına devam etmeme kararı aldı. AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn, kasım ayındaki Türkiye ziyaretinde Komisyonun taslak müzakere yetkisini elinde bulundurmaya devam ettiğini ve gümrük birliğini derinleştirmenin her iki taraf için de ekonomik açıdan yararlı olduğunu düşündüğünü belirtti. Ancak güncelleme konusunda bir çalışma yapılmadı. Var olan anlaşma hâlâ işlemeye devam ediyor. Ancak tarım ürünleri, hizmetler ve kamu ihaleleri kapsam dışında. Şu anda Türkiye’de bu kararı etkileyecek önemli gelişmeler yaşanıyor. İçişleri, dışişleri, adalet ve maliye gibi kilit role sahip bakanlıkların oluşturduğu Reform Eylem Grubu, Avrupa norm ve standartları ile Avrupa Konseyi ilkeleri temelinde reformların uygulanması için ağustosta ve aralıkta toplandı. Henüz bu reform çabasının sonuçlarının ne olacağını bilmiyoruz ama bu tartışmaya bir etkisi olacağını düşünüyorum. 

11 yıl boyunca İsrail ve bölgede yaşadınız ve farklı görevlerde bulundunuz. AB-İsrail ilişkilerini nasıl değerlendirirsiniz?

İsrail’i bölgede çok önemli bir ortağımız olarak görüyoruz. Güçlü bir ilişkimiz ve iyi işleyen bir ortaklık anlaşmamız var. Bazen, Filistinlilerle ilgili siyasi konularda görüş ayrılıklarımız olabiliyor. Ancak bu durum uzun yıllardır kurduğumuz çok yakın ilişkiyi eksiltmiyor. Ortadoğu direktörü olduğum dönemde birçok anlaşma için görüşmelerde bulunduk. Bunlardan biri de şu anda Türkiye ile de görüşmekte olduğumuz havacılıkla ilgili bir anlaşmaydı. Ortadoğu Barış Süreci ile ilgili pozisyonumuz geçen yıllar boyunca hep aynı kaldı: İki tarafın da ayrıntılarında anlaştığı iki devletli bir çözümden yanayız. Örneğin sınırın nerede olduğunu söylemiyoruz; bunu onların müzakere etmesi gerekiyor. Kudüs konusunda ise Doğu Kudüs’ün gelecekteki Filistin Devleti’nin başkenti olmasını hiçbir şeyin engellememesi gerektiğini düşünüyoruz. Dörtlünün bir parçasıyız ve bu konuyla ilgilenen özel bir AB temsilcimiz var. ABD’nin bu konuda öncü bir rol oynaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda o kadar çok şey yazıldı, söylendi, o kadar çok fikir tartışıldı ki... Çözümü kolay bir konu değil.

 

AVRUPA’DA ANTİSEMİTİZM

Araştırmalar ve başta Fransa’dan olmak üzere AB ülkelerinden göç eden Yahudilerin sayısı, Avrupa’da antisemitizmin artmakta olduğunu gösteriyor.  Bu konuda AB’nin uygulamakta olduğu veya uygulamayı planladığı önlemler neler?

Viyana’daki AB Temel Haklar Ajansımız geçen sene bu konuda bir anket yaptı ve bu ankette, önemli sayıda bir Yahudi nüfusun [Avrupa’dan] ayrılmak istediği veya ayrılmayı düşündüğü ortaya çıktı. Bunun bir endişe kaynağı olduğunu düşünüyorum. Junker Holokost Anma Gününde şöyle konuştu: “Antisemitizm şeytanının yeniden yükselişte olduğunu görmek bir utançtır. Birçok Yahudi Avrupa’daki geleceklerinden endişe ediyor. Avrupa, Avrupa’daki insanların geleceklerinden endişe etmesine izin vermemelidir.” Bu sözlerin bu soruna ciddiyetle eğilinilmesi gerektiğini hatırlatan çok kuvvetli bir gösterge olduğunu düşünüyorum. Bir antisemitizm koordinatörümüz var. Avrupa’daki Yahudi kurumlarının güvenliği dahil bir çok konuda çalışmada bulunan yüksek düzeyli çalışma grupları var. Son iki dönem başkanı Avusturya ve Romanya, antisemitizm tanımının ülkelerinde kabul ettiler ve Avrupa çapında kabul edilmesine öncelik veriyorlar. Sorun tanınıyor ve bu konuda kurumlar gereken adımları atmak için çalışıyor.

Yeni yılla birlikte Belçika’da kaşer ve helal et yasaklandı. Bu durum AB’nin din özgürlüğü prensibi ile çelişmiyor mu?

Avrupa’nın bakış açısıyla başlayalım. AB Temel Haklar Sözleşmesinde din özgürlüğünü ve dini ritüellerin yerine getirilmesini koruyan bir madde var. Bu, sözleşmede temel bir ilke olarak yer alıyor. 2009 yılındaki Konsey tüzüğü hayvanların nasıl kesilmesi gerektiğine dair kuralları içeriyor. Bu tüzük dini kesimler için, mezbahada kesilmesi şartıyla, bir istisna öngörüyor. Yani Avrupa açısından bir sorun yok. Avrupa Mahkemesinde helal etle ilgili bir dava vardı. Mahkeme, Temel Haklar Sözleşmesinin din özgürlüğü ile ilgili 10. maddesinin ötesine geçmemeleri koşuluyla, üye devletlerin Konsey kurallarından farklı önlemler alabileceğine hükmetti. Benim mahkeme kararından anladığım şey şu; hijyen kurallarına riayet edildikçe, bazı hayvan koruma kurallarına uyuldukça ve kesim mezbahada yapıldıkça dini et kesimine izin veriyor. Şu anda Belçika Yahudi Toplumunun açtığı ve hala devam eden bir dava da var bu konuda.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün