“İnsanlığa format atılması lazım”

Ali Yalçıner’in kaleme aldığı ‘Tebeşir İzi’, sıradanlaşan faşizmin, aile ve toplumdaki etkisini, 1930’ların Almanya’sında bir anne-kızın üzerinden anlatıyor.

Zehra ÇENGİL Sanat
27 Şubat 2019 Çarşamba

  

Bertolt Brecht’in bir şiirinden esinlenerek Ali Yalçıner’in kaleme aldığı müzikal oyun Tebeşir İzi, halk tarafından benimsenerek sıradanlaşan faşizmin aile ve toplum üzerindeki yıkıcı etkisini, 1930’ların Nazi Almanya’sında vurucu bir anne- kız hikâyesi üzerinden anlatıyor. Oyunun başrol oyuncuları Fulya Özcan, Ayşegül Yalçıner ve yönetmen Ali Yalçıner ile geçmişten günümüze cehaletin insan üzerindeki etkilerini, oyuna hazırlık süreçlerini ve sanatın toplumları bilinçlendirmedeki rolünü konuştuk. Tebeşir İzi, 5 Mart’ta Kadıköy BOA Sahne’de sahnelenecek.

 ‘Tebeşir İzi’ oyunundaki rollerinizden bahseder misiniz?

Fulya Özcan: 16 yıl aradan sonra bu oyunla tiyatroya geri döndüm. Konusu ve oynadığım karakter beni cezbetti. Almanya’da Yahudi dul bir kadının evladıyla çatışması anlatılıyor. Bu, beni çok etkiledi.

Ayşegül Yalçıner: Almanya’da II. Dünya Savaşı döneminde geçiyor oyunumuz. Evin kızını oynuyorum. Hayatın farkında olmayan ama biraz da çıkarcı bir kişilik. Güç ve iktidar aşığı. Annesi inançlı, kız ise değil. O yüzden çatışmalar yaşıyorlar.

“OYUNUMUZDA İÇİ BİR LOKMA CIZ EDEN, İNSANDIR”

 Oyunda faşizmin aile ve toplum üzerindeki yıkıcı etkisi anlatılıyor. Çağımızın vebası faşizm ve ırkçılıktan kurtulmak için sizce aileler çocuklarına nasıl bir eğitim vermeli?

A.Y: Her şeyden önce insan olduğumuzun farkına varmak lazım. Yahudi, Hıristiyan, Kürt, mezhebin, dinin, dünyaya geldiğin yerin de önemi yok. Biz insanız ve hepimizin barınma yeme-içme gibi ihtiyaçları var. Birbirimizden farkımız yok. Kimse kendini üstün görmemeli. Eşit bir dünya kurulması gerektiğini insanların çocuklarına aşılamaları lazım.

F.Ö: Hitler’i hiç sevmem. Bir gün onunla ilgili bir oyunda oynayacağım aklıma gelmezdi. O zaman Yahudilerin neler çektiğini okuduğum kitaplarda, seyrettiğimiz filmlerde gördük. Auschwitz Kampını hiç unutmuyorum. Onun için minnacık da olsa bir mesajım olur amacıyla isteyerek, severek katıldım oyuna. İnsanlar önce çocuklarına kitap okumayı öğretsin. Geri kalan her şey çözülür. Oyunumuzda söylediklerimizden insani olarak bir şeyler anlayıp, içi bir lokma cız eden, insandır.

 Fulya Hanım, 16 yıl sonra sahnelere döndünüz. ‘Tebeşir İzi’ sizi bu kadar çok mu etkiledi?

F.Ö: İlk başlarda ezber biraz korkuttu. Şimdiye kadar hep vodvil oynamıştım. İlk geceyi unutmam, çok acı verdi. Eve gittiğimizde ise oğlum benimle gurur duyduğunu söyledi. O da bana yetti.

 Gazanfer ve Gönül Ülkü Özcan gibi bir ekolden gelince insan kanına giren tiyatro sevdasına engel olamıyor mu acaba?

F.Ö: O kan litre litre geliyor; bende bir litre varsa Tarık’ta 10 litre vardır. Babam Şehir Tiyatrosu’nda bu tarz oyunlarda oynamış. Beni ise hiç oynatmadı. Benim işim çok daha zordu. Yönetmenimiz Ali Yalçıner bütün kaygı ve korkularımı aldı.

 Bir Nazi subayı olan Thomas Weichling’e âşık olan kız ve annesinin gelgitlerinin naif bir çekişmeyle işlendiğini görüyoruz. Annenin her zaman vurguladığı şey ise onuruyla yaşıyor olmak. Onurlu ve erdemli bir hayatı yaşamayı seçmek, sizce insanın önüne engeller çıkarabilecek bir durum mu?

F.Ö: Her zaman çıkarır. Şu anda etrafımda onuruyla yaşayıp da çok parası olan birini görmüyorum. Ben dizide çalışmıyorum. Zengin olduğum için değil, kendime acıdığım için. Bizim dönemle hiç alakası yok. Mesela dizilerde meşhur olan biri sahneye çıkıyor ve o salon doluyor. Elini ayağını kullanamayan insan sırf tanınıyor diye sahneye bu kadar çabuk çıkamaz. Tiyatro er meydanıdır. Dizilerde gençlerle çalıştım mesela, kapris, kıyamet. Ben Adile Naşit’ten, Suna Pekuysal’dan “Daha ne kadar bekleyeceğim?” cümlesini hiç duymadım.

A.Y: Günümüz insanı daha farklı yaklaşıyor. Çıkarcılık, kolay şöhret gibi kaygılar olduğu için onur, erdem, paylaşmak gibi kavramlar geri plana atılıyor. İlişkiler daha maddi.  Sahne, seyircinin iyi bir şey izlemediğinin farkına varınca bunları kusuyor. Bir insan ne kadar az şey biliyorsa, o kadar çok egosu oluyor.

“GENÇLİĞİMDE İNSANLAR ETNİSİTE ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRİLMEZDİ”

 Seslendirilen şiirlerden birinde “Komşular, bir zamanlar ekmeğimizi paylaştığımız komşular... Hiç düşünmeden gammazlıyor birbirlerini. Gün gelip kendi gammazlanmayacak gibi” diyor. Tarihe baktığımızda toplu pogromlarda hep umulmayacak kişilerden gelen ihanetler var. İnsanoğlu güven duygusunu kaybediyor sanırım... Bunu yeniden nasıl inşa edebiliriz?

A.Y: Kültür ve eğitim politikasının farklı olması lazım. Ortaokuldan çok yakın bir arkadaşım vardı, Mirit. Kardeş gibi büyüdük. Ona ‘Yahudilerin en güzeli’ derdim, o bana ‘Müslümanların en güzeli’. Geçen sene “Artık nefes alamıyorum burada” dedi ve İsrail’e gitmek zorunda kaldı. İnsanız, nerede olursak olalım o ülkeye emek veriyorsak bunun bir karşılığı olmalı.

Ali Yalçıner: Sadece bu ülkeye değil, insanlığa format atılması lazım gibi hissediyorum. Çıkar ilişkilerinin olduğu, bencilliğin her geçen gün daha fazlalaştığı bütün toplumlar için bu böyle.  Her şey paraya dayanıyor.  Buna ulaşmak için insanlar değer yargılarından vazgeçiyor. Ben büyürken mahalleli olmak daha önemliydi. Son 20 yılda şu Kürt, bu Ermeni, bu Yahudi diye duymaya başladım. Gençliğimde insanlar etnisite üzerinden değerlendirilmezdi. Brecht’in ‘Tebeşir Haçı’ şiirinden yola çıkarak bu metni oluşturduk.  Bu kız gibi faşizmle iş tutan herkesin sonu kötü oluyor.

 Halk ne kadar cahil olursa o kadar kolay kandırılıyor. Cehaletle mücadele etmek için ne yapmak gerekiyor?

Ali Y: Biz tiyatrocuyuz, başka mesleğimiz yok. Karı koca ekmeğimizi bu işten kazanıyoruz. Başka oyunlara dekor yapıyoruz, yazıyoruz, yönetiyoruz.  Bu oyun neyi değiştirecek? Hiçbir şeyi... Biz içimizde biriken duyguyu tiyatro sahnesinden bağırıyoruz seyirciye.

Ayşegül Y: Kapı kapı dolaşıp herkese biraz daha fazla kitap okuyun diyemiyoruz ama oynadığımız oyunları daha sosyal içeriği zengin ve toplumsal gerçekçiliği olanlardan seçiyoruz. Popüler oyun yapmak çok daha kolay. Onların seyircisi çok daha fazla ama biz hayata dair bir derdimiz olduğu için tiyatro yapıyoruz.

“OYUNA HAZIRLANIRKEN SALYA SÜMÜK AĞLADIK”

 Holokost hakkında yazılar okumuş muydunuz ya da araştırmalarda bulundunuz mu? Bu insanlık suçuna eleştirel gözle bakan bir oyunda yer almak ve bu oyunu yönetmek neler hissettiriyor?

Ali Y:  Acı veriyor, canımızı acıtıyor. Oyunun hazırlık sürecinde o kadar çok seyrettik, okuduk ve araştırdık ki… Hitler sahneleri için 1,5-2 ay boyunca Hitler konuşmaları dinledim ve artık gece rüyama girmeye başladı.  Seyrettiğimiz filmler... Salya sümük ağladık ve perişan olduk. Neden? İnsanız. Azınlık kelimesi beni acayip rahatsız ediyor. Aklımın almadığı, halk nasıl galeyana gelip kendi komşusunu yok etmeye çalışır?

Ayşegül Y: Anlattığım gibi çocukluk arkadaşımla beraber büyüdük. Yaşadıklarını birebir biliyorum, sonra araştırmaya başlamıştım. Bu gerçekten insanlık suçu.  Bir insanın vicdanı böyle şeylere nasıl el verir? Kâbus ötesi. Yaşamadım ama yaşamış gibi hissediyorum.

 Oyuna adını veren ‘Tebeşir İzi’ hikâyesinde Thomas sivil kıyafet giyip işçi bulma kurumunun önüne gidiyor ve hükümete sövüyor. Bunu duyan işçilerden olaya katılanların sırtına vuruyor ve tebeşir izi sayesinde onları yakalatıyor. Jurnalcilik hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ali Y: Ajanlı aptal Amerikan filmlerini çok severim; bazen kafamı boşaltmak için izlerim. O filmlerde ajanı kullanan, ajana hiç güvenmez yani jurnalciyi kullanan da jurnalciye güvenmez. Çünkü bir tık fazlası verildiğinde karşı tarafa geçeceğini bilir.

Ayşegül Y: Sistem, işini bitirdiği insanı kenara atıyor. İhbar edenler ve onlara hizmet eden her şey bir basamak, o hizmet bitince de yok edilecekler.

 

“İMKÂNIMIZ OLSA DA ‘TEBEŞİR  İZİ’Nİ İSRAİL’DE SERGİLESEK”

 İnsanlar ‘Tebeşir İzi’nden hangi duygularla ayrılacak?

Ali Y: Rahatsız olacaklar. Nazi Almanya’sını anlatıyoruz. Seyircinin komedi oyunlarını bırakıp, artık bir şeyler söylemeye çalışan oyunları desteklemesi gerekiyor. Söz söylüyor, görselliği iyi. Üzülecekler, hayat o kadar kolay değil. Bir şeyleri düşünmeden, bir şeyler hakkında iki satır karalamadan, hayat oradan, buradan duyulan lafları sosyal medyada paylaşmak gibi olmuyor.  Brecht’in dediği gibi “Şarkı da söylenmeli karanlık zamanları anlatan”. Biz karanlık zamanları anlatan bir şarkı söylüyoruz.

Ayşegül Y: Rahatsız oluyorlar da zaten. İzleyenler etkileniyor. Hissederek oynuyoruz. Melike Demirağ izledi, “Bu oyunla karanlığa ışık olmuşsunuz” dedi. Bunlar bizim için motive edici.  İzleyip etkilenen seyirciler bizimle iletişim kuruyor. Finalde seyircinin gözüne baktığımızda aldığımız duygu alışverişi muazzam.

TEBEŞİR İZİ, Kadıköy’ün ardından 15 Mart İzmir Güzelbahçe, 23 Mart Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi, 17 Nisan’da da İzmir Narlıdere’de olacak. Keşke imkânımız olsa da İsrail’e gidip bu oyunu oynayabilsek.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün