Bir ressamın gözünden Van Gogh

Julian Schnabel’in senaryosunu J. C. Carriére ile yazdığı ‘SONSUZLUĞUN KAPISINDA’ kariyerinin en felsefi içerikli filmi

Viktor APALAÇİ Sanat
27 Şubat 2019 Çarşamba

Minelli, Altman, Pialat gibi güçlü yönetmenlerden sonra, Van Gogh’u anlatmak en çok ressamlıktan gelme Julian Schnabel’e yakıştı. Edebi değeri yüksek filmde, 88’inde üretkenliğini sürdüren senaryo yazarı Jean Claude Carriére’in etkisi hissediliyor. Filminin Van Gogh’un hayatının bire bir yansıması olmadığına vurgu yapan Schnabel, acılı ressamın geçirdiği buhrana ve varoluş sorgulamasına odaklanıyor. Uluslararası bir oyuncu kadrosunu barındıran filmde, ünlü isimleri 3-5 dakikalık rollerde görüyoruz. Venedik’te En İyi Aktör seçilen Willem Dafoe, Van Gogh’a olan fiziki benzerliğinin de avantajından faydalanıyor.

Vincent Van Gogh’un 37 yıllık kısa ama acılar içinde geçen hayat öyküsünü sinemada Vincent Minelli, Robert Altman ve Maurice Pialat gibi güçlü yönetmenler anlattı.

Ancak dahi ressamın sevgisiz, arkadaşsız, çılgınlığın eşiğinde geçen ömrünü sinemaya aktarmak, en çok ressamlıktan gelme Julian Schnabel’e yakıştı.

Ressam arkadaşı Jean Michel Basquirat ile resim sanatının Yeni Dışavurumculuk akımının liderleri arasına giren, Houston Üniversitesindeki tahsilinden sonra ressam ve heykeltıraşlık mesleğini seçen Julian Schnabel, çok yönlü bir sanatçı olduğunu kariyerindeki altı filmle kanıtladı.

Schnabel, ‘Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında/At Eternity’s Gate’ için kendine yaşlı ama çok deneyimli bir yol arkadaşı seçti: Dahi senarist Jean- Claude Carriére.

Pierre Etaix ile birlikte yazıp yönettiği ‘Mutlu Yıllar/Hereux Anniversaire’ (1963) ile ilk Oscar Ödülü’nü kazanan, Akademi’nin 2015’te kendisine bir Onursal Oscar Ödülü sunduğu Fransız senaryo yazarı, 88 yaşında üretkenliğini sürdürdüğünü ‘Van Gogh’ filmiyle kanıtlıyor.

Schnabel’in de aralarında bulunduğu üçlü bir senaryo ekibinin doyumsuz güzellikte bir edebi metin kazandırdığı film, en isabetli kararını başrol seçiminde alıyor.

Van Gogh’a fiziki benzerliğiyle, müthiş oyun gücüyle Willem Dafoe belki de sinemada bu rolü canlandıran en iyi aktör oluyor. Filmin olağanüstü zenginlikteki oyuncu kadrosunda, 3-5 dakikalık rolleri kabul eden Mathieu Amalric, Emmanuelle Seigner, Mad Mikkelson, Niels Arestrup, Anne Consiguy, Vincent Perez gibi birinci sınıf uluslararası şöhretler var.

Resim sanatının en gizemli, en saygın figürlerinden Vincent Van Gogh’a (1853-1890) odaklanan ‘Sonsuzluğun Kapısında’, özel ve özgün bir sanat güzellemesi. Film ressamın Paris’teki gençlik yıllarından, kadınlarla yaşadığı düş kırıklıklarından, Tolouse Lautrec, Pissaro gibi ünlü ressamlarla yaşadıklarından hiç bahsetmiyor. Paris’te tanıştığı, hayatına yön veren Paul Gaugin ile yaşadıklarına odaklanan film, Güney Fransa’daki Arles kasabasında ve son günlerini geçirdiği (Paris’in banliyösündeki) Auvers Sur Oise’da geçiyor. 

Auvers Sur Oise’de bir kış günü

Bizleri büyülü, hüzünlü ve dramatik bir yolculuğa götüren film, Van Gogh’un hayatının son 3-4 yılında yaptığı tablolar ile resim dünyasının ölümsüzleri arasına karıştığını gösteriyor. 900 yağlıboya ve suluboya resim ile 1100 karakalem resim yapan Van Gogh, hayatta iken bir tek tablosunu satabilmişti.

Filmde Van Gogh, Arles kasabasındaki Saint-Remy akıl hastanesinde yatarken, iyileşip iyileşmediğine karar vermek için kendisini çağıran rahibe yaptığı konuşmada müthiş bir tespitte bulunuyor: “İsa Peygamber’in de hayatta iken kıymeti bilinmiyordu. Ölümünden sonra değeri ortaya çıktı.”

Schnabel- Carriére ikilisi, Van Gogh’un ölümünden sonra Paris’te Bağımsız Sanatçılar sergisinde teşhir edilen eserleriyle bir anda ünlü oluşunu, akıl hastanesinde kendisini tedavi eden, sonra portresini yaptığı Doktor Gachet adlı tablosunun 1990 yılında 82 milyon dolara satıldığını hatırlatıyor.

Film, ressam olma tutkusuyla yanıp tutuşan Dr. Paul Ferninand Gachet’in Van Gogh’a olan kıskançlığından, ressamın doktorun güzel kızı Margueritte’in piyano çalarken portresini yaptığından bahsetmiyor.

Film, ressamın hayatının son haftalarında neler oldu, hangi ani olayları yaşadı, intihara olan meylinin temelinde neler olabileceği sorularına cevap arıyor.

1988’de Tolouse Lautrec’in fikri ve Paul Gaugin’in telkiniyle Arles’a taşınan, kendisine misafir olan Gaugin’e usturası ile saldıran, ona kızıp kulağını kesen, tedavi için gittiği akıl hastanesinde halüsinasyonlar gören Van Gogh’un hayatının son aylarını geçirdiği Auvers Sur Oise’da noktalanıyor.

Akıl hastanesinden çıkan ressamı kardeşi Théo Paris’e getirmişti. Civar kasabalardan Auvers Sur Oise’a yerleşen Van Gogh, buradaki kiliseyi tablosuyla ölümsüzleştirdi. Auvers’deki çiftlik evleri, buğday tarlalarındaki selvi ağaçları, buğday tarlaları üzerinde uçan kargalar, buğday hasadına yaslanıp dinlenen köylüleri gösteren ‘La Meridienne ou la Sieste’, kasabanın emektar postacısı Joseph Roulin’in portresi, ölümüne yakın haftalarda yaptığı tablolardı.

Ben iki yıl önce Paris’in kuzeybatısında 27 km mesafedeki Auvers Sur Oise’ı ziyaret etmiştim. Cezanne, Daubigny, Millet gibi sanatçılara ev sahipliği yapan, Oise nehri kıyısındaki bu şirin kasabaya, Van Gogh’un son günlerini yaşadığı coğrafyayı görmek amacıyla gitmiştim.

Yağmurlu bir kış günü, ‘Ressamların Yolu’ adı verilen buğday tarlaları arasından geçen, Van Gogh’a esin kaynağı olan patikalar arasında gezindim. Yan yana yatan Vincent ve Théodore Van Gogh kardeşlerin mezarlarını ziyaret ettim. 

Resim ile sinema sanatını birleştiren film

Julian Schnabel kendi yorumuyla filminde Van Gogh’un bir ressam olarak geçirdiği buhran, varoluş sorgulaması ve sonsuzluğu özümseme gibi kavramların altını çizdiğini söylüyor. Ve filminin ressamın hayatının birebir bir yansıması olmadığına da vurgu yapıyor.

Ömür boyu yoksulluk ve sevgi açlığı içinde yaşayan, mutluluğu tadamayan, kardeşi hariç herkes tarafından dışlanan, insanlardan umudunu kesmiş Van Gogh ‘bir yalnız ruh’ idi. Théo’nun yolladığı 250 franklık aylıkla geçinmeye çalışırdı. Sıkıntı içinde geçen sorunlu yaşantısı resimlerine ilham kaynağı olmuştu.

27 Temmuz 1890 günü daha önceden bulduğu bir silahı göğsüyle karnı arasına ateşledi. Onu ancak iki gün yaşatabildiler. 29 Temmuz’da öldü. Protestanlığı ve intiharı nedeniyle dini tören yapılmadı. Théo’nun girişimiyle oturduğu pansiyonun lokantasında düzenlenen merasimle son yolculuğuna uğurlandı. Théo, ağabeyinin acısına dayanamayıp altı ay sonra vefat etti. Mezarı 1914’te karısının girişimiyle ağabeyinin yanına taşındı.

Van Gogh 30 Mart 1853’te Hollanda’nın güneyindeki Brabant bölgesinde bir köy papazının oğlu olarak dünyaya geldi. Eğitimi yarıda kaldı. 1875’te Londra’da kiracı olarak kaldığı evin kızı Ursula Loyer’e yaptığı evlilik teklifinin reddedilmesi üzerine ilk ruhsal bunalımını geçirdi. Kuzini Kate’e âşık oldu ancak evlenme teklifi yine reddedildi. Bir süre Christine adlı bir fahişeyle yaşadı. Evlenmeyi düşündüğü komşusu Margot’un intihar girişimi Vincent’in hayatını büsbütün altüst etti.

Filmde art arda gelen başarısızlıklarla yıkımın eşiğine gelen Van Gogh’u (Schnabel ile evvelce ‘Miral’ filminde çalışan) Willem Dafoe canlandırıyor. Son Venedik Festivali’nde bu rolüyle En İyi Erkek Oyuncu seçilen aktör Oscar’ın da adayları arasında…

Filmin uluslararası oyuncu kadrosunda, Paul Gaugin’i canlandıran Guatemala doğumlu Oscar Isaac, Théo’yu oynayan İngiliz Rupert Friend, rahipte Danimarkalı Mad Mikkelsen çok başarılı. Fransız oyunculardan (Kelebek ve Dalgıç’taki) Mathieu Amalric, Dr. Paul Gachet’yi, Emmanuelle Seigner, Madame Ginoux’yu, Niels Arestrup, Van Gogh’un tımarhane arkadaşını, Anne Consigny, kasaba öğretmenini, Vincent Perez, yöneticiyi oynuyorlar.

Senarist Jean Claude Carriére’in, Luis Bunnel ile birlikte senaryosunu yazdıkları ‘Burjuvazinin Gizli Çekiciliği’ başyapıtının 1972’de Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını kazandığını, ayrıca Philip Kaufman’ın yönettiği ‘Var Olmanın Dayanılma Hafifliği’ filminin senaryosunu Milan Kundera ile birlikte yazdığını hatırlatalım.

Julian Schnabel ile bitirecek olursak, ilk filmini 27 yaşındayken yüksek dozda uyuşturucudan ölen ressam arkadaşı Jean Michel ‘Basquiat’ anısına 1966’da yaptı.

Kübalı edebiyat adamı Reinaldo Arenas’ın otobiyografik romanından yaptığı ikinci filmi ‘Karanlıktan Önce/ Before Night Falls’ (2000) Venedik’te Jüri Büyük Ödülü’nü kazandı. Filmde Arenas’ı Javier Bardem canlandırdı.

Mathieu Amalric’İn canlandırdığı yazar Jean Dominique Bauby’nin hayatına odaklanan ‘Kelebek ve Dalgıç/The Divingbell and the Butterfly’ (2007) ödüle boğulan filmi oldu.

Schnabel’e Cannes’da ve Altın Küre’de En İyi Yönetmen Ödüllerini kazandıran film, Cesar’da Yılın En İyi Filmi seçildi.

Adını Freida Pinto’nun oynadığı Filistinli bir kızdan alan ‘Miral’ (2010) tam bir fiyasko oldu. Schnabel’in bir önceki filmi ‘Berlin’ (2007) Lou Reed Berlin adlı bir müzisyenin hayatına odaklı idi.

Bir resim sanatçısı olarak Julian Schnabel’İn kederli bir öykü ile Van Gogh’u yorumladığı, sanatsal, düşünsel ve psikolojik filmi ‘Sonsuzluğun Kapısında’, kariyerinin en felsefi içerikli filmi oldu.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün