Bir Zorlu PSM ve DOT ortak çalışması: ´Bırak İçeri Gireyim´

Erdoğan MİTRANİ Sanat
20 Mart 2019 Çarşamba

John Ajvide Lindqvist’in yaşıtlarınca ezilen ve horlanan 12 yaşında bir erkek çocuğu ile çok özel bir kız çocuğun dostluk ve sevgi öyküsü olan ilk romanı “Låt den rätte komma in”i okur okumaz yazarı arayan İsveç’in ödüllü sinemacılarından Tomas Alfredson, kitabın sinema uyarlamasını yönetmiş ve kurgusunu yapmış. Hem eleştirmenlerin hem izleyicilerin büyük beğenisini kazanan, çok sayıda ödül alan ‘Låt den rätte komma in / Bırak İçeri Gireyim / Let the Right One In’ (2008), türünün en iyi filmlerinden biri kabul ediliyor.

Öyküyü üretken İngiliz oyun yazarı Jack Thorne, romandan ve filmden yola çıkarak tiyatroya uyarlamış. Melisa Kesmez’in çevirdiği ‘Bırak İçeri Gireyim’, Murat Daltaban’ın yönetmenliğinde bir Zorlu PSM & DOT ortak çalışması olarak Zorlu PSM Drama’da sahneleniyor.

‘Bırak İçeri Gireyim’, öteki olmanın ağırlığını farklı biçimlerde taşıyan iki çocuğun, Oskar ve Elias’ın arasında filizlenen dostluğun dokunaklı bir ilk aşka dönüşmesinin öyküsü.

(Önemli Not: Konu hakkında ipuçları vermeden yazıya devam etmem mümkün değil. Öyküyü bilmeyenlerin bundan sonraki italik yazıları oyunu izledikten sonra okumalarını öneririm.)

Peş peşe gizemli cinayetlerin yaşanmaya başladığı bir banliyö mahallesinde annesiyle (Şirin Kılavuz Sevinç) birlikte yaşayan Oskar (Atakan Akarsu), okulda onu itip kakan, tartaklayan yaşıtlarıyla baş etmeye çalışırken, yan daireye yeni taşınan komşu kızı Eli’de kafa dengi bir arkadaş bulmuştur. Yaşıtı olan, okula gitmeyen, gündüzleri katiyen dışarı çıkmayan bu gizemli kızın çok uzun bir zamandan beri 12 yaşlarında olduğunun, sonsuz bir yaşamın ve onulmaz bir kan tutkusunun içine hapsolduğunun tabii ki farkında değildir.

Thorne’un uyarlaması, bu iki uyumsuz yeniyetmenin giderek aşka dönüşecek arkadaşlık öyküsünü, vampir öyküsünü aşan, ‘Güzel ve Çirkin’e hatta ‘Romeo ve Juliet’e yakın duran bir tonlamayla anlatıyor. Eli / Elias belki insan değildir; belki de kız bile olmayan bir canavardır. Ama bu canavar Oskar’a etrafındaki bütün insanlardan daha insanca yakınlık ve sevgi göstermektedir…

14 yıldır sahneye koyduğu hiçbir oyunda izleyicisini düş kırıklığına uğratmamış olan DOT’un Murat Daltaban’ı, korku ile aşkı benzersiz bir şekilde harmanlayarak, görselliği, sahnelemesi ve müthiş oyunculuklarıyla yeni bir mucize yaratıyor.

Önce görsellik. Sanat yönetimini ve kostüm tasarımını üstlenen Tomris Kuzu ile Oblique Land’ı Tasarlayan Alper Derinboğaz’ın yarattığı görkemli mekân, Cem Yılmazer ve Kerem Duran’ın müthiş ışık tasarımı ile bütünleşerek bir ‘Alaca Karanlık Kuşağı’ tekinsizliği yaratıyor. Bu devamlı devinebilen, hem soyut, hem müthiş gerçekçi yarı loş ortam, izlenen her türlü şiddet ve vahşeti daha bir inandırıcı kılıyor. Yelda Özkurşun (piyano), İdil Sezgin (keman ve viyola) ve Oğuz Alp Erdoğmuş’un (kontrbas), Oğuz Kaplangı’nın müziklerini canlı olarak icrası, tedirginlik ve huzursuzluk duygusunu daha da arttırıyor

Murat Daltaban yönetmenliğinin ve oyunculuğunun yanında olağanüstü bir hoca olarak, yıllar boyunca inanılmaz bir genç oyuncu kadrosu yetiştirmiş, müthiş bir tevazu ile kendini arka plana çekip, yetiştirmiş olduğu gençleri öne çıkararak, tiyatromuza önemli bir yeni oyuncu ve yönetmen kuşağı da kazandırmıştır. ‘Bırak İçeri Gireyim’in gencecik kadrosu bu geleneği daha da tepelere çıkaracak gibi görünüyor. Tan Temel ve  Oğuz Kaplangı’nın koreografisi ve hareket düzeniyle, karakterlerini canlandırırken bedenlerinin tüm olanaklarını kullanarak çubuklardan oluşan dekora uçarcasına tırmanan, ya da eğik düzlem üzerinde düzlükteymiş gibi devinen ekip, akrobasinin sınırında bir oyun çıkarıyor. Şirin Kılavuz Sevinç, Baran Can Eraslan, Uygar Özçelik, Meriç Rakalar, Tan Temel, Uğur Baran ve Umutcan Ütebay yan rollerde çok iyiler.

Eli’in koruyucusu ve suç ortağı yaşlı adam, Eli’ye olan umutsuz aşkıyla, yüzyıllardır Eli’ye destek olmuş bütün Oskar’ların simgesi, olasılıkla bizim Oskar’ın da geleceği. Selçuk Borak, bu klasik ‘kötü adam” karakterine iç burkucu bir duygusallık ve etkileyici bir derinlik katıyor

Önce Romeo, sonra ‘Çıkışa Gel’de Max olarak tanımış olduğumuz Atakan Akarsu müthiş bir Oska olmuş. Ergenlikle yeniyetmelik arasında bocalayan, yaşıtlarının canavarca zorbalığının karşıtı olarak, kan arzusuyla kıvranan canavarın içindeki insanlığı ve sevgi potansiyelini keşfeden Oskar’ın adım adım olgunlaşmasını büyük başarıyla aktarıyor. Tüm değişimini bir tek cümleye, annesine söylediği “artık en çok sevdiğim yemekler, senin pişirdiklerin değil” sözcüklerine sığdırması unutulur gibi değil. Havuz sahnesinde de çok etkileyici.

Begüm Akkaya, hem tüm bedeniyle, kimi zaman dört ayak üzerinde avına saldıran yırtıcı bir canavarı, hem de hiç büyüyememiş sevecen bir çocuğu aynı inandırıcılıkla canlandırıyor. Aynı anda hem ürkünç olabiliyor, hem de sevilme ve korunma duygusu uyandırabiliyor. Bu olağanüstü performansın kendisine çok sayıda ‘en iyi kadın oyuncu’ adaylığı getireceğinden şüphem yok.

Kült olmuş, çok beğenilmiş bir filmden böyle nefes kesici bir oyun yaratabilmek için Murat Daltaban gibi bir tiyatro dehası olmak gerek. Yılın en çarpıcı işlerinden biri. Sakın kaçırmayın!

14, 15, 27 Mart, 10, 17, 24 Nisan ve sezon boyunca Zorlu PSM Turkcell Platinum (Drama) Sahnesi’nde.

 kumbaracı50’de 'At Gözü'

Türk tiyatrosunun özgün, devrimci, dinamik ve eylemci oyun yazarı; bilgili, bilinçli ve titiz yönetmeni Semet Çağan, 5 Ağustos 1970’de bir öğleden önce provasına giderken bir takside yaşama veda ettiğinde sadece 41 yaşındaydı. Arkasında bıraktığı ‘Ayak-Bacak Fabrikası’, ‘Öyle Bir Hikâye’ ve Özdemir Nutku ile birlikte yazdığı ‘Savaş Oyunu’ ile adını tiyatro tarihimize büyük harflerle yazdırmıştı.

Sermet Çağan, kendisi gibi bir tiyatro insanı olan büyük aşkı, hayat arkadaşı yazar-çevirmen Seçkin Selvi’nin ağzından bizlere kadar ulaşan bir oyun fikri de bırakmıştı: ‘At Gözü’. Çağan’ın bu fikirle yola çıkıp yazmayı arzuladığı oyun, aramızdan çok erken ayrılması nedeniyle bir türlü hayata geçememiştir. Usta yazarın doğumunun 90. yılına girerken bu fikir, onun anısına, onunla birlikte hayat buluyor.

Oyunu yazan ve kumbaracı50’de yöneten Yiğit Sertdemir’in ifadesiyle, “Sermet (Çağan) ve Seçkin (Selvi), yaşanmışlıkları, aşkları, dirençleri, gerekeni yapma cesaretleriyle gerçek olamayacak kadar masalsı, oysa masal olamayacak kadar gerçekler… Usta yazarın anısına ‘At Gözü’nü sahnede görme hayali, onlarla beraber bir masala dönüştü; anlatması, doğmamış çocukları olarak onlarla büyüyen bize düştü.”

Sermet Çağan, atların her şeyi iki kat büyük gördüğünü fark eden bir diktatörün, herkesi kendinden büyük görenleri korku ve ayrışmayla daha kolay yöneteceğini akıl edip, ülkedekilere at gözü taktırdığı bir kurgu tasarlamış, hatta oyunun finalini bile düşünmüştü.

Diktatör diktasını baki kılabilmek için ülkesinde büyük bir kampanya başlatmış, at gözleriyle çevresindekileri kendilerinden çok daha büyük gördüğü için düşman kabul edenlerin, kendilerini görüp de bu aldatmacasının farkına varmamaları için, ülkedeki bütün aynaları kırdırmış, bütün suları kestirmiştir. Ta ki o beklenmedik finale kadar...

Yiğit Sertdemir oyunu üç ayrı katmana oturtuyor En tepede bir sandalda, hâmile sevgilisi Seçkin’in  (Hazal Şahin) karnındaki bebeğe At Gözü masalını anlatan Sermet (Y. Ömer Erzurumlu), bir alt seviyede diktatör (olağanüstü bir Aslı Can Kortan) ve onun emirlerini harfiyen yerine getirirken “at gibi yaşayacağı bir ülke”nin hasretini çeken atı (‘bırak içeri gireyim’den bile daha başarılı beden dili ve oyunculuğuyla Meriç Rakalar) ve nihayet oyun  alanındaki ülke halkları (Erkan Baylav, Ladin Avşar, Selen Şeşen, Sinem Öcalır, Tolga Bayraklı, Yeşim Sarı).

Oyun boyunca bu üç katman birbirine karışmıyor. Sermet, arada onu yönlendiren Seçkin / Hera’yı kimi zaman onaylayan, çoğu zaman bildiğini okuyan Zeus gibi olayları sandal / Olimpos’tan yönetiyor. Diktatör, zaten ötekileştirerek yönettiği ülkesinin insanlarına tepeden bakarak, tüm kötücüllüğüyle onları daha da ayrıştırmaya çalışıyor. Korkunç saç modeli ve kendisini olduğundan da iri gösteren kostümüyle Aslı Can Kortan’ın o grotesk kadın diktatörü unutulur gibi değil. Sadece At, görevi icabı diktatörle ülke arasında gidip geliyor.

Çılgın bir güldürü olarak başlayan ve gelişen oyun, giderek sertleşiyor ve bütün katmanların birbirine karıştığı, diktatörlerin yıkıldığı ama diktaların ayakta kaldığı dramatik bir finalle sona eriyor

Yiğit Sertdemir, kumbaracı50’nin elverişsiz oyun alanında, sahne tasarımın da üstlendiği ‘At Gözü’nü benzersiz bir görsel şölene çeviriyor. Oyuncu yönetimi müthiş, Burçak Çöllü’nün şarkıları çok iyi ve de tabii ki, Candan Seda Balaban’ın o benzersiz kostümleri var!

Defalarca izlenesi olağanüstü bir çalışma. 22, 23 Mart, 02, 03, 26, 27 Nisan ve sezon boyunca kumbaracı50’de. Sakın kaçırmayın.

Hepinize iyi seyirler dilerim.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün