İstanbul’da yeni bir tiyatro mekânı K! Kültüral Performing Arts

Yakup Almelek ve Yağmur Yağmur, 4. Levent Sanayi Mahallesi’ndeki bir metal kesim atölyesini başarıyla çok amaçlı bir performans alanına dönüştürmüşler. Son derece işlevsel fuayesinde, fuaye ile oyun alanı arasındaki mini-café’sinde, ‘açık’ bir sahne olarak tasarlanan oyun alanında, ana renk olarak kullanılan siyah ve kırmızının sertliği, aynalarla ve renkli oturma elemanlarıyla kırılarak sımsıcak bir mekân yaratılmış

Erdoğan MİTRANİ Sanat 1 yorum
29 Mayıs 2019 Çarşamba

Bu mekânda K! Kültüral Performing Arts, Kurucu Sanat Yönetmeni Yağmur Yağmur’un yönetiminde, sanat üretimini merkeze alan, kültür, sanat, alanı olarak, tüm sanat disiplinlerine açık bir ortak platform olarak düşünülmüş. Kendi tiyatro yapımlarını üretmeyi ilke edinen Kültüral, Türkiye’de sahnelenmemiş ya da sınırlı sayıda sahnelenmiş dünya tiyatrosu metinlerine getirilecek yeni yorumlarla çağdaş Türkiye Tiyatrosu içinde kendi yerini edinmeyi hedefleyen bir kuruluş.

Sahne sanatları gösterimlerinin paralelinde, mekânında farklı disiplinlerden sanatçı adaylarına yönelik eğitim workshopları düzenlemeyi de amaçlıyor.

Bu yeni oluşumun uzun soluklu bir geleceği olduğuna inanıyorum. Yolları açık olsun.

Adres: Yeşilce Mah. Donatım Sok. No: 5 /A 34418 4. Levent, Sanayi Kağıthane. Seyrantepe Metro durağına 5-6 dakikalık yürüyüş mesafesinde. İlk kez yol tarifiyle gidilse de yeri çok kolay bulunuyor. Rezervasyon ve yol tarifi için telefon 0 212 281 81 55.

 

Mevsim sonunun en güzel sürprizi

 Jean Genet, K! Kültüral Performing Arts’da ‘Paravanlar’

“Yürüyüş, güneş, toz beni yordu. Bacaklarımı hissetmez oldum: Ha bacaklarım ha yol, ikisi de bir. Gökyüzü çinko gibi, toprak çinko gibi. Yoldaki toz, suratımdan ayaklarıma dökülen kederimdir. Nereye gidiyoruz Said, nereye gidiyoruz?”

K! Kültüral Performing Arts, tiyatro mevsiminin sonlarına doğru, müthiş heyecan verici bir yeni çalışmayla, Jean Genet’nin 1961’de yazdığı bugüne kadar Türkiye’de sahnelenmemiş olan son oyunu ‘Les Paravents / Paravanlar’ ile karşımızda.

“Terk edilmiş bir çocuktu; kötü huyları, daha çok genç yaşlardayken ortaya çıkmaya başladı: Kendisini evlat edinen yoksul köylüleri soydu. Azarlandığı halde hırsızlığa devam etti; kapatıldığı ıslahevinden kaçtı, hırsızlık ve soygun yapmaya, bu da yetmiyormuş gibi kendini satmaya başladı. Hayatı sefalet, dilencilik ve yankesicilikle geçiyordu; herkesle yatıyor, herkese ihanet ediyor ve hiçbir güç azmini yenemiyordu: Hayatını bilinçli olarak kötülüğe adadığı bir dönemdi.” Jean-Paul Sartre, “Aziz Genet, Komedyen ve Kurban” adlı kitabında Jean Genet’yi (1910 - 1986) böyle anlatır. Genet, 1948’de Fransa’da hırsızlık yüzünden onuncu kez yargılanıp ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığında, hapishanede yazdığı “Çiçeklerin Meryem Anası” adlı ilk romanı Sartre başta olmak üzere André Gide ve Jean Cocteau’nun dikkatini çeker ve bu yazarların cumhurbaşkanına verdikleri dilekçe sonucunda bağışlanır. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra kendisini tamamıyla yazarlığa veren Genet, ömrünün sonuna kadar toplumsal olaylara, ezilen insanlara duyarsız kalmamış, hırsızların, katillerin,  fahişelerin, eşcinsellerin, hainlerin, kötülüğün, ihanetin ve suçun kol gezdiği bir dünyayı,  “bu dünyada yaşamış biri olarak” anlatmayı sürdürmüştür.

Bir söyleşisinde, “Yazma mutluluğu diye bir şey var mıdır? Böyle bir duygu tanıdınız mı hiç?” sorusunu, “Sadece bir kere” diye yanıtlayan Genet, “Paravanlar’ı yazarken” diyerek devam etmiş. “Gerisi beni çok sıkmıştır, ama hapisten çıkmak için onları yazmam gerekiyordu.”

İlk kez 1961’de Berlin’de sahnelenen, 1950-1960’larda, Fransız sömürgesi Cezayir’in bir köyünde savaş sırasında geçen ‘Paravanlar’, De Gaulle Fransa’sının Cezayir konusundaki ‘duyarlılığı’ yüzünden ancak 1966’da, o da dönemin Kültür Bakanı André Malraux’nun sayesinde Paris’te Odéon tiyatrosunda sahnelenebilmiş. Oyun, muhafazakâr milliyetçi kesimin şiddetli tepkileriyle karşılaşmış, yasaklanması ve tiyatroya ödeneğin kesilmesi yönünde Millet Meclisi’ne önergeler verilmiş.

Genet, oyunda hiç adı geçmese de, Cezayir Savaşı’nın Paravanlar’a bahane oluşturduğunu kabul etmekle birlikte, doğrudan bu savaşla ilgili olmadığını söyler ki, gerçekten de sömürgeciliğin bu çarpıcı eleştirisi, Cezayir savaşının henüz çok taze yaralarını yeniden kanatmanın ötesinde, Genet’nin tüm yapıtları gibi, burjuva düzeninin, burjuva ahlakının ve burjuva estetiğinin temellerini sarsan bir çalışmadır.

Batılı sömürgecilerle ailelerinin, subayların, lejyonerlerin, askerlerin, kadınlı erkekli Arapların, hırsızların,  mücahitlerin, orospuların, ağlayıcı kadınların, hainlerin, canlılar arasına dönen ölülerin kaderlerinin kesiştiği bu karanlık ve rengarenk karnaval, insanların bel bağladıkları ve inandıkları bütün değerleri altüst ederek, ikiyüzlülüklerini suratlarına çarparak, kurulu düzeni yerden yere vurarak; toplumsal ikiyüzlülüğü, sefaletin her yerde oluşunu, kötülüğün kötülük ve cinsellikle kutsanmasını açığa çıkararak baskıya karşı isyanın savunmasını yinelemektedir.

Jean Genet sahnelenmek müthiş güç bir iştir. ‘Hizmetçiler’ dışında, Genet’nin neredeyse bütün tiyatro metinleri, sanki oynanmaktan çok okunmak için yazılmış gibidir. 280 sayfayı bulan Paravanlar’ın metni, çok ciddi dramaturgi çalışması isteyen bir demir leblebidir. Uyarlamayı yapan K! Kültüral Performing Arts’ın Kurucu Sanat Yönetmeni Yağmur Yağmur’un Sosi Dolanoğlu’nun çevirisinden yola çıkan dramaturgisi, her türlü övgünün üstünde bir çalışma. Metindeki sayısız karakteri değişe değişe canlandıran dokuz oyuncunun yorumladığı oyunu, iki bölümlük, ara hariç iki buçuk saat süren bir performansa indirgeyen Yağmur, çok başarılı bir sahnelemeyle su gibi akmasını da sağlıyor.

 

Yüzler boyalı, maskeli, takma saçlı, takma burunlu... Genet tiyatrosunun temelini oluşturan kılık değiştirme, kendini maskeleme, gerçeğin yerine suretini geçirme, ‘Paravanlar’ın da temel taşlarıdır. Savaşta geçen bu maskeli baloda savaş, Genet’nin bize tuttuğu aynadan yansıyan savaşın bir suretidir ve Genet bu aynada, hayatını ve eserini belirleyen kavramların; kötülüğün, ihanetin ve en çok da ölümün suretini göstermektedir.

‘Paravanlar’ın yapımcısı, proje tasarımını, sahne tasarımını, görüntü ve videoart tasarımını üstlenen, uyarlayan ve yöneten Yağmur Yağmur oyunu disiplinlerarası bir proje olarak, müziğin, dansın, ışığın, animasyon ve video art’ın sahne plastiği içinde harmanlandığı bir yapım olarak sahneye koyuyor:

“Bu metinde Genet’nin dünyasının günümüze nasıl ulaşabileceğini göstermek istedik. Genç ölümlerin ve sayısını takip edemeyeceğimiz kadar çok ölümlerin tüm acısının sadece sayı ve renklerle kifayet bulduğu çağımızın mezar taşları da, sırrı dökülmüş aynaları da, paravanları da irili ufaklı bu tuhaf aynalar ile birlikte geçmişin, anın ve geleceğin yanılsamasını bize ‘gösteren’ tuhaf prizmalardır. Bu savaş, Genet’nin bize tuttuğu prizmalardan yansıyan savaşın ‘başka türlü bir gerçeğidir’. Prizmalardan kırılarak yansıyan ‘yeni gerçeklik’, eserlerinin ana yönünü belirleyen olguların; suçun, kötülüğün, cinselliğin, ihanetin ve ölümün ‘görüntüsünü’ gösterir bize. ‘Paravanlar’, Genet’nin hayata ve ölüme bakışının karanlık ve şiirsel bir harmonisidir.”

Seyirci salona girdiğinde oyunun karanlık, kısır ve paramparça dünyasında kendi suretini de kırık bir aynada parçalanmış olarak görür. Oyun boyunca prizmalarda kırılarak yansıyacak olan öykü, Zenne’nin oyun boyunca sürdüreceği dansıyla başlar (Müzik: Selim Can Yalçın ve Barış Manisa - Koreografi: Orçun Okurgan). Zenne’nin dansına bir koro olarak eşlik eden oyuncular, ‘Paravanlar’ın çok sesli, çok renkli, çok sözlü atmosferini oluştururlar. İlk başta Zenne’yi bir kadın dansçının yorumlamasını garipsesem de izlediğim gece, Gülnara Golovina’nın performansını çok etkileyici buldum. Eminim ki dönüşümlü olarak dansçıyı üstlenen Ekin Tunçeli de onun kadar iyidir. Zaten Yağmur da, uzun finalinin loş ön planında dansı Eren Akova’nın müthiş bedensel performansına kaydırarak parlak bir denge oluşturmakta.

 

Köyün en yoksulu Said’in köyün en çirkini Leyla ile evlenmesiyle başlayan öyküde, neler olduğu, kimin başından neler geçtiği, öyle açık seçik belli değildir. Ne fark eder ki?... Genet’ye ulaşabilmek için anlamaktan çok çok hissetmek yeterlidir…

Yağmur Yağmur’un sahne üzerinde yarattığı dünyayı görsel olarak tamamlayan iki önemli öğe de Moda Tasarımcısı ve Creative Director Aslı Jackson’un başarılı kostüm tasarımı ve  Yakup Çartık’ın ışık tasarımı. Yakup’un yönetmenle bire bir çalışarak oyunun her anını ışıklandırması, konusunda ders olarak öğretilecek bir çalışma.

Geldik adlarını alfabetik sıraya göre yazdığımız ekibin performansına. Altay Özbek, Barbaros Andiç, Çiğdem Yıldız, Eren Akova, Pusat Ürkmez, Sercan Gülbahar, Şirin Ergüven, Teoman Gelmez ve Zeliha Gürsoy, genelde başarılı bir toplu oyunculuk sergiliyorlar. Özellikle beden kullanımları kusursuz ama, çok farklı ortamlardan geldiklerinden oyunculuk tarzlarında kimi zaman göze batan aykırılıklar var. Kişilik değiştirirkenki ses, mimik veya beden dillerindeki farklılaşmadan söz etmiyorum. Örneğin diğer oyuncular karakterden karaktere girip çıkarken hep Leyla ve Said olarak kalan Çiğdem Yıldız ve Sercan Gülbahar’ın farklı iki kişiliğe büründükleri tek sahneyi commedia dell’arte tarzında yorumlamaları çok parlak bir buluş. Bence ekibin homojen olarak çağcıl ve doğal olması gereken oyunculuklarında kimi oyuncuların klasikçi tarzı bazen dengeyi bozuyor. Düşüncemi, tanışır tanışmaz kimyalarımızın uyuştuğu Yağmur Yağmur’la paylaştığımda söz konusu dengeyi en kısa zamanda oluşturacağını söyledi.

Sonuç olarak, Jean Genet’nin hakkını veren parlak ve etkileyici bir sahneleme. Mutlaka izlenmeli.  Sezonun yeri belli son oyunları 30 Mayıs 21.00’de Kültüral Performing Arts ve 17 Haziran 20.30 Moda Sahnesi’nde. Tarihi kesinleşen 11, 12, 14 ve 15 Haziran gösterimlerinin henüz yeri belirlenmemiş. İnternetten takip edilebilir.

Hepinize iyi seyirler dilerim.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün