Sporun ailevi meselesi...

Bir oyuncu korttan çıkarken yüz ifadesinden ve vücut dilinden kazanıp kaybettiğini anlayamıyorsan, her iki olguyu da gururla taşıyabiliyor demektir. Benim için sportmenlik tam olarak budur. Jim Courier

Mete YAYLALI Spor
28 Ağustos 2019 Çarşamba

Yaklaşık 16-17 yıl önce Bükreş’te Steau Kulübü toprak kortlarında, 12 yaş Romanya klasman turnuvası… Kulübün en ön kortunda belki de 12 yaşından küçük iki güzel kız çocuğu maç yapıyorlar. İkisi de pırıl pırıl beyaz kıyafetler içinde, ikisi de sarışın atkuyruklu ve tertemiz bir maç oynuyor.

O kadar temiz ve güzel bir teknikle oynuyorlar ki dikkatimi çekti seyretmeye başladım. Hiç tartışma yok, zaten o yaş çocuklarında ne tartışma olacak ki? Seyirciler de efendi efendi maç izliyor, taşkınlık yok, puanlara seviyeli bir kısa alkış, o kadar.

İçimden, “Ne de olsa Batı kültürü, spor hayatlarının doğal bir parçası” dedim. Neden böyle dedim?

Çünkü o yıllarda ülkemizdeki 10 yaş turnuvalarında bile veliler velilerle, veliler antrenörlerle, antrenörler antrenörlerle, hepsi birden hakemlerle itişip kakışıyor ve çocuklara düzgün bir spor yapma fırsatı vermiyorlardı.

Jim ve Mary Pierce

Tam bu keyifle maçı izlerken fileye yakın gelen bir çapraz vuruşta in-out tereddüdü oluştu çocuklarda. İkisi de fileye yaklaştı ve bize göre uzaktaki uzun kenarda file önünde konuşmaya başladılar. Seyircilerin bir kısmı olaya uzak kenarda diğerleri de baseline arkasında. Çocuklar sakince konuşurken ve büyük ihtimal aralarında halledecekken bir anda kızlardan birinin babası olduğunu tahmin ettiğim bir ses duruma müdahale etti. Bunun üzerine başka bir baba sesi daha devreye girdi. Biri birinin babası ya da antrenörü, diğeri de diğerinin. İki erkek sesi yükselmeye devam etti. Çocuklar olaydan koptu ve babalarını dinlemeye başladılar fakat ses tonlarından havanın gerildiği anlaşılıyordu. Tartışmaya başka kadın ve erkek sesleri de eşlik ederken seyirci sıralarında bir hareket oldu. İtiş kakışlar ve kortta ağlamaya başlayan iki küçük kız çocuğu.

Maria ve Uri Sharapova

 

Tabii ‘spor kültürü’ almış insanlar oldukları için kort çevresinde kavga etmekten kaçındılar ve otoparkta topun içerde mi dışarda mı olduğunu geleneksel ‘tekme-tokat’ yöntemiyle halletmeye çalıştılar!

Hayallerim yıkıldı, maçın devamını izleyemedim, çocukların ağlamasına üzüldüm ve kulüpten ayrıldım. O çocuklar bugün hâlâ oynuyor mu yoksa birkaç yıl sonra raketlerini kırdılar mı belli değil.

O günkü dersim, sporcu anne baba profilinin ülkelerin sosyal ve kültürel yapısından bağımsız olduğuydu, hâlâ da böyle düşünüyorum.

Aradan 20 yıla yakın geçmesine rağmen gerek ülkemizde gerekse dünyanın her yerinde ailelerin korumacı içgüdüsü çocukların temiz spor yapmasına engel oluyor. Sporda kazanmak kadar kaybetmenin de doğal olduğunu, o gün kazananın ertesi gün kaybedebileceğini, herkesin her gün kazanamayacağını, kaybetmekten de büyük dersler çıkarılması gerektiğini ve en önemlisi de tenis gibi sporlarda beraberlik olmadığını bir türlü anlayamıyorlar, anlayanlar da kabul edemiyor. Böyle devam edince her mağlubiyetin bir uydurulmuş mazereti oluyor. Rakip puan hırsızlığı yapmıştır, hakem taraf tutmuştur veya antrenör iyi çalıştırmamıştır. Yani çocuğunun hakkı yenmektedir, çocuğu buna üzülmektedir, anne-baba da kenarda kahrolmaktadır ve yükselen tansiyon bir yerde kopacaktır.

Başa dönüp Jim Courier’in sözüne dikkat kesilirsek, çocukların sporcu olabilmesi ve bu olgunluğa sahip olabilmesinin önündeki engel küçük yaşlarda yaşadıkları baskıcı aile, baskıcı antrenör profilleridir. Çocukları rahat bırakmayı denemekten hiç zarar gelmez.

Unutmayalım ki herkes anne-baba olabilir. Gerçek ebeveynler ise kendi bencil duygularını ve isteklerini çocuklarının önüne koymayanlardır.

Çocukluğumda ailemin tam desteğini aldığım için çok şanslıydım çünkü tenis pahalı bir maceradır.

Stanislas Wawrinka

 

Peki, aileler hep mi kötü? Kesinlikle hayır.

Bütün sporlarda aileler sporcunun en büyük desteğidir, olmazsa olmaz. Tenis gibi pahalı bireysel sporlarda bu desteğe çok daha fazla ihtiyaç var. Anne-baba belki antrenör değil ama mental koç olmak durumundadır. Çocuk ailenin kendisi için maddi manevi fedakârlık yaptığının farkındadır ama her mağlubiyette kafasına kakılmasından hoşlanmayacaktır. Tenis mental bir spordur; maçtan önce kazanılır ya da kaybedilir. Aile baskısının maç kazandırmayacağı açıktır.

Çoğu zaman ailelere verilen öğütlerde antrenörün işine karışmamaları fakat uzak da olmamaları anlatılır. Bu mesafe önemlidir.

Tenis dünyasında en iyi örnekler yanında en kötüleri de olduğu bilinir. Olabilecek en kötü örnek, 2003 yılında Maxim (16) ve Valentine (13) adlı iki genç ve yetenekli Fransız tenisçinin babası, yarbay rütbeli Christophe Fauviau olarak karşımıza çıkar. Baba Fauviau bir yerel klasman turnuvasında oğlunun rakibi Alexandre Lagardere’nin suyuna anti-depresan karıştırmış ve maçtan sonra hâlâ ilaç etkisinde olan Lagardare aracıyla kaza yaparak ölmüştü. Fauviau tutuklanmış ve sekiz yıl hapis cezası almıştı. Soruşturma sırasında Maxim’in daha önce karşılaştığı altı sporcu da maçlarda uyuşukluk hissettiklerini anlatacaklardı. Maxim ve Valentine’e ne olmuş? Babaları cezaevine girmiş, aile parçalanmış, biraz daha tenis oynamaya çalışmışlar fakat olmamış ve kendilerini unutturmuşlar, ortadan kaybolmuşlar.

İsveçli tenis efsanesi, 11 Grand Slam ünvanlı Bjorn Borg da bir tenis sporcusu babası. Üçüncü eşinden oğlu Leo bugün 16 yaşında ve aktif bir junior tenisçi. Borg diyor ki “Leo’nun turnuvaları için İsveç’te seyahat ederken öyle çılgın ailelerle karşılaşıyoruz ki inanılmaz şeyler yapıyorlar. Bizim zamanımızda da böylesi aileler vardı ama bir yere kadar. Bunlar gerçekten insanı şok ediyor. Elbette tenis pahalı bir spor ve aileler çok para harcıyor. Bazen de çocuklar mental olarak bu spora uygun değil, kaldıramıyor ve oynamak istemiyor. Aileler bunu anlamıyor ve baskıyı artırıyor. Sonuçta mental hasara uğrayan çocuklar ortaya çıkıyor ve elbette tenis falan olmuyor.”

Andy ve Jamie Murray kardeşlerin arkasındaki itici güç kuşkusuz Judy Murray. 12 yaşına kadar çocukları çalıştırmış ve Andy’nin teklerde, Jamie’nin de çiftlerdeki kariyerine sadece destek vermiş başarılı bir isim. İstese 12 yaşından sonra da çalıştıramaz mıydı? Elbette. Fakat “Bundan sonrası başka bir saha” demiş ve anne rolünde kalmış.

Maria Sharapova’nın babası Uri... Kendini çocuğuna adamış, geleceğine inanmış, Rusya’dan kalkıp yabancı bir ülkeye göç etmiş, bin bir zorluk çekmiş fakat Peter McCraw diyor ki, “Uri bugüne kadar gördüğüm en profesyonel tenisçi babasıdır. Hayatını Maria’ya adadı fakat kızının bir sporcu olarak kendini nasıl ifade edeceği, turnuvadan sonra yöneticilere teşekkür etmesi ve her zaman kibar olması gerektiği gibi ince fakat önemli bir detaya kadar ilgilenirdi.”

Venus ve Serena Williams kardeşlerin babası William da kim ne derse desin kızlarının tenis kariyerinde olumlu itici güçtür. Olumsuzluklar ve yetersiz imkânlar arasında hiç bilmediği bir sporu öğrenip çocuklarına koçluk yapmış, her şartta arkalarında durmuştur.

Fakat...

Jennifer Capriati’yi 13 yaşında dünya tenisine kazandıran da, erken gelen büyük zaferlerden sonra kızının hayatını mahvetmekle suçladığı “hem baba hem koç” Stefano Capriati’dir. Tenisi bırakıp uyuşturucu ve hırsızlıkla suçlanıp gözaltına alınmasının sebebi de bu baskı olmalıdır. Yine de 24 yaşında profesyonel tura göz alıcı bir dönüş yapıp, bir Roland Garros ve iki Avustralya Açık kazandığında yanında babası ve koçu Stefano Capriati vardır.

Avustralyalı Bernard Tomic’in hırçın karakterinin perde arkasında babası-koçu John Tomic olmalıdır. 2013’te oğlunun antrenman partnerine kafa atıp burnunun kırılmasına neden olan John, ATP tarafından sekiz ay uzaklaştırma cezası almıştı.

Başka bir Avustralyalı yıldız Jelena Dokic, babası eski asker Damir’in kendisine yıllarca fiziksel şiddet uyguladığını itiraf edecektir. Damir Dokic daha sonra Avustralya’nın Sırbistan büyükelçisinin arabasına el bombası atmakla suçlanmış ve hapis yatmıştı. Gerçek bir psikopat olduğu düşünülen Damir neredeyse turnuvaların saatli bombasıydı. Yine de bir Jelena Dokic varsa babası-koçu Damir sayesindedir.

Tenisçi anne-babalarından mutlaka fiziksel şiddet örnekleri mi vardır?

Fransız-Amerikalı Mary Pierce’ın babası Jim Pierce… Mary 12 yaşındayken maç sırasında “Mary, öldür şu o***puyu” diye bağırınca, turnuvada olay çıkmış ve Jim uzaklaştırma almıştı. Yıllar sonra Mary artık başarılı bir sporcuyken babası için tedbir kararı aldırmış, yanına yaklaştırmamış fakat her zaman “Babamın sıkı iş disiplini ve eğitimi olmasaydı bugün burada olamazdım” demişti. Fakat WTA disiplin falan dinlememiş ve “Jim Pierce Kuralı” olarak bilinen bir dizi önlem getirmişti. Buna göre sporcunun ailesi, arkadaşları ve antrenörünün diğer oyunculara küfürlü konuşma ve davranışı yasaktır, cezalandırılır.

22 Grand Slam unvanlı Alman tenis yıldızı Steffi Graf’ın babası Peter Graf. Şiddet uygulamamış, ne kadar baskı olabiliyorsa mutlaka uygulamıştır. İyi bir koç ve mentor olarak kızını yetiştirmiş. Sonunda 1997’de kızının gelirinden 7,4 milyon dolar vergi kaçırdığı tespit edilmiş ve 3 yıl 9 ay hapis cezası almıştı. Peter Graf’ın lakabı “Acımasız Baba” olarak kayıtlara geçmiş.

Şuraya geliyoruz.

İstatistikler diyor ki yıldız tenisçiler, çocuklarının bu sporu yapmasını istemiyor, engelliyor ve başka bir spora kaydırıyorlar.

Tenis tarihinin en ünlü çifti Andre Agassi ile Steffi Graf çocuklarına tenisi yasaklamışlar, başka sporlara özendirmişler. Andre Agassi de kitabında hayatını anlatırken yaşadığı sıkıntıları sıralamıştı değil mi? Agassi çifti üstüne de demişler ki, “Biz çocuklarımızın hayatını paylaşmak istiyoruz, onların hayatı için endişelenmek değil!” Çarpıcı bir ifade.

Anne babaların bütün bu davranış bozukluğunun ardında çocukları için bir endişe mi yatıyor acaba?

Genetik özelliklerin bir sporcu için önemli olduğunu savunurken ikinci nesil tenisçilerin neden çıkmadığı sorusu bir kenara yazılmalı ve ara sıra bakıp düşünülmelidir.

Sonuç...

Çocukları rahat bırakın, ne istiyorlarsa onu yapsınlar!

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün