Antik Yunan’a geri mi dönmeliyiz?

Gençlik - Eğitim
23 Ekim 2019 Çarşamba

Damla Meşulam


21. yüzyılda neden Einsteinlar ve Newtonlar kıtlıkta? Artık fikir üretemiyor muyuz? Acaba bunun sebebi beynimizin devamlı bir simülasyon tarafından uyarılması olabilir mi? Elimizden düşmeyen telefonlarımızdan, izlediğimiz filmlere ve okuduğumuz kitaplara kadar beynimiz devamlı bir bilgi kaynağı tarafından meşgul ediliyor. Sokrates öncesi Antik Yunan’ı düşünün mesela. Yaklaşık 2500 yıl öncesinde, kesin doğru bilgiler yokken, insan zihni önyargılarla körelmemişken insanlar özgür düşünürdü. Devamlı uymaları gereken norm ve kurallar olmadığı için beyinleri oldukça serbestti. Yaptıkları çıkarımlar başkalarından duyduklarından ibaret değildi. “Beni dinle, ben bu hatayı yaptım, sen de yapmamalısın” diyen büyükanne ve büyükbabaları yoktu. Hatalarını kendileri yaparak öğreniyorlardı. Birinci elden deneyimler şekillendiriyordu dünyalarını. Toplumda henüz mutlak değer yargıları olmadığı için hayal güçleri sınırlanmıyordu. Mutlak bir doğru veya yanlış olmadığı için düşüncelerini tereddüt etmeden ifade edebiliyorlardı.

Heraklitos aynı nehre iki kez girilmeyeceği kanısına büyüklerini dinleyerek değil, nehirdeki suyun akıp gittiğini, dolayısıyla suyun hiçbir zaman aynı su olmadığını gözlemleyerek varmıştı. Biz ise bize dayatılan bilgilerin yoğunluğundan kendi düşüncelerimize kulak veremiyoruz. Dostoyevski’nin mutlaka bizden daha iyi bildiğini varsayarak onu okuyor, onun düşüncelerini savunuyoruz. Herkes fikir üretmekten, kendi düşüncesini dile getirmekten korkar oldu. Ya bu fikrime karşı çıkarlarsa? Ya söyleyeceğim şey doğru değilse? Bir düşüncenin doğrusu yanlışı olabilir mi? Herkes kendi fikrini başkasına kabul ettirme derdinde. Karşımızdaki bizimle aynı fikirde olmak zorunda değil ki. Antik Yunan filozoflarının bizler gibi karşıdakini ikna etme saplantıları yoktu. Zaten neden herhangi biri kendi fikrini bırakıp karşısındakinin fikrini kabul etsin ki? Kimse zorla bir fikre inanmaya ikna edilemez. Antik Yunan filozofları da bunu çok iyi bildikleri için tartışma takıntıları yoktu. Hatta tartışmayı oldukça saçma bulurlardı. Neden başkasını kendi fikrine inanmaya ikna etsinler ki? Sonuçta herkesin deneyim ve düşünceleri farklı. Herkes kendi düşüncelerine başkaları tarafından sorgulanmadan ve yargılanmadan inanabilmeli.

 Ayrıca Antik Yunanlıların mantık arayışları da yoktu. Her şeyi bir sebep sonuç ilişkisine bağlayarak anlamsız bir döngüye girmiyorlardı. Her şeyin mutlaka bir başlangıç noktası olduğunu, olanların mutlaka bir sebeple ilişkilendirilmesi gerektiğini düşünmüyorlardı. Her şeyin bir çıkışı olduğu gibi bir inişi olduğunu da biliyorlardı. Bir işe girince o işten çıkarılmanın da paketin bir parçası olduğunun, evlenince boşanma ihtimalinin de var olduğunun, bir ilişkiye başlayınca bu ilişkinin bir bitişi de olabileceğinin bilincindeydiler. Biz ise aldığımız kararları tüm ihtimalleri göz önünde bulundurarak kabul etmediğimiz için ilişkimiz bittiğinde veya işten çıkarıldığımızda hayal kırıklığına uğruyoruz. Oysaki her şeyin bir çıkışı olduğu gibi bir inişinin de olduğunu unutmamalıyız.

 Tıpkı Antik Yunanların söylediği gibi kötü günler de var iyi günler de. Ama aslında her gün aynı. Yani aslında değişen bir şey yok.  Antik Yunanlılar da tüm durumlara birer paket olarak bakardı. Her şeyin bir zıttı olduğunu biliyorlardı. Bazı günler iyi bazı günler kötüdür. Her çıkışın bir inişi, her inişin de bir çıkışı vardır. Ama tüm bunlara rağmen dünya dönmeye devam eder.

Belki de birbirleriyle tartışmadıkları, her şeyde bir mantık veya sebep aramadıkları ve olaylara hem negatif hem pozitif yanlarıyla bir bütün olarak baktıkları için bizden daha mutluydu Antik Yunanlılar. Bizim de her şeyde bir mantık arama ve sebep-sonuç ilişkisi kurma saplantılarımızı bir kenara koyarsak daha mutlu olmamız mümkün.