2. Bet Amikdaş sürecinde Yahudi grupları ve doktrinleri -1

Ferisiler, Sadukiler, Esseniler, Zealotlar ve diğerleri

Perspektif
6 Kasım 2019 Çarşamba

Yaşar LEVENT


Genellikle, 1. yüzyılda Yahudilik uygulamasının tek bir grup ve şekilde olduğu düşünülürken, yakın geçmişte Kumran Harabelerinde bulunan kalıntılar, Yahudiliğin değişik alt grupları olduğunu ortaya koydu. II. Bet Amikdaş dönemindeki bu grupların gelenek, inanış ve uygulamalarındaki farklılıklar dikkat çekicidir. Bu çalışmanın amacı, bu detayları göz önüne getirmektir. Temel inanış ve uygulamalar (sünnet, Moşe’nin kanunları ve Bet Amikdaş) değiştirilemez ise de, diğer uygulamalarda, temel farklılıklar olmuştu.

 

İkinci Bet Amikdaş süreci tapınağın MÖ 516 yılında inşası ile başlar, Romalılar tarafından MS 70 yılında yıkılmasıyla biter. Yeruşalayim, bu süreçte birkaç devir yaşadı. Pers İmparatorluğunun kontrolü (MÖ 539 – MÖ 334/333) yılları arasındaydı. Büyük İskender’in gelişiyle sona erdi ve Helenistik Dönem başladı. Bu dönem MÖ 334/333 - MÖ 63 yılları arasındaydı. Büyük İskender MÖ 323 yılında ölünce generalleri imparatorluğu bölüşüp, kontrolleri sağlamaya çalıştı. İsraellilerin bulunduğu bölgeyi başta Ptolemy kontrol altına aldı ve yaklaşık 125 yıl (MÖ 198 yılına kadar) hükümranlığını sürdürdü. Daha sonra bu toprakların kontrolü Seleukosların eline geçti. Seleukos Kralı Antiochus Epiphanes, Bet Amikdaş’ı küçümseyip kirleterek, Yahudileri Tora’yı çiğnemeleri için zorladı. Bunlara, Haşmonaylardan Matatyahu ve oğlu Yeuda Makabi tarafından kumanda edilen Makabiler karşı koydu. Bu grupların (veya dini partilerin) oluşmasının, MÖ 2. yüzyılda Makabilerin isyanıyla başladığı söylenir.

Seleukosların baskılı rejimi bir süre daha sürdükten sonra MÖ 63’te Romalılar General Pompey ile Yeruşalayim’i fethetti. Böylelikle Romalılar dönemi de başlamış oldu.

Herod ve torunu Herod Agrippa I zamanlarında, Romalılar ile Yahudiler, en güçlü ve barışçı süreci yaşadı. MÖ 6 yılında Romalı yöneticilerin kralın yetkilerini ellerine geçirmeleriyle Yahudilerle Romalılar arasındaki ilk savaş MS 66 yılında patlak verdi. Birkaç yıl süren çatışmalardan sonra, Romalılar Yeruşalayim’i tekrar aldılar, MS 70 yılında da Bet Amikdaş’ı yıktılar.

1947 yılında bir çoban tarafından mağaralarda bulunan Ölüdeniz Parşömenlerinden sonra, Kudüs Üniversitesi 1958 yılına kadar bu mağaralarda araştırmalar yaptı. Bu araştırmalarda birçok yazıtın yanı sıra, başka arkeolojik bulgulara da rastlandı. Sonuç olarak on iki mağaradan 800’ü aşkın yazıt ve birçok parça gün ışığına çıkarıldı. Bunlar arasında Tevrat’ta geçen metinler bulunduğu kadar bulunmayanlar da vardır. Metinler daha çok deri üzerine yazılmış olmakla beraber, papirus ve bakır üstüne yazılmış olanlara da rastlandı. Bu metinler İbranice, Aramice ve bazı yerel dillerde kaleme alınmış. Yazıtlar genellikle iki bölüme ayrılıyor; dinsel ve tarikatla ilgili. Metinlerin en eskisi MÖ 250, en yenisi ise MS 68 tarihli olarak belirlendi. MS 68 yılı, Kudüs’e giden Roma ordularının Kumran kentini yıktıkları tarihtir.

Konumuzla ilgili ilk elden bilgilerin çoğu, o dönemin Yahudi din adamı, asker, tarihçi - Latince adı Josephus Flavius olan - Matatyahu ben Yosef Ha Kohen’den, bir kısım da hahamlardan ve Yeni Ahit’ten alınma… II. Bet Amikdaş zamanındaki Yahudi grupları şöyleydi:

Ferisiler (Pharesiler), Sadukiler (Sadducienler), Esseniler (Essenienler), Zealotlar, Katipler / Yazmanlar (Scribes), Nazaret’lı İsa’nın takipçileri / müridleri. Bunların dışında birkaç küçük grubun da olduğu bilinmekte…

‘Hıristiyanlık öncesi Yahudi Mezhepleri’ olarak da isimlendirilebilecek bu topluluklar, aslında Polonya doğumlu Amerikalı tarihçi Salo Wittmayer Baron’un yorumuna göre teknik anlamda ‘mezhep’ dahi olmayabilir. Zira bunlar, müstakil ve ayrıntılı bir kurum ve doktrin yapısına sahip olmayıp sadece belli eğilimleri ifade etmektedirler. Yahudiliği ne şekilde uygulanacağı ve yaşanacağı konusunda farklı fikirler oluştuğu için, bu mezhepler ortaya çıkmış. Prensipte, grupların tümü tartışmasız şu ortak olguları kabullenmişti:

- Sünnet (Bir süre Kral Hadrian yasaklamıştı)

- Moşe’nin kanunları, Tora

- Tanrı’ya yakarılacak en özel yer, Yeruşalayim’de Bet Amikdaş.

Tüm Yahudiler, tek tanrılı dine, Moşe’nin kanunlarına inanıyor olmalarına rağmen, farklı Yahudi grupları, değişik detaylarda anlaşamamış ve birbirlerine karşı olmuşlardı (Masiah’ın gelişi, ritüeller, ruhun ölmezliği gibi...).

Şimdi bu gruplara teker teker göz atalım.

Ferisiler (Pharisienler)

MÖ 2. yüzyıldan MS 1. yüzyıla kadar aktif olan bir gruptu. Ortodoks Yahudiliğinin temsilcileri olarak düşünülürler ve çizgilerini günümüze kadar korumuşlar. ‘Ayrılanlar, ayrılar’ anlamındaki bu kelimenin İbranicedeki karşılığı ‘Perushim’dir.

Bununla ilgili iki temel görüş var. Birincisine göre, Perushim ifadesi, onları Sadukilerden ayırmak için kullanılmış. İkincisine göre de Perushim, Ferisilerin, kendilerini, temizlik konusunda onlar kadar hassas olmayanlardan (am haarets / sıradan ülke halkından) ayrılmalarını sağlayan bir addır. İlginç olan, Ferisiler kendileri için bu ismi kullanmamakta, onun yerine ‘Haverim’ demekte ve Rabinik literatürde de bu isimle anılmaktalar. Ayrı bir cemaat haline gelmeleri, Makabiler dönemindeki mücadelenin dini tarafı, yani ölümden sonraki hayata inanma ile ilgilidir. Daha sonra kısaca değineceğimiz üzere ‘Yazıcılar’ (Scribes) bu düşünceye şöyle bir yorum yaptılar: “Tanrı sadece beş kitabı – Tora’yı değil, aynı zamanda Sözlü Kanun’u  (Tora Sheba Alpe) da göndermiştir ve buna göre bu uğurda ölenleri ebedi hayatla ödüllendirecektir.” Ferisiler bu görüş etrafında birleşip gelişmeye başladı.

Ezeli rakipleri, Mabed’i (Bet Amikdaş’ı) us edinmiş olan aristokrat Sadukilerdi (Saducienler). Onların Büyük Mabed’i sahiplenmeleriyle iki şekilde mücadele ettiler. İlki, alternatif mabedler olarak gördükleri sinagoglardır. Ferisiler, Tanrı’nın her yerde hazır ve nazır olduğunu, dolayısıyla O’na Mabed dışında da ibadet edilebileceğini, Tanrı’ya ibadet etmenin tek şeklinin kurban sunma olmadığını savunmuş ve sinagogları ibadet, çalışma ve dua yeri olarak toplum hayatında önemli işleve sahip bir kurum haline getirmişlerdi. Bu bilginin ışığında, bu uygulama, bizim halen yaptığımız uygulamaya paralellik gösterir. Bilindiği gibi, biz de günümüzde, Bet Amikdaş’ta kurban yerine sinagoglarda dini vecibelerimizi yerine getirmekteyiz.

Öte yandan Bet Amikdaş, Ferisiler için önemli bir mekândır. Fakat fonksiyonu konusunda Sadukilerden farklı düşünmekteydiler. Sadukiler, Büyük Mabed’i kendi malları sayarken, Ferisiler bunun kimsenin malı olamayacağını savundu. Hatta mizbeahta kesilen takdimelerin, karınlarını doyurmaları için fakir halka verilmesini istemişler. Yani, Mabed’den geçinen aristokrat bir rahip sınıfı olan Sadukilerin aksine Ferisiler, daha sivil ve halka dayanan bir hareket ve düşünce içindeydiler. Her ne kadar Sadukiler, Sanhedrin’in çoğunluğunu ellerinde bulunduruyorlarsa da, Yahudiler üzerindeki hâkimiyet, Ferisilerin elindeydi.

Kaderi ve ölüm sonrası hayatı inkâr eden Sadukiler ve tamamen kaderci bir özellik gösteren Essenilerle karşılaştırıldığında, Ferisiler bu konuda orta bir yol izlemişler. Onlara göre herşey kader ve Tanrı ile bağlantılıdır ama aynı zamanda insan özgür bir iradeye sahiptir. Bu yüzden insanlar, özgür iradeleriyle yaptıkları herşeyden sorumludur. Dolayısıyla iradeyle donatılmış insanlar, ruhun ölümsüzlüğüne ve bu dünyada yapılan iyilik ve kötülüklere göre, diğer dünyadaki mükâfat veya ceza görüleceğine inanmaktaydılar. Tanrı’nın Moşe’ye yazılı ve sözlü kısımları içeren bir kanun verdiğine, ehliyetli kimselerin şartlara göre kurallarda değişiklik yapabileceğini düşünürlerdi.

Josephus, kendi zamanındaki Ferisilerin 6000 civarında olduğunu söyler. Her gruptan daha fazla dine bağlıydılar. Bir Ferisi ailesinde, bir erkek çocuk iki yaşını doldurduğunda, aile, Tora rulolarını alarak üzerine bal döker ve çocuğa yalatırlarmış. Amaç, çocuğun aklında ilk kalanın, Tanrı’nın kelimelerinin ne kadar tatlı olduğunu hatırlamasıydı.

Eğer Ferisi olmak isterseniz, “Tora’yı, tüm ağırlığı ve etkisini” taşıyacağınıza dair, toplum önünde söz vermek zorundaydınız. Moşe’nin on emrini ve 613 kanunu da uygulamanız gerekirdi.

Sadukiler (Saduccienler)

II. Bet Amikdaş sürecinde, MÖ 2. yüzyıldan başlayarak yıkılışı olan MS 70 yılına (MS 1. yüzyıla) kadar aktiftiler.

Sadukiler’in orijinleri pek belli değilse de, tarih sahnesine çıktıkları ilk zamanlarda, bir mezhepten ziyade bir politik grup olarak görünmüşler. Bazı âlimler, Sadukilerin isminin, Kral David ve Slomo zamanında, en yüksek din adamı mertebesinde olan Tsadok’tan kaynaklandığına inanır.

Sadukilerin en önemli farklılığı, çağdaşlarının aksine sözlü geleneği - Moşe’nin kanunlarında olmadığı için - ruhun ölümsüzlüğünü ve ölümden sonraki hayatı reddetmeleriydi. Ölümden sonra mükâfat ve ceza olmayacağı için, Cennet ve Cehenneme inanmazlardı. Özgür iradeye ve insanın yaşantısının kendileri tarafından yönlendirildiğini, dolayısıyla şans ve şanssızlık faktörlerinin, bizzat kendileri tarafından yaratıldığını düşünürlerdi. Ne kaderin ne Tanrı’nın insanlara bir müdahalede bulunamıyacağına, insanın iyiyi ve kötüyü seçmede tamamen özgür olduğuna ve her bireyin kendi geleceğini belirlemek zorunda olduğuna inanmakta, ruhun olumsuzluğunu inkâr etmekteydiler.

İyiyi veya kötüyü seçmek insanın tamamen kendi iradesindedir. Tanrı, günah veya sevaptan sorumlu değildir. Sadece yazılı kurallar geçerlidir. Yeniden doğuş, ruhun ölmezliği düşüncesi kabul edilmez. Tüm yaşam, mezarın önünde biter.

Sadece Moşe’nin beş kitabını kabul etmekte, bununla birlikte, bu Beş Kitap’ın dahi mutlaka mukaddesliğine inanmamakta, meleklerin ve ruhların varlığını da inkâr etmekteydiler. Sadukilerin bu düşünce yapısı Ferisiler ile ters düşmekteydi.

“Mabedden geçinen, fakat Mabed’i anlamsız gören, maddiyatçı ve Epiküren bir aristokrat sınıf” olarak tasvir edilirler. Bu toplum, çoğunlukla din adamları, tüccarlar ve aristokratlardan müteşekkildi.

Toplumdaki güçlü konumlarından ötürü Sadukiler Romalılarla iyi geçindi. Romalılarla iyi geçiniyor olmalarına rağmen, Sadukilerin ortadan kaldırışları da yine Romalılar eliyle oldu. Yahudi isyanı sonucu çıkan savaşın sonunda, tarih sahnesinden silindiler. Bununla birlikte Ortaçağ, İslamiyet sonrası Yahudi mezheplerinden olan Karaylığın, bir Saduki yansıması olduğu zaman zaman dile getirilmekte ve bu zihniyetin tamamen tarihe karışmadığının işareti olarak görülmektedir. Yani her iki sektin de ortak görüş ve düşünceleri vardır.

Devam edecek


Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün