Günlük konuşma lisanında kişinin ruh sahibi olduğundan bahseder, “Ruhun derinliği”, “Ruhunun derinliklerine zarar veriyor”, “Ruhunu teslim etti”, vb. ifadeler kullanırız. Bu cümlecikler, genellikle ruhun temeline inmeden kullanılır. Ruh bedenin neresinde yer almaktadır; beyinde midir, kalpte midir, yoksa ayaklarda mıdır?
Yahudilikteki öğretiler, insanoğlunun dört fiziki elementten oluştuğunu belirtir; ateş, hava, su ve toprak1. Ancak bu insanın bedensel yapısı ile alakalıdır. Eksik olan, yaşam gücüdür; ruh. O, sinir sistemini aktif hale getirir ve tüm fizyolojik işlevleri devreye sokarak insanı yaşayan bir beden haline sokar. Beden hareket eder, konuşur ve davranışlarda bulunur. Yaratılış anında ‘Nefeş’ adıyla bilinen bu güç, insanın kanının (87 gramlık) en saf bölümüne eklenmiştir ve işte bu ‘Nefeş’, onun beynini harekete geçirmiş ve onu ‘yaşayan bir insan’ haline çevirmiştir.
Erkeğin spermi ve dişinin yumurtası belirli bir sühunette birleştiklerinde, yukarıda adı geçen dört element bir araya gelir ve fetüsü oluşturur. Fetüs, embriyoyu 87 gramlık kanı oluşturana dek muhafaza eder. Sonra da Nefeş ona daha büyük bir yoğunluk ile bağlanarak fetüsü tekâmül ettirir ve cenin, çocukluk ve yetişkin aşamalarından ölüme kadar bedene nezaret eder.
Nefeş, fiziksel bedene paralel olan ruhsal organlar ve damarlar ihtiva eder2. Nefeş, elektrik akımına benzer bir şekilde bütün beden için enerji üretir. Her ne kadar ruh tüm bedene yayılmışsa da, onun da odak noktaları bulunur ve bunlar olmadan beden mevcut olamaz. Bu odaksal noktalar olmadan aslında Nefeş, bedenin hiçbir bölümü ile birleşemez. Nefeş’in ana konuşlanma organı karaciğerdir. Ruah için bu organ kalptir; Neşema için ise beyin. Bu tabirleri birazdan inceleyeceğiz. Bedene bağlı olmadığında, ruhun güçlü algıları olması mümkündür; örneğin binlerce kilometre ötede yer alan olayları hissedebilir ve hatta olacak hadiseleri de görebilir. Ruhun fiziki beden ile birleşmesi ise, bedenin ruhun fiziksel sınırları çerçevesinde olması kaydıyla ruhun üzerinde kısıtlamalar oluşturur. Ancak fiziksel beden geliştikçe de, ruhun potansiyel gücü kendini belirginleştirmeyi sürdürür.
Bedeni aktif hale getiren ruhsal bölüme ‘Neşama’ adı verilir. Bu öğe, yüksek ruhsal değeri nedeniyle fiziksel varlıklarla kaynaşamaz ve vücuttaki kanın en saf birimi ve ruhun en alçak bölümü ile bir araya gelebilir. Tanrı Âdem’in burun deliklerine yaşamın Neşama’sını üflemiş ve Adam da yaşayan bir varlık (Nefeş) haline bürünmüştür3.Nefeş sayesinde insan vücudu görme, tanıma ve fiziksel olguları hissetme imkânına kavuşmuş ve bilmek ve anımsamak gibi daha yüksek derecedeki yetilere sahip olabilmiştir.
Nefeş’in beş ruhsal unsuru
Zaman içerisinde Nefeş, beş ruhsal unsura ayrışmıştır. Burada zayıftan güçlüye doğru bir sıralama söz konusudur: Nefeş, Ruah, Neşama, Haya ve Yehida…4 Bunlar bedene aynı anda giremezler; daha ziyade belirli bir sırayı izlerler. Daha önceden de belirtildiği gibi Nefeş en düşük ruhsal baremdir ve her canlı varlıkta mevcuttur5. Hatta belirli bir ölçüde bitkilerde, hatta cansız varlıklarda da bulunmaktadır. Ruah ise ruhun ikinci sıradaki daha üstün seviyesidir. İnsanlar, karakterlerini geliştirerek ve nefislerine hükmederek, çok yemek yemek, paraya aşırı düşkün olmak, vb. gibi zararlı zevklere kapılmamak suretiyle bu düzeye ulaşabilir. Bu mertebeye ulaşan kişi, fiziksel ve ruhsal âlemleri daha belirgin ve daha mükemmel bir şekilde kavrama şansını elde etmiştir.
Bu mertebenin de üzerinde Neşama bulunur ve nefsine daha çok hükmeden ve daha da kutsallaşabilen kişilerde oluşabilir. Yahudilikte kutsal Tora’yı etüt etmeden bu seviyeye gelmek olanaksızdır6.Neşama’nın Ruah ile ve Ruah’ın Nefeş ile bağdaşması, ancak bir insanın uykuda olduğu zaman gerçekleşebilir…7
Daha yüksek seviyedeki bir ruh aşaması da Haya’dır. Haya, yüksek yoğunluğu ve gücü nedeniyle fiziksel bünyeye girmez ancak onu manevi bir örtü gibi sarar ve gelişmenin yüksek konumunu güdümler. Kabalistler, bu aşamayı ‘Or Makif’ veya saran ışık olarak tanımlar. Yehida ise, ruhun beşinci ve en yüksek seviyesidir. Eylemlerin başarısına istinaden kişi, bir ışıklanma haline bürünür ki, bu Adem’in günah işlemeden evvelki durumudur. Bu insan ölümsüzdür8. Çünkü ölüm günahtan sonra oluşturulmuş bir olgudur. Böyle bir aydınlanmaya hemen hemen tüm insanlar ruhun bedenden tamamen ayrılması ile kavuşabilir. Zamanın başlangıcından beri bu seviyeye ulaşan insan yok gibidir. Örneğin Tora’nın Yaratılış Bölümü’ndeki Hanoh9 veya 2. Krallar’daki Peygamber Eliyau gibi10. Bireyin kişiliği ve davranışları onun ruhun kaç bölümüne sahip olabileceğini tespit edecektir.
Ruhun dinamikleri
İnsanlar manen hazır olduklarında, ruh onları gücü ile aydınlatır. Dolayısıyla etik olmayan sosyal ilişkileri ve süflî amaçları olmayan kişiler, ruhsal aydınlanma açısından önemli gelişme gösterebilirler (örneğin üstü örtülü geçmişi açığa kavuşturmak veya istikbalin kehanetinde bulunabilmek gibi…) Daha ileride ruhsal gelişmeye şarkı söyleyerek ve neşe ile kavuşan ve basit kaynaklı mutluluk aramayan kişiler11 Yaradan’ın amaçlarının ve eylemlerinin bilgisini de algılayabilir. (Neşama sahibi olduklarında) Buna ‘nevuah’ veya peygamber algısı denir. Örneğin Elişa Peygamber, “Müzisyen melodiyi çalarken, Tanrı’nın ruhu onun üzerindeydi.”12 Bazı durumlarda bir insan huzurlu bir uyku halindeyken, ruh gevşek bir haldedir ve bu da beyin dalgalarını etkileyerek gizemler ve kişisel sırlar ortaya çıkarlar… Biblik metinde olduğu gibi13.
Ölümden sonraki yaşam
Kral Süleyman (Şelomo HaMeleh) şöyle demişti: “Ve ölümden sonra adam toprağa döner fakat ruh kendisine ona veren Tanrı’ya dönecektir.”14 Bu sözler, ruhun ölümsüzlüğü hususundaki Yahudilik perspektifini özetlemektedir. Vücudun büyük bir kısmı toprak elementlerinden türediğinden, Biblik metin “topraktan geldin ve toprağa gideceksin” söylemi ile bunu onaylar15. Aynı şekilde bedendeki diğer öğeler de özlerine döner; bir istisna hariç: İnsanın ensesindeki bir kemik sonsuza dek kalır. Bu kemik dört elementin hepsini içerir ve ölülerin dirilmesi aşamasında gerekli odağı sağlar. Şayet bir insan hayata getiriliş amacına uygun olarak misyonunu tamamlamış ve ruhu en azından Neşama aşamasını aşabildiyse, vücudunun ölümünde mükemmelleşen ruhu, meleklerin işgal ettiği âlemlerin dahi üzerindeki âlemlere gidebilecektir. Buraya ‘yüksek cennet’ adı verilir.
Ruhların reenkarnasyonu
Başka bir insana karşı günah işlemiş olan bir insan, kendisi başka alanlarda salihçe davranmışsa bile; bir ‘tikun’ oluşturabilmek, başka bir deyimle eylemlerini onarmak ve hatasını telâfi edebilmek için tekrar başka bir bedende dünyaya gelmek durumundadır. ‘Tehiyat hameitim’ (ölülerin dirilmesi) aşamasında, reenkarne olan ruh, bu dünyada yaşamış olan çeşitli bedenlere taksim edilecektir. ‘Tehiyat hameitim’ aşamasında tüm bedenler dirilecekken, ruhsal seviyeleri kendilerinde mevcut olmuş olan ruhun unsurları düzeyinde olacaktır. Ender olarak bir beden canlanmazsa, onun ruhu dünyaya geri gidecektir.
Reenkarne olmuş bir ruh, kendini düzeltme işlevini yerine getiremezse; tekrar dünyaya gelebilmesi için kendisine üçüncü ve son bir şans verilir. Bu kez de başarısız olursa, bu dünyadaki eylemleri iyi olan bir ruhun birimlerine bölünecektir16. Fakat bu ruh en ufak bir düzelme sergilerse, sonsuz reenkarnasyonlar yaşayabilir. Bu süreçte bir Yahudi’nin ruhu, Yahudi olmayan bir kişinin bedeninde de deneyim geçirebilir. Yahudilikteki geleneğe göre; yaklaşık olarak 2000 yıldan beri bu dünyaya yeni ruhlar gelmemiştir. Hepimiz başka bedenlerde yaşamış olan ve daha önceleri işlenmiş olan günahların (Tanrı’ya ve O’nun kullarına karşı) onarımı için buradayız17.
Bu makaleyi derleyenin bir müşahedesi
“Annem, 2013 yılının Kasım ayında vefat etti. 91 yaşındaydı. Benim için melek gibi varlıktı. Zaten herkes aynısını söyledi ve söyler; annem Hasköy Mezarlığında defnedildi. İlk yıl mezarının başında zaman zaman Teilim’den (Zebur), kitapçıkta önerilen mezmurları sırasıyla okumaya başladım. Amaç, ruhunun yargı aşamasında daha da yüksek seviyede olmasıydı. Okumaya başlar başlamaz, havada altın tozu gibi zerreciklerin yüzdüğü bir girdap oluşuyordu. Sonra gökyüzü ve mezar taşı önce eflâtuna, sonra da koyu yeşile bürünüyordu. Yarım saat süren okumadan sonra tüm vizyonlar ortadan kayboluyordu. Bu durum, iki yıl sürdü. Daha sonraki ‘yılda-bir’ ziyaretlerimdeki (‘ziyara’) okumalarımda artık böyle bir şey göremez oldum. Muhtemelen, ruhun bedende kalan ruh enerjisi katmanı da artık öte âleme intikal etmiş ve yargısı tamamlanmıştı diye düşünüyorum. Uzağa enerji gönderme yetim olması, bu konuda etkili olmuş olabilir. Ancak bu vizyon vardı ve başka bir mezar başındaki okumalarımda oluşmuyordu.”
(Devam edecek)
Ana Kaynakça: “Tikvat Shani, Selections From Sha’ar Yosef”, Rabbi Yosef Shani, congregation Sha’ar Yosef, Brooklyn, 1992
Kaynakçalar:
1 – Ari, Etz Chaim, 42.
2 - Ari, “Sha’ar HaMitzvot”, Başlangıç.
3 - Yaratılış, 2:7.
4 - Ari, “Sha’ar HaGilgulim”, Giriş.
5 – “Vaiz”, 3.
6 – “Zohar, Levililer”, 25b.
7 – Ari, “Sha’ar HaGilgulim”, Giriş, 3.
8 – a.g.e, Giriş, 31.
9 – “Yaratılış”, 5
10 – “2.Krallar”, 2.
11 – “Meseller”, 2.
12 – “2.Krallar”, 3:15.
13 – “Sayılar”, 12
14 – “Vaiz”, 12
15 – “1.Samuel”, 10
16 – “İyov”, 33. 29.
17 – Ari “Sha’ar HaGilgulim, Giriş 4.