‘J’Accuse’ : Adalet ve Hakikatin yolu

Roman Polanski’nin, Dreyfus Davasını ve Albay Picard’ın gerçeği arayışını ele alan ‘J’Accuse’ filmi Fransa’nın gündeminde.

Elda SASUN Dünya
4 Aralık 2019 Çarşamba

1894–1906 yılları arasında sadece Fransa’da değil, tüm dünyada tartışma yaratmış, bu arada Fransa’yı da adamakıllı sarsmış siyasi, hukuki ve askeri bir skandal olan Dreyfus Davası’nın hikâyesini araştırırken bulduğum, bilgi ve fikir aktarması açısından yazdıklarına katıldığım, Murat Taş’ın 9 Eylül 2018’de Mevzu Edebiyat’ta yayınlanan ‘Dreyfus Davası ve Sonuçlarından’ başlıklı yazısından bazı kısımları paylaşmak istedim1.

“1894 yılının eylül ayında, Fransız Haber Alma Servisi, Paris’teki Alman Askeri Ataşesi Schwartzkoppen’in kâğıt sepetinde gizli belgelerin gönderildiğini bildiren ve içinde hesap dökümü bulunan bir mektup bulur. Mektuptaki yazı orduda yüzbaşı olarak görev yapan Yahudi asıllı Alfred Dreyfus’un el yazısına benzetilir. Dreyfus, Fransa’nın askeri sırlarını Almanya’ya satmakla suçlanır ve tutuklanır. Her ne kadar suçsuz olduğunu ileri sürse de kimse inanmaz. Adaleti değil, adaletsizliği yerine getiren mahkeme 22 Aralık 1894’te Dreyfus’u suçlu bulur. Rütbesi sökülen Dreyfus, Fransız Guayanası’na bir mil uzaklıktaki Şeytan Adasına cezasını çekmesi için gönderilir.

1896’da Haber Alma Servisinin başına Albay Gerge Picquart gelince işin boyutu değişir. Yahudileri sevmeyen, fakat adalete inanan Picquart, Alman Askeri Ataşesinin çöp kutusunda, alınmış bir mektup bulur. Bu mektup sayesinde “borderau” başlıklı mektubun Esterhazy’in elinden çıktığı anlaşılır. (Borderau’daki yazı Esterhazy’in yazısının aynısıdır.) Durumu komutanına bildiren Picquart, belgeyi yakmadığı için komutanından azar işitir, rütbesi yükseltilip Tunus’a gönderilir. Picquart bir bakıma susturulmaya çalışılsa da Dreyfus’un mahkûm olmasına neden olan mektubun aslında Macar asıllı Binbaşı Esterhazy’ye ait olduğu açıklanmıştır bir kere. Dava bu açıklamadan sonra boyut değiştirir ve tüm Fransa’yı ilgilendirir hale gelir. (Bu arada Senato Başkanı Kestner, Dreyfus’un masum olduğuna inanır, 14 Temmuz 1897’de düşüncelerini Senato’da açıklar.) İşin içine aydınlar girmiştir artık. Dava yeniden görülsün diye bastırırlar. Ama askerlerin sesi, aydınların sesini bastırmış olacak ki tüm bu çabalar sonuçsuz kalır. Bu arada Esterhazy kendi isteğiyle mahkemeye çıkar ve beraat eder. Senato Başkanı 14 Temmuz’daki konuşmasından sonra Emile Zola ile buluşur. Zola, Başkan’ın elindeki çok gizli belgeleri inceler. Dreyfus gerçekten suçsuzdur. Zola’nın son derece önemli o tarihi mektubunu bir başka gazete yayınlar. Emile Zola, 13 Ocak 1898’de L’Aurore (Şafak) gazetesinde Fransız Cumhurbaşkanı Felix Faure’ye J’Accuse (Suçluyorum) başlıklı bir açık mektup gönderir. Mektubun ilk bölümünde davayla ilgili gelişmeleri anlatır, Dreyfus’u mahkûm eden ve yeniden yargılanmasına engel olan orduyu, davadaki general, yargıç ve el yazısı uzmanlarını sert bir dille suçlar. Gerçek suçlu Esterhazy’i koruyan ordu içindeki güçlere saldırır. Ve sonunda üçüncü kez yargılanan Dreyfus bu kez beraat eder (1906). Binbaşı rütbesiyle orduya geri döner. Çektiği çilelere karşılık kendisine Legion d’Honneur nişanı verilir. I.Dünya Savaşı’na katılır ve 1935’te ölür. Dreyfus Davası “aydın kavramına farklı bir bakış açısı getirmiştir. Aydın kimdir? Entelektüellik nedir? Günümüzde de tartışma konusu olan bu terimler Emile Zola’nın dava boyunca sergilediği tutumla farklı bir boyut kazanmıştır. ‘Entelektüel’ yani ‘aydın’ daha eski bir terimle ‘intellect’ kelimesinden gelmektedir; anlamı akıl ve zekâdır. Aydın denilen zümre, modern anlamda Fransız İhtilali’yle ortaya çıkmıştır. Toplumsal duruşları gereği herhangi bir sınıfın karakteristik özelliklerinin tamamını göstermezler, buna rağmen toplumun üst kademelerinde yer alırlar. En belirgin özelikleri yetenekli olmaları ve çok iyi eğitim görmeleridir. Fakat dava süresince Emile Zola’nın sergilediği tutum aydın’ kavramını yeniden tanımlamayı zorunlu kılmıştır. O tanım da şöyledir: Aydın, yaşadığı dönemde olaylara şahit olup haklıdan, mazlumdan, yana olan; haksızlık karşısında, zulüm karşısında korkup susmayan ve gerektiğinde bedel ödeyebilendir. Buradan hareketle şunu diyebiliriz; aydın sıfatı bir kez kazanıldı mı sürekli kullanılacak bir sıfat değildir. Aydın olarak bilinen kişi susuyorsa, korkuyorsa, bedel ödeyemiyorsa, aydın sıfatını yitirir. Yoksa dünyanın en kolay işidir hükmedenden, güçlüden yana tavır koymak.

Edebiyat mı siyaseti etkiler, yoksa siyaset mi edebiyatı şekillendirir?

Soruya iki farklı açıdan da cevap verilebilir; ama edebiyata ve siyasete ilgi duyan herkes bilir ki siyaset her zaman edebiyata ilham kaynağı olmuş, yol göstermiş ve hatta sınır çizmiştir. Siyasi bir kararla girişilen Truva Savaşları olmasaydı ‘İlyada’ ve ‘Odessa’ destanlarından bahsedebilir miydik? Napolyon, Rusya’ya sefer başlatmasaydı ‘Savaş ve Barış’ı okuyabilir miydik? Zola’nın Dreyfus Davası sırasında yazdığı makale ve mektuplar onun edebiyatçı kimliğinden ayrı tutulamaz. Yalın, inandırıcı bir dille yazılan bu metinler Zola’nın külliyatının bir parçası olarak görülmelidir. Cumhurbaşkanı Felix Faure’ye hitaben yazdığı J’Accuse (Suçluyorum) başlıklı açık mektup bir bakıma edebiyatın siyasete başkaldırısı ve edebiyatın siyasete yön verecek kadar güçlü olabileceğinin kanıtıdır.”

Adalet kavramı insanlık tarihi boyunca hem felsefi, hem de hukuki, hem de dini açıdan işlenen konulardan biri olmuş. Fransa kadar kendini medeni bulan; 1789 İhtilalinin sembolü haline gelmiş özgürlük eşitlik, adalet ve kardeşlik kavramını savunan bir ülkede, böyle bir olayın gerçekleşmesi ne kadar hazindi. Seyircilerin uzun alkışıyla son bulan filmden düşüncelerle dolu çıktık. Albay Picard, benim için sadece marketlerde satılan buzlu ürünlere marka olmuş bir isimken birden bir kahraman ve adalet örneği olmuştu. Bu filmde hep birlikte Albay Picard’ın Dreyfus Davasında hakikati araştırırken vicdanının sesini dinlemiş, uzun yıllar adil, hak gözeten biri olarak tüm şahsi riskleri göze alıp olayı aydınlatmaya karar veren örnek kişiliğine tanık oluyoruz. Böyle bir kişi ve bunları yazmaya cesaret eden Zola gibi bir yazar olmasaydı belki de bu olay gayet normal bir vaka gibi gömülüp kalacak, masum bir insan hapiste çürüyüp gidecekti. Film, gösterime girmeden önce yönetmeni Polanski’nin tecavüz davaları yüzünden ağır protesto gösterilerine sebep oldu. Her şeye rağmen vizyona giren ‘J’accuse’ filmi birçok sinema salonunda gösterilip basında kendinden çok söz ettiriyor. Yönetmen Polanski’nin bu yılki Venedik Film Festivali’nde tepkilerin odağında yer almasına rağmen festivalden dört ödülle dönmeyi başarmış olması filme olan ilgiyi de arttırdı.

 1 Murat Taş’ın 9 Eylül 2018 Mevzu Edebiyat’ta yayınlanan ‘Dreyfus Davası ve Sonuçlarından’ adlı yazısından alınmadır.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün