Lübnan’ın İsrail ile ilişkileri ve tercihi

Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU Dünya
4 Aralık 2019 Çarşamba

Lübnan’ı ilk ziyaret ettiğimde, 1975 yılından beri süren iç savaş yeni bitmişti. Beyrut’ta Kordon’da yer alan binalar on beş yılın kurşun izlerini taşıyordu. Ama insanlar gülüyor, Feyruz dinliyor ve debdebeli düğünlerde eğleniyordu. Beyrut yeniden Fransız zevki le süslenmiş sofralarda Arap ve Fransız mutfağı lezzetlerini tadıyor, gününü gün ediyordu. Günlük yaşam kadar, entellektüel faaliyetler de canlanmıştı. Sivil toplum kuruluşları bir avuç entellektüelle yeniden soluklanmaya başlamıştı. Ancak bir ara katıldığım toplantıdan ayrılıp, bir gazeteci ile Güney Beyrut’a gittik. Hizbullah kamplarında yaşam, Beyrut’tan çok farklıydı. Sadece Ayetullah Humeyni’nin posterleri değil, adeta soluğu da Güney Beyrut’taydı. Zenginlik ve fakirlik arasında kalan çorak alanda, Hizbullah tohumları kolay yeşermişti. Derin bir gelir uçurumu yanı sıra mezhepler arasına sıkışıp kalmış Lübnan’da,  Şiiler arasında İran’ın borusu ötüyordu. Çöpler İran parası ile toplanıyor, İran jeneratörleri geceleri aydınlanıyordu. O zamandan bu zamana Hizbullah Lübnan’da böyle yasallaştı. Lübnan’da kutuplaşma daha arttı mı? Sanmam. Ama barışı koruma şevki güçlendi.  

İşgallere Karşı Tavır

İç savaş Lübnan’da yeni başlamıştı ki, Suriye ordusu, 1976 yılı baharında doğal coğrafi uzantısı kabul ettiği bu ülkeye giriverdi. Lübnan’da Suriye işgali tam 29 yıl sürdü. Baba Esad, bu askeri harekâtta Ürdün’den gelen Filistinlileri de kullanmıştı. Ben gittiğimde, Lübnan kendi kanında boğulmaktan bıkmış ve savaş baltalarını dağlara bir yerlere gömmüştü. Ama ülkenin kuzeyi hâlâ Suriye’nin işgali altındaydı. Suriye Lübnan’da nice acımasız infaz, zorunlu iskân ve açık katliam yaptı. Ama işin garip tarafı, Lübnan’ın kendi mezhep uçurumları arasına sıkışıp kalmış halkı sanki bundan hiç şikâyet etmiyor, görmezden geliyordu. Kendileri ile aynı dili konuşan askerler, kıyı şehirlerinde devriye geziyor, Filistin Kurtuluş Ordusu (PLO) milisleri ise Bekaa Vadisinde fink atıyordu. Ama Suriye işgali ve İran desteği, şirazesi şaşmış ve rayından çıkmış Lübnan ekonomisi için aynı zamanda bir nimet olmuştu. Suriye işgali boyunca Lübnan, girişimci Suriyelilere ev sahipliği yaptı. Öyleki 2005 yılında sadece muhaberat denilen gizli servisini Lübnan’da bırakarak çekilen Suriye ordusu, beraberinde Suriye sermayesini ve müteşebbisini de götürünce, Lübnan iktisadi ve ticari olarak epey afalladı.

Ayrıca, Suriye’nin donanımlı ordusu, Lübnan için bir koruyucu olma iddiasındaydı. Ama maşası PLO, serseri mayın gibiydi. Nitekim 1980’li yılların başında Lübnan işgal durumunun sona erdirilmesi için önce Arap Birliğini, sonra Birleşmiş Milletleri yardıma çağırdı. Ama atı alan Cebel Lübnan’ı aşmış ve PLO İsrail sınırına dayanmıştı. O zamana kadar İsrail ile Hasbani, Litani ve Dan nehirleri ve dağların altındaki yer altı kaynakları nedeni ile ciddi su paylaşım sorunları olan Lübnan’ın bu güney komşusu ile asıl sorunları, işte bu noktada yani PLO’nun, İran destekli Hizbullah ile güçlenmesi sonucu, kuzeyden İsrail için hissedilir bir tehdid olmasıyla başladı. 1978 yılında İsrail ordusu, bu bahane ile güneyden Lübnan’ı işgal etti ve bu işgal de 2005 yılına kadar sürdü. Lübnan halkı bundan şikâyet etti mi? Bilmem? Tek bildiğim bir konferansta, Cebel Lübnan’da yazlık evi olan Lübnanlı Maruni bir profesör, bir anda, aynı konferansa katılan, ama işgal sırasında dağlardaki birlikleri yöneten İsrailli generali tanıdı. Aralarındaki anı teatisi pek hoş bir sohbet olmuştu. Anlaşılan işgalci İsrail birlikleri, yerel halkı hoş tutup, sadece PLO ve Hizbullah’ı kovalamış. Aynı değil benzer bir dili konuşan yabancı bir başka orduya karşı tavrını da hayli ilginç bulmuştum. Anlaşılan ikili üçlü kıskaçlar arasına sıkışıp kalmış Lübnan insanı işgali pek umursamamıştı.  

 

Dünden Bugüne bir Bakış

Aradan geçen yıllar içinde, siyasi bir istikrara kavuşamasa bile, kan dökmekten, kan kusmaktan ve kan kokusundan bıkan Lübnan halkı, bir çeşit ekonomik denge bulmaya çalıştı. 2005 sonrasında, iç savaş boyunca köşede oturup gümbürtüyü seyreden Birleşmiş Milletler Lübnan Barış Gücü (UNIFIL), yeniden yapılanma faaliyetine ön ayak oldu. Bir hibe hesabı açıldı ve Lübnan’a yardım aktı. Sonunda uygun bir serbest piyasa ekonomisi oluşturdular. Kıt kaynaklı Lübnan, yine hizmet ekonomisi ağırlıklı özüne döndü. Kendine özgü oligarklar da yine hem siyasete, hem ticarete hakim olmaya başladı. Giden Suriye sermayesinin yerini, Suudi Arabistan, Katar ve BAE sermayesi almaya başladı. Havası mis gibi kokan meyve ve sedir ağaçları ile dolu dağlar artık tamamen onlarındı. Zahle’de yeşil dağlar arasında Arak Fakra yudumlamak bazıları için keyifliydi. Ama Bekaa Vadisi hâlâ çöp içinde, Filistinli ve Osmanlı artığı Ermeni sürgünlerinin yerleşim yerleri ile doluydu. Dünya harikası Baalbek’e ulaşmak için hala ekili arazilerden değil, çöplük dolu bir araziden gitmek gerekiyordu. Yine de çöpe ve acı dolu geçmişlerine bakmadan barışa dört elle sarıldılar. 2018 yılında, GSYİH’ları 59 milyar dolara ulaştı. Ama hala dünyanın cüssesine göre en borçlu ülkelerinden biri. Bütçe açıkları %10 un altına nadiren iniyor. 

 

 Riskli Kavşakta Lübnan’ın Tercihi

İşte çelişkiler arasına sıkışıp kalmış Lübnan, bir başka soruna 2011 yılından itibaren çakıldı. 6-7 milyon nüfuslu bu küçük ülke, tam toparlanacakken Suriye krizi ile mülteciye açık kapılarından, 1 milyona yakın (artı 500 bin kayıtsız) Suriyeli aktı. Bunlar sınırlı sınai tesislerde ve tarım sektöründe çalışmaya başlasalar bile, Lübnan için giderek büyük bir yük haline geldi. Ancak bu yükün siyasi yanı giderek ekonomik yanından daha ağır basmaya başladı. Artık kuzeyden gelen işgal sadece mültecilerden. Ama Suriyeli mülteciler üzerindeki İran etkisi, bir kez daha İsrail’in sorunu haline geldi. Lübnan yeniden güneyden gelebilecek bir İsrail işgali riskini düşünmek zorunda hissetti. Bu durumda, hem Suriyeli mültecilere karşı artan tepkileri, hem de siyasi kargaşanın odağındaki Netanyahu Lübnan’ı yeniden işgal kararı verir endişesi ile bu yılın Nisan-Ağustos aralığından beri Suriyelileri zorla ve/veya gönüllü olarak geri göndermeye başladı.

İsrail’den gelebilecek yeni bir askeri harekât riskini azaltmak, Lübnan’a birkaç yarar sağlayabilir. Azalan işgal riski, önce bir sınır güvenliğidir. Üstelik sadece kara sınır güvenliği değil, deniz sınırlarında, İsrail ile imzalanmasına ramak kalan münhasır ekonomik alan anlaşması güvenliği. Mültecilerin geri gönderilmesinin ekonomik yararı hemen hissedilmez. Ama şu anda yeni bir kargaşanın içinde debelenen Lübnan, bu defa tercihini iyi kullandı. Sınırlarda barış, iç barışı sağlar mı? O da yine kendilerinin başarısı olacaktır.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün