23. İstanbul Tiyatro Festivali -4

“Bir onlardan bir bizden” Théâtre de la Ville Paris’den ‘İonesco Suite / İonesco Dosyası’

Erdoğan MİTRANİ Sanat
18 Aralık 2019 Çarşamba

Portekizli oyuncu Teresa Mota ile Fransız yönetmen ve oyun yazarı Richard Demarcy’nin 1970’te doğan oğulları Emmanuel Demarcy-Mota; 2002-2008 yılları arasında La Comédie de Reims, Centre Dramatique National’de yönetmenlik yapmış. 2008’den bu yana Théâtre de la Ville Paris’nin sanat yönetmeni ve 2011’den beri de Paris’te düzenlenen Sonbahar Festivali’nin genel yönetmeni.

İstisnasız her yapımıyla adından söz ettiren Emmanuel Demarcy-Mota, topluluğu Théâtre de la Ville Paris ile 2012’deki 18. İstanbul Tiyatro Festivali’ne uyumsuz tiyatronun en önemli ismi Ionesco’nun ‘Rhinocéros / Gergedan’ının çok parlak bir yorumuyla katılmıştı. Bu kez oyunlarından yola çıkarak oluşturulmuş bir gösteriyle büyük yazara saygılarını bir kez daha sundukları ‘Ionesco Suite / Ionesco Dosyası’, ile tekrar festivale katılıyorlar.

1909’da Romanya’da Rumen bir baba ve Fransız bir annenin oğlu olarak Eugen Ionescu adıyla doğan, 1938’de Paris’e yerleşerek ana vatanı ile yeni vatanı arasında gidip gelmeye devam eden, 1994’de vatandaşlığını aldığı Fransa’da ölen Eugène Ionesco, İrlandalı Samuel Beckett’le birlikte Absürd Tiyatro’nun babası kabul edilir.

Yaşarken ‘klasikler’ arasına girmeyi başaran, Fransız Akademisine giren, oyunları bütün dünyada büyük başarıyla sahnelenen İonesco, ‘Absürt Tiyatro’ tanımlamasını kısıtlayıcı bulduğunu, anlamsızın ve anlaşılmazın eşanlamlısı olan absurde’e karşın, olağandışılığın getirdiği hayranlık ve korku duygularını da içeren insolite’i tercih ettiğini, oyunları için absurde=saçma, anlamsız yerine insolite= alışılmadık, tekinsiz nitelemesini daha uygun gördüğünü söylemiştir.

Demarcy-Mota’nın İonesco metinlerini okumak üzere bir araya getirdiği, on yıldır birlikte çalıştığı topluluktan yedi oyuncu, bir masanın etrafında sağlı sollu dağılarak metinleri okumuş, doğaçlama yapmış ve seçtikleri satırları paylaşmış. Bunun üzerine Mota, Ionesco’nun merkezde olduğu, her oyuncunun kendi duyguları ve hayal gücünü geliştirmesini sağlayacak bir deneye girişmiş. Bu deney, oyuncuların alabildiğine özgür doğaçlamalar oluşturdukları, farklı cinsiyet, yaş ve dünyadan birilerini canlandırmakta özgür oldukları ve seyirciyle yakın temasta olabilecekleri bir çalışmaya dönüşmüş.

Bu çalışmanın sonuç ürünü olan ‘Ionesco Suite / Ionesco Dosyası’, absürtün, şamatanın, şaşırma ve esprinin şaşırtıcı bir şekilde harmanlandığı, Ionesco’nun sert mizahında dile getirdiği varoluştan duyulan korku, topluluk olma hali, yalnızlık, konuşma ve başkasını duymama temalarının, kısacası varlığa dair kaygıların, benzerine rastlanmamış bir biçimde cesurca sahnelendiği müthiş etkileyici bir yorum.

Oyunun nihai versiyonunda uzun bir masa merkeze alınarak, aile, düğün, doğum günü gibi yemek yenen toplumsal buluşmalara yoğunlaşılmış, var olma, birlikte olma, yapayalnız olma duyguları, konuşma ve birbirini duyamama duyguları öne çıkmış. Çok uzun süren hazırlık çalışmalarının sonunda, ‘Jacques ya da boyun eğme’, ‘İki Kişilik Hırgür’, ‘Kel Şarkıcı’, ‘Ders’ ve ‘Amerikalı Öğrenciler İçin Konuşma Ve Diksiyon Çalışmaları’ gibi çok farklı oyunların repliklerinden oluşsa da, bölük pörçük etkisi yaratmayan, akıcı ve şaşırtıcı derecede bütünlüğü olan bir metin ortaya çıkmış.

Oyunun yedi oyuncusunun, benzersiz bir enerjiyle kimlik, karakter ve cinsiyet değiştirerek sundukları olağanüstü performansın çok etkileyici bir yanı da, Ionesco’nun hep var olan, ama çoğunlukla göz ardı ettiğimiz müthiş komik ve eğlenceli tarafını başarıyla ortaya çıkarmasıydı.

‘Ionesco Dosyası’nın sonunda ayağa fırlayan izleyiciler uzun uzun, çılgınca alkışladılar. Bu müthiş alkış oyunun yedi oyuncusu için olduğu kadar, hınzır mizahı hâlâ genç, çağcıl ve taptaze kalmış İonesco içindi de. Bu vesileyle, bir sözcük cambazı olan, lisanla da devamlı şakalaşan İonesco’nun metinlerinin hakkını veren olağanüstü çeviriyi de unutmayalım.

Festival bittiğinde en çok hangi oyunu sevdiğimi sorduklarında, “yerli yabancı izlediklerim arasında bence en iyisi ‘İO’,  en çok sevdiğim oyun ise ‘Ionesco Dosyası’ oldu” diyerek cevaplıyorum.

Gerçekten de ‘Ionesco Dosyası’, sadece benim değil,  izleyenlerin neredeyse tümünün âşık olduğu bir oyun oldu.

  

 ArtNiyet’den

‘La cantatrice chauve / Kel  Şarkıcı’

“Kel Şarkıcı hakkında okuduğum her şeyi unutarak, bu oyunun bana ne için bu kadar büyük bir keyif verdiğini düşünüyorum. Bu oyunda gördüğüm şeyin sanayi toplumuna veya modern insana özgü olup olmadığından bile emin değilim. Çok daha geniş zamanlı tespitler var gibi geliyor bana. ‘Gerçekçi’ bir oyundan çok daha gerçek bir şeyler var bu oyunda. Ben ‘Kel Sarkıcı’ya baktığımda birbirinden komik insanlar ve durumlar görüyorum. Ve gördüğüm her şey gerçek hayattan bildiğim hallere çok benziyor. O insanları zavallı veya aptal bulmuyorum. O insanlarda kendimi görüyorum. O insanlarda sevdiğim insanların farklı hallerini görüyorum. Ben o insanları sevimli buluyorum.

Ve fark ediyorum ki, Homo Sapiens dediğimiz tür, çok komik bir yaratık. En büyük komikliği de, kendini çok ciddiye alması.”

Kerem Kurdoğlu

Festivalin hemen ardından, yılların ötesinden gelen, 1980’lerde Boğaziçi Üniversitesinde tiyatro yapan ‘gençlerin’ yıllar sonra bir araya gelerek kurdukları ArtNiyet adlı topluluk, İonesco’nun Kel Şarkıcısını olağanüstü keyifli ve yenilikçi bir yorumla sahneledi.

Birçok kez belirtmişliğim var, Kerem Kurdoğlu’nun yaklaşık çeyrek yüzyıl önce, o zamanki kız arkadaşı, hâlen eşi Naz Erayda ile kurmuş olduğu Kumpanya, hem bugün tiyatronun hasını yapan genç İstanbul Tiyatrosunun, hem de onların da öncüsü olan Altıdan Sonra ve Dot’un bile öncüsü olan, çağının ötesinde tiyatro yapan yenilikçi bir guruptu.

Kerem Kurdoğlu’nun Kumpanya’dan önce birlikte tiyatro yaptığı arkadaşlarıyla bir araya gelerek kurdukları ArtNiyet, Kerem’in “özellikle yirminci yüzyılda yazılmış modern tiyatro klasiklerini bir seri olarak sahneleme projesini” hayata geçiriyor ve projeye, çağdaş tiyatronun gelişim sürecinde çığır açıcı bir yapı taşı olarak gördüğü ‘Kel Şarkıcı’  ile başlıyor. Tiyatroyu tutkuyla seven, izlemeye ya da yaratmaya çaba gösteren genç kuşağın, bu klasikleri yeteri kadar tanımadığını bilen biri olarak, bu çalışmanın herhangi bir tiyatro projesini aşan bir misyon olduğunu düşünüyorum. Yolları açık olsun. 

Eugène Ionesco’nun 1949’da yazdığı ‘La cantatrice Chauve / Kel Şarkıcı’ II. Dünya Savaşını izleyen yıllardaki yeni arayışların içinden çıkan geleneksel tiyatronun hiçbir unsurunu barındırmayan Absürt Tiyatro’nun ilk örneğidir. ‘Kel Şarkıcı’nın kalıplara, alışılmış düzene karşı çıkışı henüz oyun başlamadan, oyunla ilgili hiçbir bilgi vermeyen, oyunun içeriğiyle bağlantısı olmayan başlığıyla ortaya çıkar. ‘Kel Şarkıcı’da ne bir kel, ne de bir şarkıcı vardır. Oyunun sonunda İtfaiye Şefi, Kel Şarkıcı’yı sorduğu zaman saçını her zamanki gibi taradığı yanıtını alır.

Ionesco, insanlar arasında anlaşılmanın ve iletişimin mümkün olamayacağını iki küçük burjuva çiftin sıradan ve boş konuşmaları üzerinden, grotesk ve son derece güçlü bir mizah duygusuyla anlatır. Kafasına göre takılan çalar duvar saatinin zaman kavramını yok ettiği, olayların mantıklı bir akışının, başlangıcının ya da sonunun olmadığı oyunda, düşünmeyi bilemeyen ev sahipleri Smith’ler ve misafirleri Martin’ler, birbirleriyle konuşamazlar, boş laflar ve basmakalıp klişelerden oluşan monologlarla hiçbir şey söylemeden konuşur gibi yaparlar. Birbirlerinin ya da Hizmetçi Mary ile İtfaiye Şefinin anlattığı anlamsız hikâyeleri alkışlarlar. Kişisel düşünceleri, karakterleri, belirgin bir kimlikleri yoktur ve birbirlerinin yerine geçecek kadar birbirlerine benzerler. Hayat aynı sıkıcılıkla hep yeniden başlayarak devam eder. ‘Kel Şarkıcı’yı ‘dilin tragedyası’ olarak niteleyen Ionesco, insanların birbirleriyle anlaşmak için kullandıkları basmakalıp, boş formüllerden, ezberlenmiş klişelerden ve sloganlardan ibaret olan dili de parçalamak gereğini duyar. Sahnedekilerin hiçbir anlam ifade etmeyen abuk sabuk konuşmaları, sonunda kelime bile olmayan seslere dönüşür.

Oyunun yöneten Kerem Kurdoğlu’dan yukarıda yaptığım uzunca alıntı, ‘Kel Şarkıcı’nın bu kez epey farklı bir bakış açısıyla ele alındığının göstergesi. Kurdoğlu, kendisi de dâhil birçok kişinin oyunu Absürt Tiyatro’nun genel eğilimleri kapsamında değerlendirirken, tarihsel dönem ve toplum eleştirisiyle dar bir sınırlamaya soktuğunu ve içerdiği müthiş güçlü mizah duygusunun önemini fark etmediklerini söylüyor.

Metni herhangi bir sınıfın ya da herhangi bir toplum biçiminin eleştirisi olarak nitelemenin o eserin gücüne ve zenginliğine karşı bir haksızlık olacağını, bir eserin asıl değerinin yaratıcısının amacından bağımsız olarak, izleyici üzerinde yarattığı etkide olduğunu düşünerek ‘Kel Şarkıcı’ya heyecan verici taptaze bir yorum getiriyor.

Bu yorumun benzersiz keyif veren ayrıntılarını tek tek anlatmak mümkün değil. En azından ilk sahnesinden finaline gülümseyerek, kimi zaman kahkahalar atarak izlendiğini, bittiğinde ayağa fırlayan seyircilerin çığlık çığlığa, uzun uzun alkışladığını belirtmek isterim.

Tasarım danışmanlığı Naz Erayda, dekor ve kostüm tasarımı Maya Kurdoğlu, ışık tasarımı Levent Soy, hareket tasarımı Zeynep Günsür, müzik ve ses tasarımı Çağdaş Yarman ve dramaturjisi Şevki Evrendilek tarafından üstlenilen ‘Kel Şarkıcı’da dış ses kaydıyla Tilbe Saran’ın destek verdiği Aslıhan Eraltan, Aydın Soysal, Aygen Tezcan, Aykut Altın, Hasan Uzma ve Özden Dilek Karakışla oyuncu olarak yer alıyorlar. 

Kurdoğlu’nun yenilikçi yorumu kadar, 30 yılın ardından tekrar sahnelere dönen ekibin yıllardır içlerinde canlı kalmış tiyatro ateşinin müthiş bir enerjiye ve sahne hâkimiyetine dönüşerek seyirciye yansıması da müthiş heyecan verici.

Mevsimin olmazsa olmazı. Sakın kaçırmayın. 4 Ocak 16.00 ve 20.30’da Moda Sahnesi’nde ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.

Hepinize iyi seyirler dilerim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün