Banliyöde bir modern trajedi

‘SEFiLLER’ Ladj Ly ile sinemanın umut vaat eden bir yönetmen kazandığını ilan eden önemli bir film

Viktor APALAÇİ Sanat
29 Ocak 2020 Çarşamba

İlk uzun metrajlı filmiyle Ladj Ly Cannes’da Jüri Ödülü, Avrupa Film Ödüllerinde En İyi Film Ödülü kazandı, Oscar ve Altın Küre’de de Yabancı Dilde En İyi Film adayları arasına girdi. Kassovitz’in ‘Protesto’sundan 24 yıl sonra bizleri Paris gettolarına götüren ‘Sefiller’ banliyö ve umutsuz gençlik üzerine, yaratıcı ve politik manifesto niteliğinde, etkileyici bir film.

Ladj Ly yargılamıyor, haksızlıkları ve toplumsal çarpıklıkları sergilemekle yetiniyor. Şiddet, kaba kuvvet, korku, hiddet, ahlaki değerler gibi zorlu temaların hakkını veren bu toplumsal gerçekçi, politik, tavizsiz filme kayıtsız kalmak imkânsız. Yazımda ‘Sefiller’in konusuyla akrabalık taşıyan, ‘Protesto’, ‘Do the Right Thing’ gibi bazı filmlere de değindim. 

Bu yıl Cannes Festivalinin keşfettiği (Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi ile birlikte) iki filmden biri olan ‘Sefiller/Les Miserables’ Avrupa Film Ödüllerinde En İyi Film seçildi. Altın Küre ve Oscar’da Yabancı Dilde En İyi Film adayları arasına girdi.

1995 Cannes Film Festivali’ne bomba gibi düşen, Mizansen Ödülüne layık görülen ‘Protesto/La Haine’de Mathieu Kassovitz Paris gettolarında yaşayan biri Yahudi, biri siyahi ve diğeri pied-noir üç arkadaşın yaşantısı üzerinden, sosyal sınıf farklılıkları ve ırkçılık üzerinden ilginç tespitlerde bulunmuştu.

28 yaşındayken ikinci uzun metrajlı filmiyle kentleşme, banliyö ve umutsuz gençlik üzerine, yaratıcı ve politik manifesto niteliğinde kült bir filme imza atan Kassovitz’den 24 yıl sonra Ladj Ly ‘Sefiller/Les Miserables’ ile Kassovitz’in açtığı yoldan yürümeyi sürdürüyor.

Fransa’nın eski kolonisi Mali asıllı, Paris doğumlu aktör-yönetmen-yapımcı-senaryo yazarı, 39 yaşındaki Ladj Ly, doğup büyüdüğü proleter kenar mahallelerin sorunlarını, müthiş bir gözlem gücüyle perdeye taşıyor.

Filmin adı niye Sefiller?

Belgeselden gelen Ladj Ly, filminde bir tez empoze etmeye çalışmıyor. Yargılamıyor, haksızlıkları ve toplumsal çarpıklıkları sergilemekle yetiniyor. Filminde iyiler ve kötüler diye bir ayırım yapmıyor, banliyö hayatında kendilerini tuzağa düşürülmüş hisseden, gelecekten umutsuz gençlerin (Sefillerin) çıkışsızlığını sergiliyor.

Henüz 17 yaşındayken gerçekleştirdiği ilk filminde, yetiştiği Seine-Saint Denis’deki Montfermeil semtinin sorunlarını dile getirmişti Ladj Ly.

Ladj Ly, Victor Hugo’nun ölümsüz romanı ‘Sefiller’in bir bölümünün Montfermeil’de geçmesinden hareketle, roman kahramanlarından Thenardier Ailesinin yaşadığı bu semtte, aradan 150 yıl geçmesine rağmen, sefaletin hüküm sürdüğünü filminde gözler önüne seriyor. Film, göçmenlerin ağırlıkta olduğu Montfermeil’de geçen konusuyla bir anti-terör ekibine tayin edilen bir polisin burada ilk 24 saatinde yaşadıklarına odaklanıyor. Boşanmasının ardından çocuğuna yakın olmak için Paris’e tayinini isteyen Pento (Damien Bonnard) semtin gediklisi iki polis ile birlikte, çıkabilecek olayları önleme amacıyla araba ile devriye geziyor.

Ekibin şefi ‘kanun benim’ diyen, özgüveni yüksek, kovboy tavırlı, ırkçı, yoz polis teşkilatının temsilcisi Chris’tir (Alexis Manenti). On yıl evvel göç ettiği Fransa’da sisteme adapte olabilen Gwanda (Djibril Zonga) iyi niyetli, sakin bir polistir. Fransa’nın iki yıl önce futbolda Dünya Şampiyonu olduğu gün başlayan film, mahallenin gençlerinin bayraklarıyla Champs Elysées’deki kutlamalara katılmalarıyla başlıyor. Gençler milli takımdaki, başta Mbappe olmak üzere Afrika kökenli göçmen futbolcularla övünüyor.

Deneyimli iki polis yeni tayin edilen Pento’ya mahallenin sosyal yapısını anlatıyor, “Eskiden uyuşturucu satışı moda idi, şimdi kadın satışı ve fuhuş ön planda. Aralarında çok konuştuğu için karısını pencereden atan bir mahalle sakini bile var.”

Kurbanla cellat yer değiştiriyor

İsyankâr gençlerin olay çıkarmalarını önlemenin, ölçüsüz şiddet kullanarak gençleri sindirmekten geçtiğine inanan Chris, kuvvete tapan, sinik ve zorba bir polis memurudur. Chris otobüs durağında bekleyen genç kızları, her zamanki gibi nefretle süzerek, uyuşturucu kontrolü bahanesiyle onlara kötü davranıyor. Bu kanunsuz davranışı kaydeden kızlardan birinin telefonunu sert bir darbeyle yere düşürüp kırılmasına yol açıyor.

Mutlak bir kaos ortamının hüküm sürdüğü bu semtte işsiz, radikal gençler, uyuşturucu satıcıları, sokakta oyun oynayan çocuklar, sözüne hürmet edilen otoriter iki Müslüman kardeş, sirk işleten Çingeneler, kebapçılar var.

Tümünün ortak gayesi, kendi kurallarını uygulayarak durumlarını sağlamlaştırmaya çalışmak. Burada Paris’in fakir banliyö semtlerinde etkisi artan ve gittikçe güçlenen Müslümanların varlığına dikkat çekiliyor. Senaryo, mükemmel karakter tahlilleri eşliğinde, filmin bütün kahramanlarının, kurban veya suçlu olsun, bölgeyi nasıl etkilediklerini gözler önüne seriyor.

Çocuklardan birinin Çingenelerin işlettiği sirkten bir yavru aslanı çalmasıyla tırmanan olaylar mahalleyi ikiye bölerken, polisler yükselen tansiyonu düşürmekte zorlanıyor. Yumurcağın biri drone ile mahallenin bütün kızlarının yatak odalarında soyunurken filmini çekiyor.

Aynı çocuk, üç polisin katıldığı, sonu kötü biten bir olayda, İssa adlı bir göçmen çocuğu yüzünden yaralayan Chris’i, drone’una kaydedince işler çığırından çıkar.

Chris kasetin peşine düşer. Bu kıvılcım, gergin polis-göçmen çekişmesini ateşe boğar, ölçüsüz şiddet kullanan polise karşı isyanın başlangıcı olur. Kurban ile cellat yer değiştirir.

2005’te iki göçmen gencin bir trafoda ölmeleriyle başlayan ayaklanmayı Ladj Ly ‘Sefiller’ başlıklı kısa filminde anlatmış, César Ödülü’nü kazanmış, başarısını Moskova Film Festivali’nde sürdürmüştü. Bu yıl Cannes’da Jüri ödülü kazanan filmi Ladj Ly aynı adlı kısa filmden esinlenerek yaptı.

İnsancıl mesajlar veren şok film

‘Sefiller’i polislerin gözünden Kassowitz’in ‘Protesto’su olarak nitelemek mümkün. Bu toplumsal gerçekçi, politik, tavizsiz, polemiklere yol açan filme kayıtsız kalmak imkânsız. Film, şiddet, kaba kuvvet, korku, hiddet, intikam, ahlaki değerler gibi zorlu temaların hakkını veriyor. Ladj Ly daha iyi sosyal şartlarla yaşamayı arzulayan kendi semti Montfermeil’e bu filmiyle saygı duruşunda bulunuyor.

Film sosyal patlamalara gebe, öfke dolu banliyö insanları üzerine yönetici sınıfı düşünmeye davet ediyor. Tavizsiz üslubuyla Ladj Ly bu politik gerilim filminde, klişelerden uzak durmaya özen gösterirken, insancıl mesajlar veren etkileyici bir şok filme imzasını atıyor. Nefes kesici ritmiyle, temposu hiç düşmeyen bir gerilim atmosferi içinde, heyecanlı bir polisiye gibi izlenen film, son derece etkileyici sekanslarıyla cesur ve çok sert bir yapıt.

Üçlü senarist ekibi öykülerini bu semte tamamen yabancı, saf, temiz, dürüst bir kanun adamı olan Pento’nun gözünden anlatmayı tercih etmişler. Mahallenin tüm göçmen işyeri sahipleri, gizli ajandaları olan sert ve acımasız insanlar. İsyankâr gençlerin kaderci aile büyüklerinin öyküde rolü yok.

Ladj Ly, Cannes’daki basın konferansında, “Sinema dünyası artık farklı şeyler yapabiliyor. Biz de artık kendi hikâyelerimizi anlatabileceğiz. Kendime bir hedef koydum. Öykülerimizi bize yabancı olanların bizim yerimize anlatmalarından bıktım. Filmimde yaşadığım çevrenin sorunlarını anlatıyorum” demişti. Sosyal barışın imkânsız olduğu bölgeleri konu alan filmler arasında, Jean-Claude Brisseau’nun engelli çocuk kahramanının üzerinden şiddetin hüküm sürdüğü banliyö hayatına odaklanan ‘De Bruit et De Fureur’ünü (1988) sayabiliriz.

Jacques Audiard’ın Altın Palmiye Ödüllü göçmen dramı ‘Dheepan’ı (2009), Maiwen’in Cannes Jüri Ödüllü, polisleri merkezine alan ‘Polisse’i (2012), ‘Sefiller’ ile akrabalık taşıyan filmler.

Brezilyalı Fernando Meireles, ‘Tanrı Kent’te (2002) konusu Rio de Janeiro’nun suç dolu favela dünyasında geçen bir şiddet başyapıtıyla adını sinema dünyasına duyurmuştu. David Ayar ‘Tehlikeli Takip/End of Watch’ta (2012) yeraltı örgütünün öldürülmek üzere kara listesine aldığı Los Angelesli iki devriye polisinin öyküsünü anlatmıştı.

Hollywood’da gerilla sinemasına örnek gösterilen kızgın kuşak yönetmeni Spike Lee ‘Do The Right Thing’ (1989) başyapıtında, pizza kuryesi Afro-Amerikalı bir genç üzerinden, ırkçılık gibi tehlikeli bir konuda bir kült filme imzasını atmıştı. Victor Hugo’nun kırık toplum düzenindeki devrim ve isyan temasını film günümüz Paris banliyösüne bir suç ve vicdan hikâyesi olarak uyarlıyor.

Victor Hugo ile Spike Lee arasında bir buluşma noktasında duran ‘Sefiller’, bizleri kimsenin masum sayılamayacağı kaybedenlerin dünyasına taşıyor.

‘Sefiller’, sinema sanatının söylenecek sözü olan, umut vaat eden bir yönetmen kazandığını ilan eden önemli bir film.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün