Bir Nobel Ödülünün sakladıkları

Nazi toplama kamplarına yapılan tek denetimin hikâyesi…

Bahar AKPINAR Perspektif
22 Nisan 2020 Çarşamba

Aklımıza gelen en prestijli ödülleri saymamız istense herhalde Nobel Ödülleri ilk sırada yer alır. Kimi idealist insanların sessiz hayallerini süsleyen bu ödüller sahiplerine insanlığa benzersiz bir katkıda bulunduklarının tescilini de beraberinde getirir. Nobel Ödülleri arasında Barış Ödülünün ayrı bir yeri vardır. Ancak 1944 yılında Uluslararası Kızılhaç Örgütüne verilen Nobel Barış Ödülü, tarihin şüpheli ödüllerinden biridir[1].

İlk Nobel Barış Ödülüne 1917’de I. Dünya Savaşı sırasında yaptığı insani yardımlar için layık görülen Uluslararası Kızılhaç Teşkilatının (UKT) bu ödülünü şüpheli hale gelmesinin ardında bir Nazi toplama kampı olan Terezin’e (Theresienstadt) yapılan denetim sonrasında hazırlanan skandal rapor yatar. Bir daha asla yaşanmamasını dilediğimiz Holokost’un bu seneki anmasında bu konuyu ele almak istiyorum. 

Uluslararası insani bir yardım ağı olarak planlanan ve işleyen Uluslararası Kızılhaç Teşkilatındaki ilk kırılma 1937’de Alman Kızılhaç’ının başına Nazi yönetimi tarafından Ernst-Robert Grawitz’in getirilmesiyle gerçekleşir. Amerikalı tarihçi Gerald Steinacher, Humanitarians at War: The Red Cross in the Shadow of the Holocaustadlı çalışmasında Heinrich Himmler’in yakın dostu da olan Grawitz’i fanatik bir Nazi olarak tanımlayarak işleyişin nasıl kırıldığına dikkat çeker. Steinacher’in ortaya koyduğuna göre savaşın başlamasından kısa süre sonra UKT, toplama kamplarına insanı yardım ulaştırılması konusunda Alman Kızılhaç’ı ile görüşmelerde bulunur. Grawitz tarafından teşkilata toplama kamplarındaki Yahudilerin ne kadar iyi koşullarda olduklarına yönelik raporlar gönderilir.Böylece savaşın başlarında UKT’nin Nazi toplama kamplarına yönelik herhangi bir şüphesi oluşmaz. Savaşın ilerlemeye başlaması ile Yahudi teşkilatlarından UKT’ye yapılan denetleme çağrıları da aynı blokajla engellenir[2].

1943 Ekim’inde Danimarka’dan 450 Yahudi ‘iyi koşullarda bakılacaklarının garantisiyle’ Nazi toplama kamplarına götürülmek için alınırlar. Kasım 1943’te Danimarka’ya yaptığı görüşmelerde Adolf Eichmann Danimarkalı yetkililere dilerlerse 1944 baharında kampları ziyaret edebileceklerinin sözünü verir[3]. Bunun üzerine Danimarkalı vatandaşları olan 450 Yahudi’nin nasıl bakıldıklarını kontrol etmek üzere Eichmann’ın bu sözünü devreye sokarak UKT ile birlikte Nazi toplama kamplarında bir denetleme yapmak üzere Nazi yönetimine başvurur.

Başvuru üzerine Nazi yönetimi bir ‘model’ bir gettoya dönüştürülen, günümüzde Çek Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Terezin Kampını bu denetim için hazırlamaya başlar. 1944’ün şubat ve haziranı arasında gerçekleştirilen ve büyük bir maskeleme çalışması olan girişimlerle Terezin adeta bir film seti gibi yeniden düzenlenir. Sokaklar temizlenir yeniden adlandırılır, binalar boyanır, içinde bir kahvehanenin de olduğu bir takım dükkânlar ve bir okul kurulur kurulur. Danimarka’dan getirilen Yahudiler gettonun iyi durumdaki evlerine nakledirler. Nazi Subayları tutuklu Yahudilerin kültür ve sanat aktiviteleri yapacakları alanlar sağlayıp sanat üretimini teşvik eder. Getto içinde sanat atölyeleri kurulur. 

Diğer taraftan müthiş bir kıyım yapılmaktadır. 7503 hasta, yaşlı ve çelimsiz Yahudi, mayıs ayı boyunca düzenli olarak Auschwitz’e nakledilerek katledilirler. Gettoda henüz yeni getirilen sağlıklı Yahudiler kalmıştır. 

23 Haziran 1944’te UKT ve Danimarka Kızılhaç’ından yetkililer işte böyle bir Terezin’e gelirler. Maskelenmiş, makyajlanmış, değiştirilmiş… Ziyaret sekiz saat sürer. Her şey önceden planlanan senaryo dahilinde gelişir. Komite belirlenmiş güzergâhtan geçirilir. Yalnızca Danimarka’dan getirilen Yahudilerle görüşmelerine izin verilir. Göz boyama eyleminin sonu yoktur. Danimarka Yahudilerini temsilen seçilen Paul Eppstein, konuşma yapacağı yere bir Nazi subayının kullandığı limuzinle getirilir. Eline verilen metni okumaktan başka şansı olmayan Eppstein yaptığı konuşmada Terezin’in ne kadar ‘normal’ bir yer olduğunu, ne kadar iyi bakıldıklarını anlatır. Bu denetleme sırasında Yahudi tutuklular tarafından oynanan bir futbol maçı, Brundibar adlı çocuk operası ve Verdi’nin Requiem’i sahnelenir. 

Uluslararası Kızılhaç Komitesi şeytanı görür ama ona odaklanmaz. Şüphesizlikleri neticesinde gördüklerine yüzde yüz inanarak hazırladıkları rapor Nazi toplama kamplarının koşulları ile ilgili bütün dünyanın gözünü boyamaya yeter. Terezin’i bir tatil gibi gösteren bu raporda burasının Auschwitz’e giden yolda bir transfer istasyonu olduğu bilgisi de vermez. 

Savaşın sonuna kadar bir başka kampa, bir başka denetim gerçekleştirilmez. Bu raporla Nazi toplama kamplarının kapıları savaş sonuna kadar bir daha hiç açılmamak üzere dış dünyaya kapanır. 

Kandırmacanın büyüklüğü 1944 Nobel Barış Ödülünü getirecek kadar başarılıdır... 

Bir daha asla. 

 

 

 



[2]Steinacher, Gerald (2017). Humanitarians at War: The Red Cross in the Shadow of the Holocaust. Oxford University Press. Pp. 37-38, 42.

[3]Rothkirchen, Livia (2006). The Jews of Bohemia and Moravia: Facing the Holocaust. Lincoln: University of Nebraska Press. P. 254.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün