Holokost’un yıkamadığı küçük dev kadın

Nazi işgalini, kaçışları, tutuklanmaları, kampları yaşamış ama herşeye rağmen hayatta kalabilmiş, 100 yaşında bir çınar…

Kültür 1 yorum
24 Haziran 2020 Çarşamba

Begüm Erda

 

 

Eva Fastag – Nisan 1941

“Ben çok şanslıydım. Mesleğim sayesinde hayatım kurtuldu” diyor gözlerinin altındaki yaşları silerek…

Odaya göz gezdiriyorum. Duvarda ailesinin fotoğrafları asılı. Geniş bir aile; bir kızı var, kızının üç çocuğunun da üçer çocuğu. Hepsinin isimlerini söylüyor. O anlarda neşe ve mutluluk renkli fotoğraflardan odaya akıyor sanki..

Adı Eva Fastag. 100 yaşında. Holokost’tan kurtulan az sayıdaki şanslı kişilerden biri… 

Duvardan bana doğru dönerek hikayesini anlatmaya başlıyor. 1917 yılında Varşova, Polonya’da doğmuş. İki yaşındayken ailesi, Rus işgali altındaki şehirdeki geçim sıkıntısı, antisemitizm gibi zorlukları nedeniyle Belçika’ya, Antwerp şehrine göç etmiş. Babası Jacob saat yapan ve tamir eden bir usta, annesi Justine-Raabe ise ev hanımı. Bir kız, üç de erkek kardeşi var: Sarah, David, Gerson ve Abraham Itshak. Kardeşlerinin hepsi Antwerp’de doğmuş. 

Evde konuşulan dil Yidiş. Eva beş lisan biliyor; Yidiş, Almanca, Fransızca, Flamanca ve İngilizce. Biraz da İbranice konuşabiliyor. O zamanlardaki aile ve ev yaşantısını merak ediyorum. Çalıştığım için akşamları evde hayat çok çabuk geçiyordu diyor Eva. Tipik bir Yahudi ailesi gibi Şabat adetlerini yerine getirdiklerini söylüyor. En sevdiği yemeklerden biri olan gefilte fish yani şekerle pişirilen balık köftesinden bahsediyor. Erkek kardeşleri küçük olduğundan onlarla çok zaman geçirmemiş, daha çok kız kardeşiyle yakınmış. İbranice dua etmeyi öğrenmiş, “Bazen dua ederdim” diyor ancak hiçbir zaman din odaklı bir hayat yaşamak istemediğini ve yaşamamış olduğunu da ekliyor. 

 

1936-Oosten Sokağındaki evlerinin kapısının önünde Fastag Kardeşler. Arkada Eva ve David, önde Sarah, Abraham-Itshak, Gerson ve kuzenleri.

 

Eva ilk üç sene bir Flaman devlet okuluna gitmiş, sonrasında ailesi onu bir Fransız kız okuluna göndermiş. Savaştan önce Belçika’da karışık okullar yokmuş. En büyük erkek kardeşi de sadece erkeklerin gittiği bir Yahudi okuluna gönderilmiş; “Tachkemoni’ydi okulun adı” diyor Eva, doğru ismi söylediğinden emin olmak için masasındaki sözlüğe baktıktan sonra.

Eva temel eğitim sonrasında sekreterlik ve stenografi öğrendiği bir meslek lisesine devam etmiş, on sekiz yaşında da mezun olmuş. Ailesinin maddi durumu vasat olduğundan bir an önce iş hayatına atılması gerekmiş. Önce toptan çorap ve eşarp satışı yapan bir şirkette çalışmış, iki sene sonra da bir denizcilik şirketine geçmiş. Hitler Polonya’da savaşı başlatınca bu şirket için ticari gemi işletmek tehlikeli bir hal almış ve işlerini durdurmuş. Eva da başka bir şirkete geçmiş, onlar da işleri durdurunca Antwerp’de mücevhercilik yapan bir firmada çalışmaya başlamış.

 

İŞGAL ve KAMP GÜNLERİ

10 Mayıs 1940’ta Hitler’in ordusu Belçika’ya girince binlerce insan ülkeden kaçmaya başlamış. Hitler henüz orayı işgal etmemiş olduğu için Eva ve ailesi güvende olacaklarını düşünerek Fransa’ya gitmiş. Ülkenin kuzeyinde köylülerin evlerinde kalmışlar. Fransa da işgal edilince Almanlar Yahudileri Belçika’ya geri dönmeye zorlamış. Ülkelerine dönmek için toplandıklarında ve yürümeye başladıklarında kalabalıkta annelerinin yanlarında olmadığını fark etmişler. Onlar Antwerp’e geldikten üç gün sonra annesi perişan bir halde eve gelmiş, kapıdan içeri girer girmez de yere yığılmış.

Gözlerinin önünde bu an canlanınca susuyor ve başını öne eğiyor. Zaman hiçbir şeyin ilacı değil, belki de insan sadece acılarıyla yaşamayı öğreniyor diye düşünüyorum. Uzunca bir süre sonra yeniden konuşmaya başlıyor. 

Evlerine döner dönmez Eva iş aramaya koyulmuş. Almanca mektupları tercüme etmesi istenen zorlu bir lisan sınavından sonra, genel merkezi Almanya’da olan La Minerve de Belgique adlı sigorta şirketinde çalışmaya başlamış. Şirket yöneticileri için Yahudi olması önemli değilmiş, “Brüksel’de daha az antisemit bir ortam vardı” diyor Eva. Babası, iş yerinin sahipleri ülkeden kaçmış olduğu için işsiz kalmış; kız kardeşi örgü örerek para kazanmaya çalışıyormuş. Tüm aileyi geçindirme sorumluluğu büyük oranda kendisine düşen Eva her gün Antwerp’den Brüksel’e trenle işe gidip gelmeye başlamış. Kendisi farkında olmasa da Eva aslında direniş hareketinin de içindeymiş. Komşusunun isteği üzerine Brüksel’de gizli basılan yayınları Antwerp’e getiriyormuş.

22 Temmuz 1942 tarihinde, trenden indiğinde SS askerleri Eva’yı yakalamış ve yüzlerce başka Yahudi ile birlikte Brüksel’le Antwerp arasında yer alan Breendonk Toplama Kampına göndermiş. İyi Almanca bilen bir sekreter olması nedeniyle, birkaç gün sonra da on diğer kadın ile birlikte Mechelen’de Kazerne Dossin Toplama Kampına yollanmış. Önce buraya çalışmak için getirildiklerini düşünmüşler; kampların ölüm değil, çalışma kampları olduklarını zannediyorlarmış. Gerçekte ise burası tutukluları Auschwitz’e göndermek için kurulmuş olan bir transit kampıymış. 

 

Mechelin’de Kazerne Dossin Toplama Kampı

 

“Kocam ise her şeyi biliyordu” diyor Eva hüzün dolu gözleriyle bana bakarak. Eşiyle kampta tanışmışlar. Mesleği radyo yapmak olan Abraham Dobruszkes, Belçika’da Ghent şehrinde yaşıyormuş. Direniş hareketinde de faalmiş. Yahudi olduğunu gizlemiş, dindar bir Hristiyan kadının onu ihbar etmesinden sonra bir müddet bir manastırda saklanmış ancak Auschwitz’e gönderilmek üzere tutuklanmış ve Mechelen’e getirilmiş. Trenin onu Auschwitz’e götüreceği günün önceki akşamı kamp komutanının saç kurutma makinası bozulmuş ve tamir edecek birinin bulunmasını istemiş. Abraham daha önce hiç böyle bir tamirat yapmamış olmadığı halde gönüllü olmuş ve makinayı tamir etmeyi başarmış. Komutan kampta faydalı olacağını düşünerek Abraham’ın Auschwitz’e gönderilmemesini sağlamış.

 

Abraham Dobruszkes

 

Her ikisinin de Ghent’li olduğu da ortaya çıkınca komutan ve Abraham arkadaş olmuşlar. Auschwitz’de neler olduğunu Abraham’a anlatan da bu komutanmış.

Abraham, şehre malzeme alımı için bir SS askeri ile gittiğinde kampın ihtiyacından daha fazla makas, kerpeten gibi aletler alarak bazı tutuklulara iletiyormuş. Mahkumlar da bunları şilte işlevi gören samanların altında saklayıp Auschwitz’e giden trene bindirildiklerinde trenden kaçmak için kullanıyormuş.

Eva Mechelen’de Almanlar için iki sene çalışmış; başlıca görevi kampa getirilen tutukluların isimlerini yolcu manifestosuna daktilo etmekmiş. “Kampta ayrıcalıklı biriydim” diyor Eva. SS askerleri onların yapamadığı işleri kotarabildiği için kendisine saygı duyuyormuş. Kampta yiyecek azmış; çorba, az miktarda ekmek ve bazen biraz reçel. Mechelen’deki bir Katolik organizasyon zaman zaman kampa besleyici yemekler gönderiyormuş. Kamptakiler bir odada yüz kişi kalırken Eva 25 kadınla kalmış. “SS askerleri eğitimsiz ve kaba saba insanlardı” diyor Eva. Askerler bazen kadınları odalarından çıkarıp onlar için dans etmelerini istermiş. Dans öncesinde kadınların ayaklarını göstermesi emredilirmiş, ayakları temiz olmayanlar danstan kurtulurmuş. Aryan olmadıkları için askerler kamptaki kadınlarla yatmazmış.

Ailesi Yahudilerin tutuklandığını öğrendiğinde kız kardeşi birkaç arkadaşıyla birlikte İsviçre’ye kaçmayı başarmış. Eva, bir komşularının yardımı ile kampta kaldığı süre boyunca kız kardeşi ile mektuplaşabilmiş.  

Eva görevini yaparken kamptaki tutuklulara da yardım etmeye çalışmış. Aile olarak birlikte aynı odada kalabilmeleri için bazı tutuklulara, kampa farklı tarihlerde gelmiş olmalarına rağmen birbiri ardına gelen numaralar vermiş. Aynı işlemi direnişçiler için de yaptığı için bazıları trenden kaçmayı başarabilmiş.

Eva bir gün kampa gelenlerin listesinde ailesinin adlarını görmüş. 1942’nin Ağustos ayında Eva’nın ailesi tutuklanarak Mechelen’e getirilmiş. 

Bu cümlelerden sonra geçmiş onca ağırlığı ile odaya çöküyor. Bu sefer ben göz yaşlarına teslim olmamak için kendimi zor tutuyorum. Odadaki kasvetli havayı dağıtmak için havadan sudan bahsediyorum. Farklı konular ona iyi geliyor, iskemlesinde arkaya yaslanarak devam ediyor.

Eve gelen SS askerlerleri annesinin birkaç parça eşyayı toplaması için ancak birkaç dakika izin vermiş. Neyse ki annesi kimlik belgelerini yanına almış. Eva özel izin alarak onlarla görüşmüş. Ayrıcalıklı durumundan dolayı ailesini kendi odasına alabilmiş ve birkaç hafta yanında tutabilmiş. Eva da onlarla beraber trene binmeye karar vermiş ancak beraber sekreter olarak çalıştıkları bir kadın Eva’nın annesi ile konuşarak onu ikna etmiş; Eva’nın Mechelin’de kalmasının daha iyi olacağını, savaş bittiğinde birlikte olabileceklerini ve Eva’nın onlara bakacağını söylemiş. Ailesi de Eva’yı yanlarına almamaya karar vermiş.  

Haftada iki gün yaklaşık bin Yahudi Mechelen’e getiriliyor, oradan da Auschwitz’e yollanıyormuş. Yahudiler saklandıkları için askerler onları yakalamakta zorlanmaya başlamış. Auschwitz’e gönderilecek tutuklu kalmayınca Eva’nın ailesi de gönderilmiş. Trene bindikleri an Eva’nın onları son görüşü olmuş.

 

Eva’nın Eylül 1942’de daktilo ettiği Auschwitz’e gönderilecek kişilerin listesi

 

SAVAŞ SONRASI

“Mechelen cehenneme hazırlık için bir araftı” diyor Eva. “Askerler kamptaki insanları düzenli olarak döverdi; sanki bu onlar için bir spor faaliyetiydi.”

Bu sözlerden sonra Eva’nın acısı küçük bedenine sığmıyor ve gözyaşlarına dönüşüyor. Küçük, narin elleri masadaki mendiline uzanıyor. Arada hıçkırıklarla kesilen uzun bir sessizlik yaşıyoruz. Sakinleştiğinde devam ediyor.

Kampın özgürleştirilmesiyle Eva 9 Haziran 1944 tarihinde serbest kalmış. Evine dönememiş; orada Alman insanlar yaşıyormuş ve kendi eşyaları da evde değilmiş. Kamptan tanıdığı Maurice Heiber ona yardımcı olmuş; Eva, Heiber’ın işlettiği yaşlı evinde çalışmış, beslenme ve kalacak yer ihtiyacını karşılayabilmiş. Eva sık sık tren istasyonuna giderek kamplardan gelen insanların arasında ailesini arıyormuş. Bir seferinde erkek kardeşini tanıyan birisini bulmuş; ondan kardeşinin Varşova’ya gönderildiğini ve orada tifodan hayatını kaybettiğini, ailesinin diğer fertlerinin de Auschwitz’de öldürüldüğünü öğrenmiş. 1945 yılında bir gün, Abraham çıkagelip Eva’yı Brüksel’de bulmuş. Evlenmişler. Ghent’de müşterileri olduğu için kocası sık sık oraya gidip geliyor, Eva da onun ofisteki işlerini hallediyormuş. 1946 yılında Ghent’e taşınmışlar, bir sene sonra bir de kızları olmuş.

Hikayenin sonuna yaklaşıyor olmak rahatlatıyor beni; içimdeki ağırlık biraz hafiflese de normal bir hayat yaşamış olmanın utancı altında ezildiğimi, küçüldüğümü hissediyorum.

Eva sözlerine devam ediyor. Kocası 1981 yılında vefat etikten sonra Eva kız kardeşi ile Strazburg’da yaşamaya başlamış. Kızı da İsrail’e göç etmiş. Eva doksan yaşındayken kardeşinin bakım evinde yaşaması gerekince Eva da kızına yakın olmak istemiş. Tel Aviv yakındaki kibbutz Ma'agan Michael’deki huzurevi yeni yuvası olmuş. 

 

Eva Fastag, 2019 yılında, Ma'agan Michael, İsrail’de 

 

“Burada yaşamak önce zor geldi bana. yaşlı insanların zihin durumları pek iyi olmuyor, ben de onlara benzediğimi hissettim” diyor Eva. Sonrasında ise alışmış, kibbutz’dan arkadaşlar edinmiş. Kafası zehir gibi, bildiği beş lisanda roman ve felsefe kitapları okuyor. Akdeniz’e bakarak kumsalda oturmak çok hoş diyor. Burada mutlu olduğunu gülümseyerek söylüyor. Kızı Zikhron şehrinde yaşıyor ve sık sık onu ziyarete geliyormuş. 

Eva tüm hayatı boyunca savaş ve Holokost anılarının ağır yükünü taşımış. Depresyon ruhunun, bedeninin ayrılmaz bir parçası olmuş. Özellikle sorulmadıkça yaşadıklarını anlatmamış; kızına, torunlarına bile bahsetmemiş; ancak ilerleyen yaşında daha fazla konuşmaya, yaşadıklarını paylaşmaya başlamış.

Yorulduğunu ve artık dinlemek istediğini hissediyorum. Anılarını, duygularını paylaştığı için ona teşekkür ediyorum, hikayesini yazacağımı söylüyorum. Bu küçük dev kadını hep yüreğimde taşıyacağımı bilerek Eva’nın odasından ayrılıyorum.

 

Notlar

  • Bu yazıdaki bilgilerin kaynağı Mart 2017 tarihinde İsrail, Ma'agan Michael’de, Eva Fastag ile yaptığım görüşmedir.
  • Yazıda yer alan 2019 yılına ait Eva Fastag fotoğrafı yazar Pieter Serrien tarafından çekildi. 
  • Eva Fastag hayatta ve Ma'agan Michael’deki yaşantısı devam ediyor.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün