Pardon! Siz nerenin Aşkenazısınız?

Perspektif 1 yorum
15 Temmuz 2020 Çarşamba

Sabri Kızıltan

Konuya ilgi duyanların malumudur. İngiliz yazar Arthur Koestler, 20. yüzyılın son çeyreği itibari ile çok ses getiren eseri 13. Kabile’de Aşkenaz Yahudiliğinin kökenlerini, tarihin en gizemli imparatorluklarından biri olan Hazar İmparatorluğuna dayandırır. Yahudi Milletinin iki ana damarından biri olmakla birlikte son birkaç asırdır insanlığı dönüştüren en büyük akılları da içinden çıkaran bu büyük cemaatin Türklüğüne yapılan bu keskin vurgu, kimi çevrelerde ciddi bir rahatsızlık yaratmış olsa da konuya merakı uyanan akademik camia Koestler’i yalnızlığa terk etmeyerek, meselenin etraflıca irdelenmesinin önünü açan pek çok inter-disipliner çalışmaya imza atmıştır. 

Gen bilimci Elhaik’in, John Hopkins Üniversitesinde yürüttüğü coğrafi gen analizinden, farklı milletlerden pek çok tarihçinin sonuçları Koestler’in tezini destekleyen ciddi bilimsel makalelerine kadar, önemli bilim insanlarının mevzuya yönelik meraklı yaklaşımları, bir yandan konunun literatürdeki canlılığını korumasına ön açarken diğer yandan da Aşkenaz Yahudiliği üzerinden Hazarların izini sürenlerin kendilerini bir ucu Anadolu Türkiye’sine uzanan rotalarda bulmasına neden olmaktadır. Koestler’e göre Arapların İslamı’nı kabul edip Halife’ye, Roma kalıntısı bir Hristiyanlığa tabi olup Bizans İmparatoru’na bağlı olmaktansa, her iki dinin de çıkış noktası olarak gördükleri Museviliği tercih ederek siyasi özgürlüklerini garanti altına alan Hazarlar, kuzeybatıda Dinyeper Nehrinden güneydoğuda günümüz Türkiye’sinin Doğu Karadeniz sırtlarına varıncaya kadar oldukça geniş ve zor bir coğrafyada beş asır boyunca (8-13. yüzyıl) varlık göstermişlerdir. 

Birçok tarihçi görüşe göre Hazarların dışarıya dönük doğal iki göç yolundan biri Karadeniz’in kuzeyinden geçip önce doğu, oradan da Batı Avrupa ve nihayet Atlantik’e ulaşırken, diğeri ise imparatorluğun güneybatı istikametince ilerleyip Anadolu içlerinden Filistin’e kadar uzanmaktadır. ‘Hazar Tezi’ adını alan bu yaklaşıma göre Türk etnisitesinin tarihsel ve ontolojik eğilimine uygun bir şekilde (batı yönlü) Kafkaslar’dan Avrupa’ya, oradan da New York’a ilerleyen bu birinci kol, yüzyıllar boyunca tutundukları coğrafyaların sosyo-ekonomik yapısına uyum sağlayarak, kabaca bir asır boyunca yayladıkları her uğrakta medeniyet ve sistem kurucu bir eğilim sergilemişken,  göç yönü güney-batı istikametli olan ikinci kol ise geçtiğimiz bin yıla damgasını vuran Osmanlı Devleti'nin mirası üzerine oturduğu ve bölgenin hakim dini olan İslamı tercih etmiş olmasına rağmen, hüküm sürdüğü coğrafyanın her köşesine bir imza gibi çaktığı Süleyman Mührü ile Musevi köklerini yad etmekten çekinmeyen Anadolu Selçuklu medeniyetinin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Selçuklu’nun mimari mirası üzerinden Anadolu’nun muhtelif yerlerinde izlerine sıkça rastlanılabilecek olan bu aklın birçok araştırmaya konu olan diğer ve en yakın kalıntılarını ise günümüz Türkiye’sinin bir zamanlar Hazarların da güneybatı sınırını oluşturan Doğu Karadeniz kıyılarında görmek mümkündür. Yavuz’a göre henüz 18-19. yüzyıla kadar dahi Doğu Karadeniz kıyıları boyunca inşa edilen ahşap camilerin kapı ve tavan gibi görünür pek çok yerlerine klasik İslam mimarisinde örneklerine pek fazla rastlanmayan bir motif olarak Süleyman Mührü işlenmiştir. En eskisi 8. yüzyıla ait olup Samsun/Ladik’de görülen bu sembolün en yakın ve yoğun örneklerine ise bilhassa Trabzon’un doğusunda yer alan Arsin, Araklı, Sürmene, Of, Çaykara ve Dernekpazarı gibi ilçelerinde rastlanmaktadır. Konuyu meraklıları için daha da çekici kılan bir diğer ve Koestler’in tezine güçlü bir geçer not veren en önemli durum ise Of ilçe merkezine 5 kilometre uzaklıkta yer alan Dumlusu Köyünün yüzyıllar boyunca İşkenaz Köyü olarak anıldığı gerçeğidir. 

Tüm bu bilimsel yaklaşımlar dışında, konuya aşina, bölgeye hâkim, analitik zekâsı az biraz gelişmiş ve yolu hasbelkader Kiev’den New York’a uzanan sıradan meraklı her bir çift gözün, uçuş güzergâhı boyunca karşılaşması muhtemel Yahudi nüfus üzerinde yapacağı doğrudan bir gözlem, Doğu Karadeniz’in sözü geçen yerleşim bölgelerinde yoğunlaşan birtakım Türk nüfusla genel olarak Doğu Avrupalı olarak adlandırılan Aşkenaz Yahudileri arasındaki ortak kökü kolayca fark etmesine ön açabilmektedir. Öte yandan bölgenin diğer ağırlıklı boyları durumundaki Kıpçak ve Oğuzların baskın Asyatik karakterli dış görünüşlerine nazaran daha yuvarlak göz hatlarına sahip bu nüfusun yerleşim alanı olan sahil köylerine hâkim kıldıkları ve gelişkin ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olarak gösterilen bağdadî mimari de yöre insanının kökleri noktasında, bölgeye geliş hikâyeleri ile Kafkasları işaret eden yaşlı nüfusu teyit eder şekilde Koestler’in ağaçtan evlerde yaşarlardı dediği Hazarları akla getirmektedir. Peki, tüm bunlardan anlamamız gereken nedir? Doğu Karadeniz’de, bilhassa Trabzon’un doğu sahillerinde yoğunlaşmış ve ulusal siyasetteki baskın ağırlıkları ile dönem dönem tüm dikkat ve tepkileri üzerlerine çeken bölge nüfusunun aslen Yahudi olduğu mu, yoksa çalışmaları ile 20. yüzyılın küresel politikalarına damgasını vurmuş olan Kissinger’dan, Lippman’a, Hungtington’dan adları çeşitli istihbarat örgütlerince dünyayı yönetmeye çalışan Hazar Mafyasına çıkarılmış olan büyük sermayedar ailelere kadar ana karakteristiğini Aşkenaz Yahudiliğinden alan kimi akılların kökeninde esasen Türk etnisitesinin olduğu gerçeği mi? Yoksa her ikisi birden mi? 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün