Kahramanımız Amerika’yı uyandırıyor

Yüz bine yakın Yahudi’yi kurtaran sessiz kahraman Ira Hirschmann-2

Perspektif
22 Temmuz 2020 Çarşamba

Aaron Nommaz 


Ira Hirschmann’ın ağzından, kendisini Holokost sırasında Yahudileri kurtarmaya yönlendiren süreci öğrenmeye devam ediyoruz.

“Almanya’dan dönüş…

Seyahat etmeyi sevsem de, bu seferki beni psikolojik olarak oldukça zorlamıştı, o kadının duygu yüklü ‘Oğlumun hayatı imzana bağlı’ şeklindeki yakarmaları ve Hitler’in Mesih gibi algılanmasının imgeleri, gece yattığımda kafamda dönüyor, durduramıyordum. 

Amerika’da gazeteler zaman zaman Avrupa’daki olumsuz gelişmelerden bahsetse de entelektüellerde ve yetkililerde bir vurdumduymazlık vardı; sanki sorun sanaldı. Çaresizlik içinde ‘Ben ne yapabilirim, insanları gelişmelerin gerçekliliğine ve potansiyel vahşetine nasıl uyandırabilirim?’ diye kıvranıyordum. Geniş sosyal çevreme rağmen sadece bir iş adamıydım. Olsun, yine de katkı yapmaya kararlıydım. New York’a dönerken gemide kafam devamlı bıyıklı küçük adamın konuşmasındaydı. Medyatik kişiliğim sayesinde, gemi New York’a vardığında gazeteciler etrafımı sardı. Almanya’da gördüğüm ve duyduğum manzaraları anlattım. Ana mesajım “Bıyıklı küçük adam durdurulmazsa Almanya’yı ele geçirip dünyayı havaya uçuracak” idi. New York Times, malzemeyi beğenmiş olacak ki, sözlerimi ön sayfada manşetten geçti. Bu uğurda çabalamaya kararlıydım, her fırsatta tanıdıklarıma olaylardan bahsediyordum.

Her şeye rağmen New York’ta hayat devam ediyor ve seyahatin üzücü etkilerinden sıyrılmama yardım ediyordu. Tabii kulak tıkamaya niyetim yoktu ama ruh sağlığım ve işlerimle ilgilenebilmek için kafamı toparlamam gerekliydi. 

Arada sırada tanımadığım biri benimle görüşmek istese, kendi kendime ‘İra kefalet paralarını hazırla’ moduna geçmeme rağmen, kefil olduğum tek bir kişi bile çaresizlikle kapıma gelmedi. Arayanlar da sadece teşekkür etmek içindi. 

Seneler sonra bir gün, ofisimde otururken sekreterim birinin ısrarla benimle görüşmek istediğini söyledi. ‘Herhalde iş istiyordur, bu taleplerle başa çıkamıyoruz, kibarca kendisine söyle’ dedim. Ancak sekreterim ziyaretçinin bir talebi olmadığını sadece teşekkürlerinin kabulünü istediğini söyleyince ‘Peki, gelsin o zaman’ dedim.

Gelen genç adam annesinin zoru ile kefalet mektubunu verdiğim Bay Goldstein idi.

‘Bay Hirschman, beni kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Unutamayacağım o kader gününde annemin kolunuzu bırakmayıp ısrarla sırf benim için kefil olmanız için yakardığı anlar hiç aklımdan çıkmaz. Mezarı bile olmayan rahmetli annem, külfet olmasın diye sadece benim mektubumu imzalamanızı istemişti. Kefil olmanız sayesinde Amerika vizesi alabilmiş ve bu ülkeye göçmen olarak gelebilmiştim. Annem Aushwitz’te kurban edildiyse de ben, ailemin hayattaki tek varlığı, sayenizde buradayım, hayattayım. Güzel bir ailem var. Ayrıca mali durumum bu ülkedeki imkânlar sayesinde çok iyi, onlarca çalışanım var. Mutluluğumu, beni ölümden kurtarıp bu güzel yaşama kavuşturduğunuzdan dolayı size borçluyum. Ne kadar teşekkür etsem azdır’ deyip beni o günlere taşıyıp yanımdan ayrıldı. 

Kefalet mektuplarının her biri 25 bin dolardı. Yüzlercesini imzalarken kendimi milyon dolarlarla hesaplanabilecek ve karşılamam mümkün olmayan taahhüt altına sokmuştum. O günden bu yana bir tek kefalet tazmin talebi gelmemişti. Korkularımın boşuna olduğunu anlamıştım. Ne iyi etmişim, hüzünlü ama bir o kadar da iyi hissettim.

 

AMERİKA KONUŞMAYA BAŞLIYOR

Ay sonunda Şikago’da Amerika’nın en önemli mağazacılık ve perakende konferansına konuşmacı olarak davetliydim. İşimi tehlikeye atma pahasına, risk almaya kararlıydım. Mağazacılık yerine 25 dakikalık konuşmamı tamamen seyahatimde yaşadığım korkunç olaylara ayıracaktım. Konuşmaya başlamamla katılımcıların şaşkın yüz ifadeleri beni frenlemedi, bilakis cesaretlendirdi. Şirketteki arkadaşlarım ise niye böyle bir şey yaptığıma anlam veremiyor, ‘Yeri mi şimdi bunun?’ der gibi dudak büküyorlardı. Evet, bence her platform gelişmekte olan dehşeti engellemek adına kullanılmalıydı. Konuşmamı bitirdiğimde kimseyi dinlemeden ve başıma gelebilecekleri düşünmeden doğru otelimin yolunu tuttum. 

Ertesi gün tüm gazeteler konuşmamı haber yapmıştı. Çıkışım, sadece amacıma hizmet etmemiş aynı zamanda şirketimiz için de reklam olmuştu. 

Artık sektör değil, tüm Amerika konuyu konuşmaya başlamış, kamuoyu sanıldığından fazla ilgi duymuştu. Akabinde mağazalarımızda Alman mallarını satmamaya karar verince diğerleri de bizi takip etmişti.

Hitler seçimleri kazandıktan sonra beklendiği gibi faaliyetlerini hızlandırmıştı. Yüzde yüz itaat istiyor, karşı görüş ve düşünceleri sert bir şekilde susturuyordu. Ülkede düşünen insanlara yer yoktu, sadece Hitler’in istediği gibi konuşulacak ve yazılacaktı. Savaşmak ve insan öldürmekle meşgul ‘medeni’ ülkeler masum azınlığın katledilmesine seyirci kalıyorlardı. Kaçabilen ilim adamları, yazar ve artistlerin önemli bir kısmı Amerika’ya gelmiş ve ilim alemini değişik boyutlara taşımıştı. Gelenler arasında Sigmund Freud, Alfred Adler, Stefan Zweig, Thomas Mann gibi sayısız değerli insan vardı. Tabii ki Albert Einstein da... Hummalı bir çalışma ile karşılama töreni ve yemekleri sonrası bütün hocaların derhal eğitmen olarak görev yapmalarına imkân sağlamıştık. Bilhassa Einstein’ın gelişi muhteşem bir olaydı. Onuruna verdiğimiz davete kırka yakın rektörün katılması, her üniversitenin onu kapmak için yarışmasına şahit olmak ve o gece konuşmacı olarak onurlandırılmam unutulmaz bir hatıram oldu. 

Gelen akademisyenler ve sanatçılar da Avrupa’nın içine sürüklendiği felakete ilgiyi arttırmış, olayın gazetelerde haber olmadığı gün kalmamıştı. 

 

DÖNÜM NOKTASI: STRUMA FACİASI

Bir pazartesi sabahı, geleneksel harika bir hafta sonundan sonra ofise geldiğimde her zamanki gibi gazetelere bakarken gözüme ‘Struma’ başlıklı bir makale takıldı. Okudukça şok oldum ve bunun bir tesadüf olmadığına karar verdim. İşte başlangıç noktam buydu... Bu konuyu derin bir şekilde araştırmaya ve daha da önemlisi duyurmaya karar verdim. 

İki yol belirlemiştim kendime. Kız arkadaşım Jane, İngiliz Büyükelçisinin yardımcısıydı. Ondan bana Büyükelçi’den randevu almasını istedim. Filistin’de, mültecileri karşılayan Yahudi kuruluşları İngilizleri olayın baş sorumlusu gibi gösteriyordu. Filistin sokaklarında kalabalık gösterici grubu, ‘Aranıyor’ pankartlarıyla Filistin Yüksek Komiseri Sir Harold Mac Michael’ı ve Koloniler Yüksek Komiseri Lord Moyne’yi ölen yüzlerce insanın katili ilan ediyorlardı. Olayı özellikle ondan dinlemek isterim; ‘İthamlar çok ciddi, acaba aslı var mı?’ diye sormak istedim. Kız arkadaşım, ‘Tabii sevgilim, seni zaten tanıyor, hemen arar sorarım’ dedi ancak birkaç gün geçmesine rağmen cevap yoktu. Jane’i arayıp gecikmenin nedenini sordum.

‘Ira, olay çok yeni olmuş ve kendisi de şaşkın, ne diyeceğini bilmiyor. Biraz zamana ihtiyacı var, senin de medyadaki etkinliğini ve bu tip olaylara duyarlılığını bildiğinden şu günlerde bu konuyu görüşmekten çekindi.’

‘Jane, anladığım kadarıyla sorun vize ile ilgiliymiş. Yani diplomatların çözebileceği sıkıntılardan kaynaklanıyormuş. Batırılan gemide 738 kişi, 70 çocuk, 269 kadın ve 428 Romen vatandaşı erkek kışın soğuk denizlerinde kâh boğularak kâh donarak hayatlarını kaybetti! Gazete, üç ay boyunca 200 kişilik çürük yattan dönme teknede 750 kişinin barındırıldığını, ancak dört tuvalet olup üçünün tıkanık olduğunu ve yaşam şartlarının kötülüğünü, gıda ve ilaç eksiklikleri ile gemideki hastalık ve yaşam mücadelesini anlatıyor. Düşünebiliyor musun, Romanya kendi vatandaşlarını geri kabul etmemiş, İngilizler Filistin’e giriş vizesi vermemiş, Türkler de karaya inmelerine izin vermemiş. Olay vize denilen kağıt parçalarının İngilizler tarafından reddedilmesinden  kaynaklanmış. Bozuk motorunun tamiri mümkün olmayan gemi Karadeniz’e kılavuzla çekilmiş ve terk edilmiş. Orada bir patlama sonucu tüm yolcular ve mürettebatla batmış, ancak David adında biri kurtulabilmiş!!’ Tek isyan eden ben değildim. Facia sonrasında insanlar, korkunç gerçekleri öğrenmiş, olayın nasıl, neden ve kimler tarafından gerçekleştirildiğini iyiden iyiye merak etmişlerdi. Her ne kadar Filistin yolunda Nazi cehenneminden masum insanları kurtarma yolunda sayısız irili ufaklı tekneler battı veya batırıldıysa da, Struma kurbanları bu trafiğin sıkıntılarına ışık tutan bir sembol oldu. Olay, dünyanın duymak istemediği çirkin gerçeklere, kitlelerin ve dolayısıyla politikacıların uyanmalarına vesile oldu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. 

Vize işini kolaylaştırmanın benim başarma şansım olan bir şey olduğunu düşünüyor, nereden başlayabileceğime kafa yoruyorum. Şöyle bir plan kurdum: Birincisi göçmenliği ailesinde yaşamış Amerikan Yahudilerini hareketlendirmek, ikincisi de Amerika’nın güçlü bir devlet olarak çözümün parçası haline gelmesine alet olmak. İlk hedefime ulaşmak nispeten kolaydı ancak kurumsallaşmış Amerikan Yahudi organizasyonların faydalarının sınırlı olacağını düşünüyordum. Onlar beni ana hedefim ve etkili olacağına inandığım ikinci konuma, yani devletin yetkili mercilerine taşıyabilirlerdi. Gerçekleşmekte olan felaketin inanılmaz boyutlarına insanları inandırmakta zorluk çekiyordum. Hayalperest olduğum ifade edilip kendime dikkat çekmek için bu ölçüsüz konuşmaları yaptığımı iddia edenler bile vardı. Olsun. Misyonum belli ve beni kimse yıldıramazdı. Planımı yaptım ve işe koyuldum…”

devam edecek…

Yüz bine yakın Yahudi’yi kurtaran sessiz kahraman: İra Hirschmann 1. Bölüm

https://www.salom.com.tr/haber-115233-yuz_bine_yakin_yahudiyi_kurtaran_sessiz_kahraman_Ira_hirschmann.html

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün