Bugün Leo Strauss’u neden okumalıyız?

Perspektif
12 Ağustos 2020 Çarşamba

Meriç Aytekin

Leo Strauss’a göre modernitenin birbirini takip eden üç büyük dalgası ve krizi vardır: LiberalizmSosyalizm/ Komünizm ve Faşizm[1]. Her ne kadar bu üç siyasi duruş birbirlerinden oldukça farklı değerleri ve dünya görüşlerini savunuyor gibi görünseler de özünde bu üç siyasi akım da modernitenin çocuğudur ve dolayısıyla moderniteyle ilişkileri bağlamında değerlendirilmelidirler.

Nazi Almanya’sının ve diğer mihver devletlerin II. Dünya Savaşı sonunda yenilmesiyle birlikte Faşizm modernitenin krizi için görece daha az önemli bir konu halini aldı. Bugün her ne kadar neo-faşist eğilimlerin ve popülist ırkçılığın tüm dünyada yükseldiğini deneyimliyor olsak da bunların klasik anlamıyla Faşizmle çok nadir ilişkileri ve benzerlikleri vardır. 

Strauss’a göre Liberalizm ve Sosyalizm/ Komünizm ekonomi politiği temel almaları açısından birbirlerinin doğal düşmanlarıdır. Ne Liberalizm için ne de Sosyalizm/Komünizm için muhafazakârlık esas bir düşman olabilir çünkü bu iki siyasi görüşün dünyayı görme mercekleri aynıdır: Ekonomi. Başka bir ifadeyle hem Liberalizm hem de Sosyalizm aynı domain üzerinde dünyayı anlamlandırır ve siyaset yapar. Bu yüzden muhafazakârlık gibi harcı oldukça belirsiz olan ve aslında siyasi bir pozisyon bile diyemeyeceğimiz pozisyonlar temelde ne Liberalizmin ne de Sosyalizmin ufkunda bir yere sahiptir. 

Bugün sosyalistler her ne kadar başka ‘sosyal’ hareketleri ve mücadeleleri kendi bünyelerine katmaya çalışsalar da esas mücadeleyi anti-kapitalizm ekseninde yürütürler. Dolayısıyla Sosyalizmin en temel eleştirisi bir şekilde ekonomik Liberalizme dokunmak zorundadır. Strauss ise sorunun ekonomi politikten çok daha derin olduğunu, yaşadığımız krizin bir ekonomi politik sorunu olmadığını, daha çok bir siyaset felsefesi yokluğu olduğunu iddia eder. Dönemi düşünüldüğünde Strauss ‘siyaset felsefesi’ni yeniden diriltme çabası taşıyan tek düşünürdür.

Modernitenin krizini görüp cevapları Sosyalizm/Komünizm ve Liberalizm dışında arayan ilk düşünür elbette Strauss değildir. Talihsiz bir şekilde faşistlerin ilham kaynağı olarak gördükleri Nietzsche, kurtuluşu yükselen Nazi Almanya’sında arayan Heidegger ve hatta Strauss’un akıl hocası Carl Schmitt bu düşünürlere örnek verilebilir. 

Kendisi gibi Faşizmin ve Sosyalizmin/Komünizmin totaliter doğasını gören başka bir düşünür de Hannah Arendt’tir ancak Arendt çözümün siyaset felsefesinde değil siyasette olduğunu söyler. Arendt bu üç siyasi görüşün de siyaseti öldürmeyi hedeflediğini söyler gibidir. Arendt siyaset felsefesi de dahil olmak üzere felsefenin siyaset ile ayrılmasından yanadır. Strauss ise siyasete karşı siyaset felsefesinde ısrarcıdır çünkü siyaset alanında bir hakikat iddiasında bulunulamaz. Siyaset alanında ancak farklı fikirlerden ve tavırlardan bahsedilebilir. Strauss Platon’un sadık bir takipçisi olarak siyaset felsefesi açısından da zamana ve koşullara bağlı olmayan bir hakikatin bulunabileceğini savunur[2].

Nietzsche ve Nietzsche’yi takip eden gelenek çözümü felsefi olarak Sokrates öncesi filozoflarda bulur. Strauss Sokrates öncesi filozoflara oldukça önem atfetse de asıl yeniden okumamız gereken düşünürlerin Aristo ve Platon olduğunu hatta daha ağırlıklı olarak da Platon olduğunu söyler. 

Nietzsche ve Heidegger’e göre modernitenin krizleri Platon’a ve Sokrates’e kadar götürülebilir. Dolayısıyla Nietzsche’ye göre Platon’u ve Sokrates’i de radikal bir şekilde eleştirmeyen bir modernite eleştirisi aslında tam anlamıyla ulaşmak istediği perspektifi kazanamaz. Bilindiği gibi Nietzsche bu konuda oldukça hoyrattır, çok az filozof onun keskin eleştirilerinden nasibini almamıştır. Strauss bu açıdan daha sağduyu sahibi olan ama radikal bir eleştiri getirme isteğini de yitirmemiş bir filozof olarak görülebilir. 

Strauss kendi deyimiyle iki büyük merkezin, Atina ve Kudüs’ün bir sentezini yapmaya çalışır. Ona göre batı medeniyetine aklı veren Atina’dır ancak esin/vahiy ilkesini de Kudüs vermektedir. Dolayısıyla sembolik anlamıyla Kudüs’ün Batı medeniyetine ve genel olarak bilimine katkılarını irdelemeden gerçek bir Batı medeniyeti çerçevesi çıkarmak oldukça güçtür.

Strauss en temelde uzun zamandır unutulan bir alanın yani siyaset felsefesinin yeniden canlandırılması için uğraşır. Siyaset bilimcilerin de felsefecilerin de nadiren ilgilendikleri bir alan halini almış olan siyaset felsefesi Strauss’a göre modernitenin krizlerini aşmamızı sağlayacak tek disiplindir. Başta da belirttiğim üzere Liberalizm, Sosyalizm ve Faşizmin belli açılardan oldukça benzer olduğunu iddia etmesi açısından da Strauss oldukça radikal bir düşünür olarak görülebilir.

Sanırım Strauss bugün yaşamakta olduğumunuz post-modern krizleri de Liberalizm içerisinde değerlendirmeyi tercih ederdi. Tüketim kültürü, insan hayatındaki anlamsızlaşma ve hakikat iddialarının kaybolması Strauss açısından Liberalizmin krizlerinin devamı olarak yorumlanabilir. Bence bugün her zamankinden daha fazla siyaset felsefesine, siyaset bilimine değil, ihtiyacımız var. 

Strauss’un bize anlatmaya çalıştığı en önemli fikirlerden birisi de siyaset felsefesinin aslında gerek bilim için gerekse de teknoloji için ne kadar kurucu bir unsur olduğudur. En nihayetinde siyaset felsefesi, felsefi bir uğraştır ve diğer bütün insan uğraşlarının temeli felsefeden filizlenir. Şayet bugün dünyayı anlamlandırmamızı sağlayan güçlü bir siyaset felsefesine sahip olabilseydik bilime, teknolojiye, siyasete ve gezegenin geleceğine dair oldukça farklı tahayyüllere sahip olabilirdik.

Her ne kadar Strauss Amerika’da neo-muhafazakârlık (neocon) akımının fikir babası olarak görülse de onu buna indirgemek Strauss’tan öğrenebileceğimiz birçok şeyi görmemizi engelleyecektir. Bugün hâlâ Strauss’un tanımladığı şekillerde modernist krizleri yaşamaya devam ediyoruz. Post-modernite kendinden önceki üç büyük krizi (Liberalizm, Sosyalizm, Faşizm) yutarak baş edilmesi zor bir hydra’ya dönüşmüş durumda. Bugün bu canavar ile baş etmede Strauss önemli bir düşünür olabilir.

 



[1] "The Three Waves of Modernity," Political Philosophy: Six Essays, ed. Hilail Gildin, Pegasus-Bobbs-Merrill, 1975.

[2] Strauss, Leo. The City and Man. Chicago, Illinois: The University of Chicago Press, 1978.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün