Romen ve Bulgar Yahudilerini kurtarma çabaları

Yüz bine yakın Yahudi’yi kurtaran sessiz kahraman Ira Hirschmann-5

Perspektif
19 Ağustos 2020 Çarşamba

ABD’nin Savaş Mülteci Masası Türkiye Özel Temsilciliği görevini üstlenen Ira Hirschmann, Romanya, Bulgaristan ve Macaristan’daki Yahudilerin kurtarılması için üst düzeyde diplomatik çaba gösterdi. Bu yönde yapılan temasları Hirschmann’ın ağzından öğrenmeye devam ediyoruz…

Aaron Nommaz

 

Transnistria Ölüm Kampı

Washington’da Başkan Roosevelt tarafından Savaş Mültecileri Kurulu Başkanı olarak görevlendirilen John Pehle beni çağırıp parmağını haritada Romanya’nın Rusya sınırına yakın bir yere bastı: ‘Burası Transnistria! Buraya konsantre ol. Romenler Almanlardan destek almadan, içlerindeki Nazi yandaşlarının gayretleriyle bir ölüm kampı kurdu. 175 bin Yahudi ve bir sürü de rejim aleyhtarını burada topladılar. Günde bin civarında insan katlediliyor ve istihbarata göre 50 bin kişi sağ kalabilmiş.’ Odasından ayrılırken Pehle son talimatı: ‘Ne yap et, bir an önce orayı dağıt!’

Almanlar Stalingrad’a saldırdıklarında Romenler Transnistria’yı ülkeleri ile birleştirmek üzere 200 bine yakın insanı buralara yerleştirip sahip çıktılar. Romenler 1941’de, kendi Yahudi vatandaşlarını, Alman Nazilere parmak ısırtacak vahşette katletmeye başlamıştı. Başta Bucovina ve Besserabia’daki Yahudileri ve anti-faşistleri bir gettoda toplayıp sonra da sürüler halinde Dniester Nehrine yürüttüler. Dehşet verici yolculuğa sürüklenenlerin mallarına alelacele çıkartılan kanunlarla el konulmuş ve sırtlarında sadece bir çıkınla konvoya katılmaya zorlanmışlardı. 

Yolda devam edecek gücü bulamayanlara, hatta ölüm noktasına gelenlere dahi müdahaleye izin verilmediğinden on binlerce kişi çalışma kamplarına varamadan telef olmuştu. Ölüm yürüyüşlerinin ardından Transnistria Kampına varmayı başaranları daha kötü manzaralar bekliyordu. Aç, susuz, merhametsiz görevliler tarafından bahane aramaksızın dövülüyorlardı. Romenler bu becerileriyle Almanları geçmişti, kendi ölüm formüllerini üretiyorlardı. Kampta günde bin kişi açlık veya soğuktan hayatını kaybediyordu. Her gecikilen gün bin ışığın söndürüldüğü bilinciyle çalışmaya koyuldum. Başarmam şarttı. Ancak bu katliamı nasıl durduracaktım? Yahudi olarak dünyaya gelmekten başka bir suçu olmayanların yakarmaları geceleri rüyalarıma giriyordu. 

Bükreş’i ağır bombardımana tuttuğumuz ve Ploesti petrol kaynaklarını vurduğumuz bir ortamda düşmanla nasıl konuşur, Transnistria’daki mahkûmların serbest bırakılması karşılığında pazarlık ortamını yaratabilsen dahi onları bu karara zorlayacak ne önerebilirdim? En önemli silahım düşmanla pazarlık yetkimdi. Ancak bu girişimim Amerika’nın elinin zayıfladığı ve sıkışıp, barış çarelerine başvurduğu şeklinde algılanabilecekti. Bu gizli kalması gereken faaliyetimde Steinhardt’tan Romen Büyükelçisi Alexander Cretsianu’dan randevu almasını bekleyemezdim. Nereden başlayacaktım?

Aklıma Uluslararası Kızılhaç temsilcisi Gilbert Simond’dan yardım istemek geldi. İsviçreli ilgisiz bürokrat görünümlü Simond’u ziyarete gittim. Mülteci problemleriyle uğraşan birinin Kızılhaç temsilcisi ile görüşmesi olağan karşılanacak, düşman cephesinde şüphe uyandırmayacaktı. Simond iki gün sonra güzel haberi verdi. Romenlerin Nazi eğilimli güçlü diktatörü Antonescu’nun Ankara temsilcisi Cretsianu’ya ulaşmış, buluşmayı kabul etmişti. Simond, ‘Eş zamanlı gelmeyin, her ihtimale karşı, sen bir saat önce burada ol’ dedi. 

Geldiğimde küçük salonda alınabilecek her türlü tedbir alınmış, perdeler kapatılmış, kapı sürgülenmişti. Bu hazırlık beni daha da gerdi. Zaman geçmek bilmiyordu. Derken kapı çalındı. Gelen, kırklarında yakışıklı bir adamdı. Saygılı bir şekilde kartvizit değiş tokuşu yaptık. Eğilerek birbirimizi selamlayarak koltuklarımıza otururken artık iki tarafın da uzlaşma koşulları oluştuğunda kategorik olumsuz bir tavır sergilemeyecekleri belliydi. Yetkilerimi Başkan’dan aldığımı belirterek Amerikan hükümeti adına mülteciler hakkında görüşmeler yapacak en yetkili kişi olarak rahatsızlıklarımızı dile getirdim.

‘Vatandaşlarınızın bir kısmına uyguladığınız şiddet bizi rahatsız ediyor’ diye lafa girdim.

Daha önce Washington’da elçilik yapan Cretsianu’nun babası batının demokratik ilkelerine sempatisiyle bilinirdi. Ayrıca hazırlıklarım sırasında elde ettiğim bir mektup da bana güvenebilmesine yardımcı olacaktı. Carol Davila savaş öncesi Amerika’da Romen Büyükelçiliği yapmış, Nazilere karşı tavrı ile tanınmış liberal Romenlerin açık destekçisi, saygın biriydi. Cretsianu ile eskiye dayanan yakın dostlukları vardı. Carol’dan kendisine hitaben aldığım mektubu gördüğünde durakladı, yüz ifadesi değişti, savunması biraz düştü, olumlu değişiklik sezdim. Biraz da Antonescu’nun Almanların dağınıklığı karşısında Müttefiklere tavrında bir yumuşama olması da Cretsianu’nun duruşunu etkiledi. Kim bilir, belki de savaşın Almanlar aleyhine sonuçlanması durumunda Müttefiklere iyi niyetli görünme çabaları olabilirdi. Ön güven tesis etme çalışmamdan sonra konuya girdim:

‘İşlenen insanlık suçlarının hesabı muhakkak sorulacaktır. Zaman daralmakta. Unutmayın ki onlar da sizin gibi insan ve sizin kadar yaşam hakları var. Ayrıca suçsuz yere öldürülüyorlar.’

Cretsianu suçların Nazi baskısıyla işlendiğini ve bu davranışlarının gittikçe değiştiğini söyledi. ‘Normal bir ülke görünümü kazanabilmek için yolunuz uzun’ dediğimde yüz ifadesindeki pişmanlık konuşmaların iyi yönde gittiğini işaretiydi. Sonunda sordu: ‘Talebiniz tam olarak ne? Ve ne öneriyorsunuz?’
‘İlk talebimiz insan haysiyetine hakaret olan Transnistria Kampında kalanların serbest bırakılıp evlerinin iadesiyle yuvalarına dönmelerini sağlamanız. İkinci talebimiz 5 bin çocuğun Romanya'dan çıkışına izin verilmesi. Bu çocukların Köstence’ye medeni bir ortamda sevk edilmeleri, İstanbul’a oradan da Hayfa’ya gitmek üzere gemilere bindirilip, zorluk çıkarmadan limandan ayrılmalarını sağlamanız. Üçüncüsü ise Antonescu'nun azınlık haklarını garanti altına alacak bir kanunu derhal imzalayıp hayata geçirmesi.’

‘Bu isteklerinizi ben de desteklediğimi ilave ederek Bükreş'e telgrafla ileteceğim. Taleplerinizi gerçekleştirmemiz imkânsız değil. Sizin sağlayacağınız imkânlar ne olacak?’

‘Kendi vatandaşlarınıza zulüm etmemeniz için bizden bir isteğiniz olmaması gerekmekle beraber bu davranışınız bir iyi niyet hareketi olarak algılanacak. Bunun anlamı politikalarınız Nazi kasaplardan soyutlanıp, Müttefik devletlere yakınlaştığınız şeklinde algılanacak. Amerikan halkı ve yönetimi Romanya'ya daha sıcak bakacak zira bu tavrınız bütün gazetelerde konu edilecektir.’ Yüz ifadesinde hafif bir tatminsizlik vardı. Üç saat süren bu pazarlık sonunda işi bağlamam gerekirdi. Her insan gibi kendi çıkarını kollayacağından onunla ilgili bir ilave yapmam gerektiğini hissettim. ‘Savaşın sonuçlarının ne olacağı hakkında Naziler aleyhine kuvvetli belirtiler var. Bu işi çözer de taleplerimiz gerçekleşirse, kim bilir belki babanız gibi siz de bir gün Washington’da görev yapabilirsiniz.’ 

Ne dediğimi anladığını belirterek ‘Bu akşam samimi tavsiyelerimle telgrafı gönderecek, sonuçları da Simond kanalıyla ileteceğim’ dedi.

‘Her geçen gün bin can demek, olumlu cevabınızı mümkün olan en yakın zamanda duyabilmeyi umarım. Ben de Dışişlerimizle toplantımızın olumlu sonuçlarını paylaşacağım’ dedim.

Bir hafta geçmeden, Simond arayarak Cretsianu ile görüşmek için derhal gelmemi istedi. Bir süre sonra Cretsianu telaşla eve geldi. Terlemişti, koşarak gelmişe benziyordu. En yakın koltuğa oturdu, nefes nefese elindeki telgrafı gösterdi.  Sevinçten gözyaşlarımı tutamadım. Mesaj Antonescu'nun kendisindendi. Üç talebimizin hepsini kabul ettiğini yazıyordu. 

Artık Köstence'ye gelecek çocukları taşıyacak güvenli bir araç bulmak gerekiyordu. İstanbul'da muhtelif armatörlerle görüşmeler yapıldı. Aralarında en uygun olabileceği görünümü veren Rıza Kalkavan'ın kargo teknesi SS Vatan idi. İstenen meblağ çok yüksekti. Fiyatta anlaşılsa Türk yetkililerin onayı gerekiyordu. İzin çıkabileceği sinyalini alınca İstanbul'a gidip bizzat tekneyi görmek istedim. Teknenin teftişini Deniz Kuvvetlerinden bilgili biri ile yaptığımızda düşlediğimiz yolculuğa uygun olmadığına kanaat getirdik. Soluğu Ankara'da Steinhardt'ın ofisinde aldım. Biz sonuç almakta zorlanırken 1300 çocuk Köstence’ye doğru yola çıkmışlardı. Onlar umutla çalışmalarımızın sonucunu bekliyordu. 
Steinhardt, dostu olan Bakan Numan Menemencioğlu'nu yardım istemek için ziyarete gitti. Talep Türklerden bir gemi alabilmekti. Savaş zamanı bu zor bir olaydı. Çalışmalar sonuç verdi ve "batırıldığı takdirde geminin eşdeğer veya üst değerde biri ile değiştirileceğinin ABD’nin garantisi olma şartı" ile yolcu gemisi SS Tarı'nın kullanılmasına onay çıktı.

Sırada yolculukla ilgili diğer ülkelerden güvenli geçiş teminatını almak vardı. Kapı kapı dolaşıp izinler alınırken bir tek Almanya ve dolayısıyla Von Papen’in ikna edilmesi kalmıştı. Böyle bir görüşmeyi benim gizli yapabilmem mümkün değildi. Von Papen gibi koyu Katolik olan, Kızılhaç temsilcisi Simond'un kapısını çalıp yardım istedim. Geminin torpidolanma riski vardı ve bu güvenceyi almadan yola çıkmasına onay veremezdim.

Simond, ‘Hallolmayacak iş değil, Nons Apostolik Angelo Roncaili ile konuşacağım. Böyle bir olaya yardımcı olmak isteyecek, Von Papen de ona hayır demeyecektir. Bu işi oldu say ve hazırlıklarını tamamla’ dedi.

Gemi Köstence-İstanbul-Hayfa arasında güvenli şekilde mekik dokuyarak binlerce kişiyi kurtarma misyonunu yerine getirecekti. Ancak hevesimiz kursağımızda kalacak ve bu umut köprüsü hiç kurulamayacaktı. Amerika ve İngiltere'nin ısrarları üzerine Türkiye, Almanya'ya krom maden sevkiyatını durdurmuştu. Bu Almanların savaş gücüne hatırı sayılır bir darbeydi. Onlar da mukabele olarak SS Tarı'ya güvenli seyahat garantisini vermekten imtina edip, yapılan girişimlere de olumsuz yanıt verdiler.  

Transnistria'dan kurtarılan bu çocukların hür birer birey olarak yaşamaları hayal olarak kalacaktı...

Bulgaristan Yahudileri

Romanya’dan kurtuluş yolunun bir bacağı da Bulgaristan’dı. Her ne kadar bu ülkede Nazilerin Nürnberg kararları sistematik olarak uygulanmıyorsa da Yahudi düşmanlığı buralara uzun zamandır bulaşmıştı. Ülkede çokça Nazi lideri olma heveslisi bulunması zamanın aleyhimize işlediğinin göstergesiydi. Üç gemi Bulgar limanından ayrılmak üzere izin bekliyordu ancak Maritza dönüş yolunda batırıldığından Bulgarlar gemilerinin limanı terk etmesine izin vermiyordu. 45 bin kişinin bu yoldan hürriyetlerine kavuşturulması planlandığından tıkanıklık son derece vahim sonuçlar yaratabilirdi. 

Tekrar düşmanla pazarlık yollarını zorlamam gerekecekti. Robert Kolej Müdürü Dr. Floyd Black’le tanışmam İstanbul’daki Amerikan Konsolosluğunda olmuştu. Kendisi Bulgaristan ile ilgili olup Konsolos’un danışmanıydı. Black 15 yıl Sofya’da Amerikan Kolejinin müdürlüğünü yapmış, mükemmel Bulgarca konuşan, ülkenin politik işlerliğini bilen, güvenilir biriydi. Ayrıca karısı Bulgar’dı.

Almanların Bulgar kaynaklarını sömürmeleri, geleneksel politikacılar da dahil, Naziler aleyhine güçlü bir kamuoyu oluşturmuştu. Bu beni umutlandırdı. Bulgar Büyükelçisi Nikolas Balabanoff ile bir görüşme ayarlandı. Toplantı yine Kızıl Haç temsilcisi dostumuz Simond’un evinde olacaktı. Aynen Cretsianu ile yaşananlar tekrarlanıyordu. İlk buluşmamız birbirimizi tartmak ve dinlemekle geçti. Balabanoff Bulgar şehirlerinin bombalanmasının durdurulmasının ülke yöneticilerini memnun edeceğini söyledi; bu talebi bekliyordum.

İkinci toplantı daha ümit vericiydi. Yeni Başbakan Bagrianoff’un baskı altında tutulan kişilerin serbest bırakılması yönünde tavrı daha olumluydu. Ülkedeki politik hava değişiyordu, Bulgarlardan barış görüşmesi talebi gelmesini bekliyorduk. Balabanoff, Yahudi karşıtı kanunları yürürlükten kaldırılabileceklerini ima edince, olmayacak bir talepte bulundum. ‘Bu konuda ciddiyetinizi göstermek üzere yazılı bir taahhüt verebilir misiniz?’ dedim. Hiç beklemediğim şekilde kabul etti ve ertesi gün Simond’a teslim edileceğini söyledi.

Ertesi gün Simond öğlen koşa koşa yanıma geldi. Mektup Balabanoff’un mektup kağıdına yazılmış ve kendi imzasını taşıyordu. Düşman ülke büyükelçisinden böyle bir belge alınabildiğinin bir başka örneğini duymamıştım. Heyecanla okuduk. Yeni hükümetin Yahudi karşıtı kanunları tasvip etmediği, kaldırılması için derhal girişimde bulunabileceği, rastgele uygulamalara son verileceği ve mevcut kanunlarda olan kısıtlamaların kaldırılabileceği yazılıydı.

Dr. Black mektubu gördüğünde oturduğu yerden düşecek gibi oldu. ‘Şimdi görevimiz bu taahhütlerin yerine geldiğinin takipçisi olmak’ dedi.

Aklıma uygulaması daha kolay bir fikir geldi. Bulgarlar Yahudi aleyhine olan kanun ve yönetmelikleri iptal edip bu insanların mal ve mülklerini iade ederse, onları ülke dışına çıkarmak gibi bir ihtiyaç olmayacaktı. İnsanlar doğup büyüdükleri, dostluklar kurdukları, lisanını ve örf-adetlerini iyi bildikleri topraktan ayrılmak istemez diye düşündüm.

Bu yöndeki taleplerimizi Dr. Black’in eşi kanalıyla Sofya’daki ilgili yerlere ulaştırmakta zorluğumuz yoktu. Bu jestlerinin dünyaya duyurulacağını, Amerikan kamuoyunda lehlerine ciddi destek çıkacağını anlattım. Ancak Naziler halen ülkede güçlü askeri bir varlık muhafaza ediyordu. Gelen gayri resmi haberler, 45 bin Yahudi için Bulgar halkının tehlikeye atılamayacağı yönündeydi. Bulgar radyo yayınlarını yakinen takip ediyor, her gece gelen ülke raporlarını heyecanla bekliyordum.

Bir gece Beyoğlu’nda Abdullah Lokantasında yemekteyken, mavi renkli raporu bir haberci elime tutuşturdu. Nefes alamadan zarfı açtım, süratle satırları atlayarak sonuç bölümüne baktım. ‘İptal’ kelimesini okuduğumda duyduğum mutluluğu anlatmam mümkün değil. Bütün Yahudi karşıtı kanunlar iptal edilmiş ve hakları iade edilmişti.”

***

Bu yazı dizisinde Ira Hirschmann’ın yarattığı mucizelerin hepsini anlatmak mümkün olmadı. Ira hem Yahudi olduğundan hem de hayatını tehlikeye atmadığından, Uluslararası Dürüst (Righteous Among Nations) payesi alamadı ancak Yad Vaşem Holokost Araştırma Merkezi Hirschmann’ın ölümünde kendisinden övgülerle bahsettiği alttaki metni yayınladı, yaptıklarından belgeleyebildiklerini belirtip saygı ile anılması için…

 

Ira Hirschmann (1901–1989)

Holokost’ta Yahudilerin kurtarılmasına yardım eden Yahudi Amerikalı iş adamı. 1943'te Yahudi kurtarma örgütleri Hirschmann'dan Yahudileri Romanya, Bulgaristan ve Macaristan'dan tarafsız bir ülke olan Türkiye üzerinden güvenli bir yere götürme olasılığını kontrol etmesini istedi. Şubat 1944'te Hirschmann, Amerikan hükümetinin Savaş Mültecileri Kurulu (WRB) adına Türkiye'ye gitti. O ve Amerika'nın Türkiye Büyükelçisi, Türk makamlarını mültecilerin ülkeye giriş yapmalarına izin vermeye, Romanya, Bulgaristan ve Macaristan'daki binlerce Yahudi mültecinin kurtarılmasını veya en azından daha iyi koşullara sahip olmasını sağlamaya ikna etmeyi başardılar. Nitekim Hirschmann ve WRB'nin yardımıyla yaklaşık 7 bin Yahudi Türkiye ve Filistin'e ulaştı. Daha sonra Hirschmann, Romen yetkilileri ölüm kampı Transnistria’da tuttukları 48 bin Yahudi’nin evlerine dönmelerine izin vermeye ikna etti. 1944 yazında Hirschmann, Mösyö Angelo Roncalli'yi Macar Yahudilerine saklanmaları için vaftiz sertifikaları sağlaması için etkiledi. Romen yetkililerin, Macar Yahudilerinin Türkiye'ye gitmek üzere Romanya'yı terk etmelerine izin vermelerini ve Bulgar hükümetinin kendi ülkesindeki Yahudilere zulmetmeyi bırakıp onlara tüm haklarını iade etmesini sağladı. 1946'da Hirschmann, Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi özel müfettişi olarak Almanya'da yerinden edilmiş Yahudilerin durumunu incelemekle görevlendirildi. 

bitti

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün