“Büyükbabam ayaklı bir mucizeydi…”

David Gefen’in ağzından, Holokost kurtulanı dedesi Moşe Hayim Gefen’in ölümden kurtuluşunun öyküsü…

Sara YANAROCAK Kavram
26 Ağustos 2020 Çarşamba

Büyükbabam Moşe Hayim Gefen, büyük mucizelerin gerçek olabileceğinin canlı bir kanıtı gibiydi. 13 yaşındayken Naziler tarafından yakalanmış ve köle mahkûm olarak çalıştırılmaya başlanmıştı.

Beş yıl boyunca çok acılar çekti. Beş değişik toplama kampına yaşamak zorunda bırakıldı. Daha sonra üç ölüm yürüyüşünden, sağ çıkmayı başardı.

Ebeveynleri ve altı kardeşinin ölümüne şahit oldu. Geriye bir tek kendisi kaldı. Yapayalnız ve çaresiz… Ama büyükbabamı gördüğünüz vakit, onun bunca kötülük ve ölüm yollarından geçtiğini asla anlayamazdınız. Sıcak ve canlı bakan gözleriyle, başından geçen dehşet anılarını sakinlikle anlatırdı.

Bu berbat hatıralarını anlatmak için özel günleri beklerdi. Mesela Pesah akşamları, Kızıldeniz mucizesini dinledikten sonra, kendisinin hayatta kalma mucizesini anlatırdı.

Mesela bir keresinde, kamptayken, çamurların içinde küreğiyle bir çukur kazmaya çalışırken, küreğinden sıçrayan bir çamur parçası, oradan geçmekte olan bir Nazi subayının üzerine sıçramıştı. Öfkeden deliye dönen Nazi, tabancasını onun yüzüne doğrultarak  “Sen artık ölüsün” diye haykırmıştı. Silahını onun kalbine doğru çevirerek ateş etmişti. O sırada elindeki, kürek tam göğsünün hizasındaydı. Kurşun küreğe çarpınca sekmiş ve büyükbabam ölmemişti. Yere yığıldığı için Nazi onun öldüğünü sanmış, kontrol etmeden yoluna devam etmişti. 

Başka bir seferinde, gaz odasının önünde öldürülmek üzere sırada beklerken, oradan geçen bir Nazi subayı ona seslenerek, “Hey pis Yahudi, çabuk yanıma gel ve çizmelerime bulaşan bu at pisliklerini temizle!” diye haykırınca, büyükbabam ölüm sırasından çıkıp onun iğrenç derecede pislenmiş, at dışkılarına bulanmış çizmelerini temizlemeye girişmişti. O sırada gaz odası bütün mahkûmları içeriye tıkmış ve kapıları kilitlenmişti. İçerdeki bahtsız Yahudiler, verilen gazla öldürülürken, genç delikanlı ikinci bir defa mucize eseri kurtulmuştu. 

Bir keresinde de idam sehpasına getirilmiş, boynuna ip geçirilmiş, dudakları ‘Şema İsrael’ diyerek kıpırdamaya başladığı anda, kampın sirenleri acı acı çalmaya başlamıştı. Alarm sesini duyan asker ve subaylar, onu oracıkta bırakıp, telaşla ne olduğunu anlamak için etrafa dağılmışlardı. Büyükbabam etrafına bakmış, kimseciklerin kalmadığını görünce, ipi boynundan çıkarmış, sehpadan aşağı inmiş ve barakasına doğru yürümüştü. Yine bir mucize olmuş, bu sefer de yanlış alarm verilmiş ve sirenler çalmıştı. Böylece büyükbabam yine ölümden kurtulmuştu.

Evet, Naziler onun kalbine ateş etmiş, gaz odasında ölüm kuyruğuna sokmuş, infaz etmek üzere boynuna ip geçirmişlerdi. Fakat bir çamurlu kürek, at pisliğine bulanmış çizmeler ve yanlış çalınan alarmlar sayesinde büyükbabam üç kez mutlak ölümün pençesinden kurtulmuştu. Benim büyükbabam gerçekten ayaklı bir mucizeydi.

Ben bu hikâyeleri ne zaman dinlediysem, aklımda bazı sorular belirirdi. Acaba bu mucizeler Tanrı’dan mı, yoksa büyükbabamın kendisinden mi kaynaklanıyordu? Eğer bunlar gerçekten mucize ise, bunları yürürlüğe kim sokuyordu? Acaba bizler, kendi içimizde, bazı mucizelerin gerçekleşmesine aracı mı oluyorduk?

Bu soruları yıllarca kendime sorup durdum. Geçenlerde telefonuma babamdan bir mesaj geldi. “Sana gönderdiğim klipe iyi bak ve iyi dinle” diyordu. Babamın gönderisini açınca, klipte konuşan yaşlı bir adam, büyükbabamla ilgili bir Holokost anısını anlatıyordu. Anlattığı bu hikâyeyi biz daha evvelce hiç duymamıştık. Anlatılan bu hatırada da bir mucize vardı. İşte bu yeni öğrendiğim hikâye, daha evvel gerçekleşen mucizelerin sırrını anlamama yardım etmişti. 

O günlerde toplama kamplarında, her gün binlerce Yahudi öldürülüyordu. Bu insanların çok büyük bir bölümü de açlıktan ölüyorlardı. Bir gün büyükbabam eline iri bir parça ekmek geçince, ilk başta derhal onu yemeye karar vermişti. Sonra vazgeçmişti. Bu ekmek parçası ilk yardım olarak kullanılabilirdi. O da öyle yaptı ve ekmek parçasını cebine geri koydu. Sonraki iki - üç gün boyunca ekmeği yemekle yememek arasında kalıyor, ama sürekli vazgeçerek, daha önemli bir zamanı beklemek gerektiğini düşünüp, yine yemiyordu. “Bu ekmek ölüme mani olabilir” diye düşünüyordu.

Bir gün tarlada çalışırken, uzaktan bir genç mahkûmun yere düştüğünü fark etti. Koşarak yanına gitti. Ona nasıl olduğunu sordu. Zayıf, tükenmiş ve açlıktan yere yığılan genç, alçak sesle, “Elimden gelen her şeyi yaptım ama artık tükendim. Hiç umudum kalmadı, ben her şeyimi yitirdim” dedi.

Büyükbabam hiç tereddüt etmeden, derhal elini cebine attı ve ekmek parçasını, açlıktan yıkılan gence verdi. İlk yardım için sakladığı ekmeğini, kendini bir an dahi düşünmeden adama yedirdi.

Aradığım sorunun cevabını en nihayet bulmuştum. Tanrı için mucize yaratmak bence çok kolaydır. Unutmamak lazım ki Tanrı evrenin yaratıcısıdır.

Mesela Hanuka mucizesinde, bir avuç Makabi savaşçısı, kendi özgüvenleri ve Tanrı’ya olan sonsuz inançlarıyla, o dönemin dev ordusu Suriye/Yunan ordusunu bozguna uğratmışlar ve murdar edilen Bet Amikdaş’ı temizlemişler, menorayı yeniden yakmışlardı.

Büyükbabamın ve bütün gururlu Yahudilerin hayatta kalma mucizeleri de, onların düşünce gücüyle yaşama ve Tanrıya odaklanarak, sırf kendilerini düşünmeyerek, başkalarının da selameti için fedakârlıklar yaparak ve adaletli davranmaları ve hayatta kalabilmeleri, başkalarının da hayata tutunmasına yardım etmeleriydi.

Kaynak: Daniel Gefen/2018,  Beit Shemesh-İsrael

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün