“Lady Diana’nın saygı çerçevesindeki inatçılığını kendime benzetiyorum”

ABD’de 27 Mart 2021’de sahne alacak ‘Queen of the People’s Hearts’ adlı müzikalde Lady Diana’yı canlandırmaya hazırlanan Türk mezzosoprano Lori Şen, Washington DC’deki dev projeyle yollarının kesişme sürecini ve hazırlık aşamasını anlattı.

Zehra ÇENGİL Sanat
2 Eylül 2020 Çarşamba

15 dilde eserler seslendiren Şen ile Lady Di’nin kendisine nasıl ilham verdiğini, yurtdışında kariyer yapmak isteyen genç meslektaşlarına tavsiyelerinin yanı sıra pandeminin ABD’de müzik sektöründe yarattığı etkiler üzerine de konuştuk.

Orta Doğu Teknik Üniversitesinde fizik okurken içinizdeki müzik ve tiyatro aşkına engel olamayıp mezuniyetin ardından Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarına şan eğitimi için giriyorsunuz. Sonrasında ise yurtdışında tamamen müzik üzerine kurulu yaşantınız başlıyor. Çocukluğunuzdan beri merakınız var mıydı müziğe? Fizik okuyunca kendinizi yabancılaşmış mı hissettiniz ya da bunu avantaja mı çevirdiniz? Nasıl gelişti bu süreç?

Müziğe olan merakım küçük yaşlarda başladı. Üç-dört yaşlarında, masaların üstünde elimde bir kaşıkla Joan Baez şarkıları söylerken fotoğraflarım var. İzmir Amerikan Lisesi yıllarımda müzikallerle tanıştım. Lisede caza karşı da bir ilgim oluştu ve dinlediklerim arasına caz da katıldı. Sonrasında üniversite kaydımı dondurup AFS öğrenci değişim programı ile gittiğim İsveç’te yanında kaldığım aile müziğe olan ilgimi öğrenince beni Ystad Muzik Okulunda şan dersleri almaya ve okulun korosuna katılmaya teşvik etti. Fakat müzik yolculuğumu asıl Orta Doğu Teknik Üniversitesine borçluyum. ODTÜ’deki vaktimin büyük kısmını fizikten ziyade müzikle geçirdim diyebilirim. 

ODTÜ’deki ilk yılımda üniversitenin The Company Musicals öğrenci topluluğuna girdim ve dört yıl boyunca harika insanlarla beraber müzikal tiyatro temsilleri yaptık. Müziği ne kadar sevdiğimin ve bu alanda kariyer yapmak istediğimin farkındaydım ama hem ailemin kariyer geçmişi hem de içinde yetiştiğim ortamın da etkisiyle bu bana çok ütopik bir şeymiş gibi geliyordu. O kadar heyecanlıydım ki, fizik bölümünü yarıda bırakıp müzik okumayı bile istedim. Tabii ki ailem “Hop! Fizik bitmeden olmaz!” dedi. O zaman onlara kızmıştım ama şimdi müteşekkirim.

Lady Diana, annem de dâhil çevremde birçok kadının çok sevdiği, benimsediği, içlerinden biri gibi kabul ettiği bir idoldü. Siz ‘Queen of the People’s Hearts’ müzikalinde onu canlandırmadan önce hayatına ilgi duyuyor muydunuz?

Lady Diana vefat ettiğinde henüz 14 yaşındaydım. Dolayısıyla kendisiyle ilgili çok da fazla bilgi sahibi değildim. Yaptığı işleri, kraliyetteki yerini ve dünyanın kendisine gösterdiği ilgi ve merakı pek bilmiyordum. Geçtiğimiz yaz Pavarotti ile ilgili izlediğim belgeselde Lady Diana’yla tanışması ve kurdukları dostluğu da anlatıyordu. Filmden sonra internette Lady Diana’yı araştırdım. İlk defa o zaman aslında biraz isyankâr bir kişiliği olduğunu, insana verdiği değeri, yardımseverliğini ve biraz da bu nedenlerle kraliyette hafif dışlandığını öğrendim. Okuduklarımdan sonra kendisine saygım arttı. Birkaç ay sonra da müzikalin söz yazarı ve bestecilerinden Angela Knight ile tanıştım ve bana Queen of the People’s Hearts müzikalinden bahsetti. Beklenmedik bir sürprizle zevkle ve heyecanla araştırdığım Lady Diana’yı canlandırmak üzere Angela ile anlaştım.

Müzikale hazırlık aşamasında neler yaptınız? Rolünüze girebilmek amacıyla nasıl bir empati yöntemini tercih ettiniz? 

Role iyi hazırlanmak için bol bol Prenses Diana ile yapılmış röportaj ve belgesel filmleri izliyorum. Uzaktan da olsa, Lady Diana’yı daha iyi tanıdıkça ona daha çok saygı duyuyorum. Kraliyet ile gelen zenginlik, statü, saygınlık ve sahip olunan imkânları düşününce birçok insan kraliyet üyesi olma hayalleri kuruyordur eminim. Fakat insan görüyor ki, Lady Diana’nın konumdaki biri hiç de düşünüldüğü kadar özgür değil. Bu sınırlara başkaldırarak kalbinin sesini dinlemesini ve içinde bulunduğu koşullara rağmen hayattaki duruşunu oldukça hayranlık uyandırıcı buluyorum. Müzikalin bestecileri Angela Knight ve Randal Dewey sanki Lady Diana’nın erdem ve güçlü yönlerini, ona beklenenden farklı bir ses vererek vurgulamak istiyor. 

Lady Di, İngiltere Kraliyet ailesinin katı kurallarına karşılık kendi değerlerini ve karakterini korumaya çalışan, kalbinin yolundan giden bir prenses olarak kazındı tarihe. Sizin onunla kendinizi benzettiğiniz yönler oluyor mu?

Kafasının dikine gitmesini, saygı çerçevesindeki inatçılığını, insan ayırmamasını ve yardımsever kişiliğini kendimle ortak buluyorum. Ya da belki de öyle görmek istiyorum.

“Şarkı ve replikleri 10 günde öğrendim”

Queen of the People’s Hearts müzikaliyle yollarınızın kesişmesi nasıl gerçekleşti? 

Role seçilmem oldukça beklenmedik bir şekilde oldu. Maryland Lyric Opera’nın geçen eylüldeki Cavalleria Rusticana temsilinin provalarında Soprano Angela Knight ile tanıştım. Ortak tanıdığımız bir müzisyenden caz ve müzikal de söylediğimi duymuş. Besteci Randal Dewey ile beraber Prenses Diana ile ilgili yeni bir müzikal yazdıklarını ve nisan ayında da müzikalin prömiyerinin gerçekleştiğini söyledi. Bütün rolleri verdiklerini, fakat hâlâ Lady Diana’yı aradıklarını söyledi. Beni dinlemek istediğini söyledi ve birkaç gün sonrasında bu vesileyle görüştük. Beni dinledikten sonra, “On gün sonra bütün kast ile bir araya gelip müzikali baştan sona küçük bir seyirci kitlesine sergileyeceğiz. Tepki ölçmek istiyoruz. On günde bu rolü öğrenebilir misin?” dedi. Şarkı ve replikleri on günde öğrendim. Performansımdan sonra rolü bana verdiklerini belirttiler ve kontratı imzaladık.

İzmir’de Amerikan Kolejinde okurken de caz söylüyormuşsunuz. Türkiye'de 2018-2019 sezonunda, bir önceki sezona göre opera ve bale seyirci sayısı yüzde 10 artarak 322 bin düzeyine ulaştı. Türkiye’de caz, opera, baleye karşı ilgiyi pop müziğe göre nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Yaklaşık sekiz yıldır Türkiye’de değilim, fakat oradaki müzisyen arkadaşlarımda iletişim halindeyim. Duyduğuma göre Türkiye’de caza ilgi biraz artmış. Bu çok heyecan verici. Türkiye’de bu alanda çok emek vermiş, kendilerini en iyi şekilde yetiştirmiş ve dünya standartlarını yakalamış, inanılmaz yetenekli ve başarılı caz müzisyenleri var. Hak ettikleri ilgiyi Türkiye’de görmeleri beni çok mutlu eder. Caz, genelde eğlence mekânlarında icra edildiği için, dinleyici kitlesi müzik keyfini sosyal etkinlikleri ile beraber yapabiliyor. Klasik müzik dinlemek bu anlamda biraz özveride bulunmayı gerektiriyor. Bir klasik müzik konserinde veya opera ve bale temsillerinde, bir yandan da sohbet etmek, yemek yemek ve bir şeyler içmek yok. Performans boyunca seyirci dikkatini sahneye vermek durumunda. Dolayısı ile klasik müzik ve bale seyircisi, sadece icra edilen sanat için orada oluyor. Opera ve bale seyircisinin son zamanlarda artış göstermesi çok mutlu bir haber. Türkiye çok değerli sanatçılarla dolu bir ülke; caz, opera ve bale gibi alanlarda kariyer yapmak için harcanan emek ve yapılan özveriler düşünülünce, insan ister istemez bu seyirci artışını yeterli bulmuyor. Umarım ileriki sezonlarda bu artış katlanarak devam eder.

“Pandemi sebebiyle Amerika’daki birçok müzisyen arkadaşım devletten işsizlik yardımı alıyor”

Sizin gibi yurt dışında kariyer yapmak isteyen genç meslektaşlarınıza neler tavsiye edersiniz? 

Tavsiyem çok zorlu bir yola girdiklerinin farkında olarak bu maceraya atılmaları. Günümüzde rekabet o kadar yüksek ki, eğitim için de olsa, iş imkânlarının peşinden koşmak için de olsa, yurtdışında kariyer yapmak isteyen Türk müzisyenlerin mutlaka maddi desteğe ihtiyacı oluyor. Bu destek çeşitli ihtiyaç ve başarı burslarıyla veya aile yardımıyla ancak mümkün. Sanat ve müziğin günümüzde hem maddi hem manevi anlamda hakettikleri değeri görmedikleri malum. Bunun tasasını yaşarken bir anda COVID-19’un sanat alanlarını beklenmedik şekillerde nasıl etkilediğini de hepimiz gördük. Amerika’daki birçok müzisyen arkadaşım bir anda tamamen işsiz kalıp devletten işsizlik yardımı almak durumunda kaldı. Maalesef, bu kariyer uğruna verilen zaman ve yapılan özverilerin karşılığı maddi olarak görülemiyor çoğu zaman. Pandemiden sonra manevi karşılığını da artık göremediğini ifade eden müzisyen arkadaşlarım oldu. Bu o kadar acı bir şey ki... 

Türk müzisyenlerin aslında sahip olduğu çok önemli bir avantaj var. Türkiye’nin zengin tarihi, kültürü ve dünyanın az yerinde görülen kültürel çeşitliliği ister istemez kişinin sanatına yansıyor. Dünyanın neresinde olurlarsa olsun, özgünlükleriyle fark yaratıyorlar. Ben de hem Türk kimliğimle, hem de Sefarad Yahudi’si kimliğimle gerek müziğimde, gerek profesyonel ilişkilerimde farklı bir bakış açısı sunduğumu düşünüyorum. 

Sefarad diasporasının müzikal mirası hakkında da dersler veriyorsunuz. Sefaradlar müziğe hangi duyguları kazandırdı? 

Sefarad müziği, Sefaradların yüzyıllar boyu süren yolculuğunda karşılaştıkları her müzik türünün ve kültürün bir füzyonu. Bu müzik hem Klasik Batı müziğini, hem İspanyol kökenli müzik türlerini, hem Balkan müziğini, hem de makamlarla dolu Ortadoğu müziğini içeriyor. Şarkı sözlerini kimi zaman Yahudi tarihine ve kültürüne ait konular oluşturuyor, kimi zaman Ortaçağ kralları ve imparatorluklarından bahsediliyor, kimi zaman da şarkılar aşk, mutluluk ve hüzün gibi herkese hitap eden duyguları ifade ediyor. Dolayısıyla hem farklı melodileriyle hem de Ladino sözleri ile merak ve ilgi uyandırıyor. Sefarad dinleyiciler de bu müziği dinlediklerinde özlem ve aidiyet duygularının ortaya çıktığından bahsediyorlar.

“Vakit oldukça kendimi Sefarad yemekleri pişirirken buluyorum”

Amerika’da yaşarken Türkiye’yle ilgili en çok neyi özlüyorsunuz? Türk yemekleri ya da Sefarad yemeklerini pişiriyor musunuz?

Türkiye’nin yemeklerini, doğal güzelliklerini ve güzel insanlarını çok özlüyorum. Aile yemeklerimizi ve arkadaşlarımla Türk kahvesi eşliğinde yaptığımız sohbetlerimizi özlüyorum. Açıkçası çok fazla yemek pişirecek vaktim olmuyor maalesef. Fakat vaktim olduğu zaman genelde kendimi Sefarad yemekleri pişirirken buluyorum. Alburniya, tomat reynado, roska, biskoco, vs. Zaman geçtikçe sanırım evimi daha çok özler oldum. Ailemi ziyaret edemedikçe, o özlemle annemin ve babaannemin evde pişirdiği yemekleri yapmayı ister oldum. 

Bu müzikali Türkiye’de izlemek mümkün olacak mı? Yakın dönemde başka hangi projelerle hayranlarınızla buluşacaksınız?

Birkaç ay önce müzikalin besteci ve yapımcılarına bu ihtimali sordum. Gözleri parlayarak, “Türkiye’de bu müzikali sergilemek harika olur!” dediler. Tahmin edersiniz ki, bu tamamen bütçe ve sponsorluğa bağlı olan bir şey, fakat Türkiye’de bu müzikali sergileme fikrine oldukça açıklar. 

Yakın dönemde sergilemek üzere Amerika’daki müzisyen arkadaşlarımla üzerinde çalıştığımız birkaç proje var. Bu projelerin bazıları pandemi nedeniyle ertelendi. Örneğin, Washington DC Yunus Emre Enstitüsü sponsorluğuyla Koreli soprano Lilly Ahn ve piyanist Ieseul Yoen ile eylül ayında gerçekleştirmek istediğimiz harika bir projemiz vardı, fakat ertelemek durumunda kaldık. Kore ile Türkiye’nin altıncı yüzyıla dayanan dostluk ve kardeşliğini anlatacağımız sunumlu bir dinleti yapacaktık. Kore Savaşının 70. yılı ile ilgili organize edilen etkinliklere dahil olup, dinletimizde Kore ve Türk eserleri seslendirecektik. Maalesef Amerika’da şu anda COVID-19 nedeni ile canlı performanslar askıya alındı. Heyecanla beklediğim bir diğer projem de bandoneoncu Heyni Solera ile tango projemiz. 2021 yılında sergilemek üzere hazırlandığımız, Tango’yu ve Tango’nun Türkiye’deki yerinden bahsedeceğimiz sunumlu bir dinleti gerçekleştireceğiz. Dinletimizde Arjantin ve Türk tango eserleri seslendireceğiz. Bir diğer projem de Amerikan-Mısırlı soprano Fairouz Foty ile Ortadoğu müziği ile Klasik Batı müziğinin etkileşimini anlatacağımız, Klasik Batı müziği eserlerinin yanı sıra Türkçe ve Arapça eserler de seslendireceğimiz sunumlu bir dinleti. Bir de çok sevgili piyanist arkadaşım Milena Gligic ile Holokost’u anma temalı bir konser projemiz var. Umarım en kısa zamanda tekrar sahnelere dönebileceğiz ve bu projelerimizi gerçekleştireceğiz.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün