HENRY KICHKA ve Auschwitz’de hayatta kalma hikâyesi

Henry Kichka, ölüm kampından sağ çıktıktan sonra, uzun yıllar boyunca bu konudan hiç söz etmedi. Evlendi, dört çocuğu, torunları ve torun çocukları oldu. Savaş bittikten tam 60 yıl sonra anılarını yazdı ve Holokost döneminde yaşadıklarını anlatmaya başladı. 25 Nisan 2020’de, 94 yaşında COVID-19 nedeniyle yaşama veda etti.

Sara YANAROCAK Kavram
21 Ekim 2020 Çarşamba

Henry Kichka, hikâyesini anlatmanın bir bedeli olacağını biliyordu. Geçmişin dehşetlerinin günümüze döndüğü uykusuz geceler başlayacaktı.

Ama hikâyenin anlatılması gerekiyordu. Henry, “Ben Auschwitz’den sağ kurtulan az sayıda kadın ve erkekten biriyim. Durumum içler acısıydı ama ben şu anda hayattayım” diyordu.

Nazilerin, II. Dünya Savaşı sırasında işgal altındaki Güney Polonya’da inşa ettikleri ölüm kampı, dünya yüzeyinde cehennemin görülebileceği bir çatlak gibiydi ve insanlığın yüzeyindeki bir çatlak içinden, acıya dayanma ve ona neden olma kapasitesi görülebiliyor.

Henry’nin bununla nasıl yaşadığı sorulunca: “Sen Auschwitz’de hiç yaşamadın. Yerin kendisi ölüm. Kampta hiç bir ismin yoktu, sadece kolunun ön kısmına dövme yapılmış bir numara” diyordu.

Henry, gardiyanlar tarafından, beklettikleri meydanda, numarasını söylemesini istediklerinde -177789- numarasını Almanca avaz avaz,

“Hundertsiebenundsiebzigtausendsiebenhundertneunundachtzig, Heil Hitler!” diye bağırdığını hatırlıyor.

Auschwitz’e sevk

Henry, batıda yeni hayatlar kurmak için, Doğu Avrupa’daki antisemitizmden kaçan bir ebeveynin çocuğu olarak Brüksel’de doğdu. Nazi Almanya’sı Belçika’yı işgal edip, her tarafı istila edince, saklanacak hiçbir yer kalmadı.

Eylül 1942’nin ilk haftasında Rue Coenraets’teki evlerinden götürüldüler. Gecenin bir yarısı caddeyi kapatan Alman askerleri, “Alle Juden Raus! / Tüm Yahudiler dışarı!” diye haykırıyordu.

Günümüzde Belçika, Hollanda ve Fransa gibi ülkelerdeki Yahudilerin doğuda kendilerini bekleyen kaderi ne ölçüde bildiklerini tespit etmek zor, ancak Henry sokağındaki bazı Yahudi kadınların, bebekleriyle üst kattaki pencerelerden kendilerini aşağı attıklarını hatırlıyor. Toparlanmadan, kurtulmanın son çaresiz yolu olarak kendilerini öldürmek!

Bir hafta içinde aile, doğuya, önce Almanya’ya ve sonra işgal altındaki Polonya’ya giden bir demiryolu üzerinde, sığırların kondukları bir vagondaydı.

Henry ve babası Josek, küçük Kosel kasabasındaki diğer adamlarla birlikte trenden indirildi. Köle işçi olarak çalışacaklardı ve artık 3. Reich için ekonomik bir faydaları olmadığında, gaz odalarında öldürülmeye mahkûm edileceklerdi.

Ailenin kadınları; Henry’nin annesi Chana, kız kardeşleri Bertha ve Nicha ile Esther teyzesi Auschwitz’e götürüldüler. Kampa varır varmaz, gaz odalarına ve ardından krematoryuma atıldılar.

Kishkaların kaderi, Nazilerin işgal altındaki Avrupa’nın çoğuna yayılan geniş kamp ağının iki amaca hizmet etti. Hitler’in ‘Yahudi Sorunu’na ‘Nihai Çözüm’ü, Avrupalı Yahudileri yok etme görevi. Diğeri de Alman savaş ekonomisinin dayandığı fabrikalar, madenler ve demiryolları için köle sağlama ihtiyacıydı.

Henry’nin kamplar hakkında konuşmasını istemek çok zordu. Çünkü bu hikâyenin acı boyutu çok büyüktü. “Dünya tarihinde, ilk defa bir toplama kampında bir milyondan fazla insan öldürülmüştü. Bu Auschwitz’de olmuştu. Nazilerin kampları yönetme biçiminde, alaycılığın yanı sıra akıl almaz kötülük de vardı. Gelen mahkûmları daha kolay halledebilmek için, Yahudilerin susuz, tuvaletsiz, sığır vagonlarındaki uzun yolculuklardan sonra, kampa varışlarında temizlenmeleri için büyük ortak duşlara götürüldüğü, sonra da katledildikleri o kocaman oda vardı. Duşlarda su yoktu, kamp yetkilileri başlangıçta ‘kurşun soykırımı’ yaparak hepsini kurşunlayarak öldürürdü, ama sonra ölüleri toplamak, gömmek çok angarya bir iş olduğundan ve kurşun israfını önlemek için Ziklon-B tabletlerini icat ettiler. Yahudileri de bir tür zararlı böcek olarak gördüklerinden, onları kuvvetli bir haşere ilacıyla öldürmek hem ucuz, hem de daha az zahmetliydi.”

Auschwitz, aslında eski bir Avusturya Macaristan süvari kışlasıydı. Etrafı alçak, sundurma benzeri yapılardan oluşan devasa bir kompleksti. Holokost’un ölümcül niyetiyle birlikte, demiryolu teknolojisi ile donatılmıştı.

1944’ün en yoğun gününde 24 bin Macar Yahudi’si öldürüldü ve ardından fırınlarda yakılıp küle döndürüldü.

Kurtuluş

Sovyet Kızıl Ordusu’nun ilk keşif birimleri Nazileri batıya, Almanya’ya sürerken, oraya geldiklerinde, Auschwitz’i aşağı yukarı terk edilmiş durumda buldular. Nazi muhafızları, açlıktan ölecek kadar zayıflamış mahkûmları batıya Almanya’daki kamplara doğru ‘Ölüm Yürüyüşleri’ne zorladı.

Bu noktada 19 yaşında uzun boylu bir genç olan Henry Kichka, 39 kilo ağırlığındaydı ve bu güne kadar Doğu Avrupa’nın ocak ayının karları içinde, kırık bir bacak ve kanayan ayaklar üzerinde uzun yürüyüşlerden aldığı yaraların derinliğinden ötürü, hâlâ acılar çekmekteydi.

“Yüzde 90 ölüydüm. Bir iskelettim. Aylarca sanatoryumda ve hastanede yattım” diyen Henry savaştan sonraki yıllar boyunca, bu acıdan, hafızası karanlıklarda boğulmuş gibi hiç konuşmadı.

Lucia ile evlendi, karısıyla bir dükkân açtı ve bir aile kurdu. Dört çocuk, dokuz torun ve 14 torun çocuğu oldu. Ölümü aldatan adam, yeni bir hayat yaratmaktan güç aldı.

Başkalarının unutmamasını sağlamak için acısının hatırlamaya değer olduğunu düşünerek, okullarda ders vermeye başladı.

Anı kitabı yazdı

Savaşın sona ermesinden 60 yıl sonra, Henry geçirdiği yılların anılarını yayınladı. Bu da onun öldükten sonra, sesinin yani ‘var oluş sebebi’nin (Raison d’etre) hâlâ duyulacağı anlamına geliyor. Kitapta kendisine yardım eden kızı İrene, olayların karanlık bölümünü yaşayan Henry gibi, hayatta kalan diğer kişileri de dinlemek gerektiğini vurguluyor.

“Elbette kitapların, filmlerin ve belgesellerin olması gerekiyor. Birisini kendi ağzından, kendi sesinden duyduğunuzda, kafanızda kalır, asla unutmazsınız” diyor.

Henry Kichka, Yahudi Soykırımı’na rağmen antisemitizmin modern hayatta hâlâ sürme şeklinden umutsuzluğa kapılıyordu. “Neden Yahudilere bu kadar düşman herkes? Silahımız yok, masumuz, insanların bizden neden bu kadar nefret ettiğini anlamıyorum” diyordu.

Verdiği röportajda bunları anlatırken çektiği acıdan gözleri dalgınlaşıyor, sanki geçmişi görüyormuş gibi uzaklara dalıyordu. Ama geri kalanların hatırlaması için, unutmamayı yeğlediğini ekliyordu. Bu şeyler hakkında konuşmaktan çok mutlu olduğunu söylüyordu.

Henry Kichka, 1980’lere kadar Holokost hakkında hiç konuşmamıştı. 80’lerin ortasında en küçük oğlu Charly intihar etti. Oğlunun kaybının acısını teskin etmek ve kendine yeni bir ‘varoluş nedeni’ bulmak için, Holokost’u anlatmaya başladı. 2001 yılında da eşi Lucia’yı kaybetti. 2005 yılında kızı İrene’in yardımıyla anı kitabını yazdı ve yayınladı. İkinci çocuğu, oğlu Michel Kishka 1974 yılında Belçika’dan, İsrail’e göç etti.

Henry Kichka 25 Nisan günü, COVID-19 nedeniyle, 94 yaşında hayatını kaybetti.

Michel Kichka

Michel Kichka, 1954 yılında Belçika - Liege’de doğdu. Bir Holokost kurtulanı olan Lucia Swierczynski ve Henry Kichka’nın ikinci çocuğudur. 1974 yılında, İsrail’e göç ettikten sonra, İsrail’in en önemli sanat akademisi Besalel Sanat Akademisi’nden mezun oldu. Michel, İsrail’in önde gelen çizgi roman sanatçısı ve politik karikatüristlerinden biri oldu. Bu alanda yetiştirdiği öğrenciler arasında Rutu Modan ve Uri Fink bulunmakta. Kichka, Le Monde ve Tv 5 dâhil olmak üzere çeşitli medya kuruluşları için Fransızca ve İbranice çizgi romanlar üretti.

Kichka, 2008’de İsrail Dosh Karikatürist Ödülünü kazandı. 2006’da UNRIC ‘Cartooning for Peace’ hareketine katıldı. 2011 yılında Fransız Kültür Bakanlığı tarafından prestijli ‘Chevalier Des Arts Et Des Lettres’ onuruna layık görüldü. Kichka, İsrail Karikatürcüler Derneğinin başkanlığını yapıyor.

Kichka’nın, Türkçesi Gözlem Yayınlarından çıkan, ‘İkinci Kuşak’ başlıklı, bir çizgi Holokost kitabı bulunmakta.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün