Ulrike Ottinger ´Paris Calligrammes´da Fransa´nın başkentinde yaşadığı yedi yılı anlatıyor

NOSTALJİK BELGESEL Ottinger ile aynı yıl doğduk. Aynı yaşta, 1962´de aynı şehre, Paris´e bir keşif yolculuğuna çıktık. Cezayir´in bağımsızlığını kazanmasının arifesindeki Paris´teki politik ortamı birlikte soluduk. ´Mayıs 68´ ihtilalinin getirdiği genel grev ortamının kargaşasını Fransa´da yaşadık. Hayatımda izler bırakan bir dönemi anlatan, 60´lı yılların Paris´inin sosyal yaşamının ve sanat ortamının renkli bir portresini çizen bu belgeseli nostaljik tatlar eşliğinde izledim.

Viktor APALAÇİ Sanat
25 Kasım 2020 Çarşamba

Goethe İnstitut’un İstanbul Film Festivali işbirliğiyle düzenlediği KİNO 2020: Alman Filmleri Türkiye’de seçkisinde yer alan ‘Paris Calligrammes’ filmini kendime çok yakın buldum. Şöyle ki filmin yönetmeni Ulrike Ottinger ile aynı yıl doğduk. İkimiz de aynı yıl (1962’de) aynı şehre (Paris’e) bir keşif yolculuğuna çıktık. Bu seyahatin ikimizin de sonraki yaşamlarımızda kalıcı etkileri olmuş.

Ressam bir baba ve gazeteci bir annenin kızı olarak Konstanz’da dünyaya gelen Ottinger, ufkunu geliştirmek amacıyla 20 yaşındayken Paris’e gitme kararı almış. Benim ilk yurt dışı seyahatimi aynı yıl aynı şehre yapma kararını almamda, Ottinger ile yazgılarımızın kesiştiği anlamı çıkarılabilir.

 

Paris güzellemesi

Ottinger yerleştiği Saint-Germain-Des-Pres ve Quartier Latin’de, edebiyatçıların, sanatçıların sık sık ziyaret ettiği kafelerde, ziyaret ettikleri galerilerde vakit geçirmiş. Her ikimiz de, sinema sanatına olan aşkımızdan Trocadero Meydanına bakan Musée de L’Homme’un alt katındaki Fransız Sinemateği’ne yeni keşiflerde bulunmak, sinema tarihinin başyapıtlarını izlemek için aynı günlerde gitmişiz.

Her ikimiz de 1962’de Paris’te Cezayir’in Bağımsızlık Savaşını kazanmasının arifesindeki politik ortamı solumuşuz; Kuzey Afrikalı göçmenlere duyulan nefret, şehrin duvarlarına yazılan OAS (Organisation de L’armée Secraite /Gizli Ordu Örgütü) yazıları, hemen her gün yapılan protesto yürüyüşleri…

Her ikimiz de 20. yüzyılın en büyük öğrenci ve işçi ayaklanması sayılan ‘Mayıs 68’i Fransa’da yaşamışız. Tek farkla; Ottinger olayları çıkış yerinde Paris’te, bense film festivalini izlemek için gittiğim Cannes’da yaşamışız. Ben ‘Solidarité / Dayanışma’ adına tüm Fransa’ya kısa sürede yayılan genel grevden etkilenmiş, Fransa’dan İsviçre’ye geçmek için bir taksi bulma şansına erişmiştim. Ottinger ile yollarımızın ayrıldığı nokta Fransa’daki kalış süremiz. Kendisi yedi yıl kesintisiz kalmış bense zaman zaman gidip gelmişim. Bu giriş bölümünden sonra ‘Paris Calligrammes’dan bahsedelim.

II.Dünya Savaşı sonrasında dünyanın dört bir tarafındaki sanatçıları cezbeden Paris’in sanatsal ve politik olaylarını sergileyen film, döneme damgasını vurmuş isimlerini ekrana taşıyor. 1954’te Cezayir’in Fransız yönetimine karşı yürüttüğü Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) mücadelesinin yol açtığı Cezayir Savaşının kara bulutları Fransa başkentinin üzerinde dolaşmaktadır. Fransız göçmenlerin kurduğu Gizli Ordu Örgütü (OAS) FLN’nin 1961’deki barış çağrısını reddetti. Kendisi de Afrika kökenli olan (pied noir) Albert Camus’nun barışı sağlama konusundaki çabaları kabul görmedi. Ünlü REX sineması önündeki protesto yürüyüşüne polisin müdahalesi kanlı oldu. 200-300 kişi öldü. Cesetler Seine Nehrine atıldı. Vichy Hükümetinde de yer alan, Yahudileri Gestapoya teslim eden Maurice Papon’un yürüttüğü polis baskını için soruşturma dahi açılmadı. Ancak OAS’in çabaları Mart 1962’de Cezayir’in bağımsızlık savaşını kazanmasına engel olmadı.

 

Müthiş bir arşiv çalışması

Film Ottinger’in kişisel arşivinden oluşan görüntülerle, Paris banliyölerindeki gecekondu mahallelerinde, susuz ve tuvaletsiz odalarda dokuzar kişi yaşayan Cezayirli göçmenlerin perişan yaşantısını ekrana taşıyor. Görsel ve işitsel arşiv görüntülerinden oluşturduğu yoğun akışı kendi sanat eserleri ve filmleriyle birleştiren Ottinger, Paris’in o yıllardaki ruhunu yeniden canlandırıyor. Edebiyatçıların sık sık ziyaret ettiği kafeler, bodrum katlarındaki caz kulüpleri, diasporadaki Yahudilerle karşılaşmalar, sanatçı arkadaşlarla beraber yaşanan evler, Parisli etnograf ve filozofların düşünce dünyası, Cezayir Savaşı ve ‘68 Baharı’, ama aynı zamanda sömürgeciliğin kalıntılarının da yol açtığı dönemin politik ayaklanmaları bu belgeselde karşımıza çıkıyor.

“Ben hep kahramanlarımın izinden gittim” diyor Ottinger ve ekliyor: “Onların izlerini bulduğum yerlerin hepsi bu filmde yer alıyor.” Bu yazımda bu izleri sürmeye çalışacağım. Saint-Germain-des-Pres’de yan yana bulunan iki ünlü kafe ‘Les Deux Magots’ ve ‘Flore’un yanı sıra ‘Brasserie Lipp’in müdavimleri, Simone de Beauvoir, Jean Paul Sartre, Jean Cocteau, Allen Ginsberg, André Malraux, Yves Montand, (senaryosu elinde rolünü ezberleyen) Simone Signoret, (filmde Acardéon şarkısını söyleyen) Juliette Greco...

70. Berlin Film Festivalinin, film yapımına özel bir katkıda bulunan ve festivalin yakından bağlantılı olduğu kişileri onurlandırmak için verdiği Berlinale Kamera Ödülü ‘Paris Calligrammes’ filminin yaratıcısı Ulrike Ottinger’e verildi. Bu filmle kişisel arşivini, dönemin gazete kupürleri, fotoğrafları ve müzikleriyle birleştiren Ottinger izleyicisini samimi ve duygusal bir yolculuğa çıkarıyor.

Ottinger, yeni belgesel filmi ‘Paris Calligrammes’ı “Eski günlerinden hatırladığı, genç sanatçının bakış açısı ve zaman içerisinde dönüştüğü daha yaşlı sanatçının deneyimi” ile çekmiş. Ottinger, doğum yeri Konstanz’dan Paris’e yola çıktığı 1962’de “Daha 20 yaşındaydım ve büyük bir sanatçı olmak amacıyla Paris’e gelmiştim” diye hatırlıyor o günleri. 1962 ile 69 yılları arasında Paris’te genç bir ressam olarak yaşamış olan Ottinger, etkisinde kaldığı dönemin Paris bohemliğini 2019 tarihli bu filminde anlatıyor.

 

Paris bohem hayatı

Ottinger, Alman sinemasının en özgün ve kışkırtıcı isimlerinden biri olma özelliğini asla kaybetmedi. Fotoğraf sanatçısı ve ressam geçmişiyle, zengin hayal gücüyle özgün filmler üreten sanatçının 1975’te başlayan, 20 uzun metrajlı filmlik kariyerinde ‘China.Die Künstre’ (1986) ve ‘Joan of Arc of Mongolia’ (1989) gibi önemli yapıtları var. Sinema yapmak için kendisini etkileyen şeylerin ve sinema yolculuğunun başlamasını Ottinger şöyle tarif ediyor: “Kişisel ve kamusal politik ve kişisel meseleleri kovaladım.”

‘Paris Calligrammes’, dünyanın en ünlü ve etkin sinemateği olan Fransız Sinemateğiyle ilgili önemli bilgiler veriyor. Efsanevi kurucu Henri Langlois ile 1962’de yapılan bir söyleşide eski filmlerin sahiplenip saklanmasının ve yenilenme çalışmalarının önemi üzerinde ilginç şeyler öğreniyoruz. Sinema aşkını dile getiren Henri Langlois, Fransız Sinemateğine yapılan değerli hediyeleri gösteriyor. Bunlar arasında Alfred Hitchcock’un ‘Sapık / Psycho’ filminin finalinde kullandığı iskelet yüz maskesi, Charles Chaplin’in ‘Asri Zamanlar / Modern Times’ında kullandığı makine dişlisi, Japon usta Mizoguchi’nin ölüm maskesi, René Claire ve F. W. Murnau’nun hediyeleri var. Ayrıca dönemin başbakanı Georges Pompidou ve Kültür Bakanı André Malraux’nun katılımıyla gerçekleşen ve ‘Aya Seyahat / Le Voyage Dans la Lune’ün gösterildiği Fransız Sinemateğinin açılış törenine belgeselde yer veriliyor.

Belgesel, 60’lı yıllarda Paris’te önemli işlevler üstlenen Odéon Tiyatrosu hakkında doyurucu bilgiler veriyor. Tiyatronun efsanevi yöneticisi Jean-Louis Barrault kariyeri boyunca hep muhalif yazarları destekleyip onların oyunlarını Odéon’da sahneye koymuştu. Örneğin politika aktivisti Jean Genet’nin Cezayir dramını sergileyen ‘Paravanlar / Les Paravents’ın Odéon’da sahnelenmesi Fransa’da olay olmuş, fırtınalar koparmıştı. Ancak Kültür Bakanı André Malraux, Jean-Louis Barrault’ya destek vererek oyunu savunmuştu.

Odéon Tiyatrosu ‘Mayıs 68’ihtilalinde kapılarını gençlere açmıştı. Ancak gençler orayı istila edince Barrault orayı terk etmek zorunda kalmıştı. Film, öğrenci lideri 23 yaşındaki Alman Yahudi’si Daniel Cohn Bendit’in Odéon’da yaptığı provokatif konuşmasına da yer veriyor. Michel Hazanavicius ‘Godard ve Ben / Le Redoutable’ (2017) filminde Jean-Luc Godard’ın haddini aşan söylemiyle gençleri kızdırdığını ve protestolar karşısında tiyatro salonunu terk etme zorunda kalışını perdeye taşımıştı.

 Jean-Louis Barrault, eşi ve fetiş oyuncusu Madelaine Renaud ile gençlerin istilasına uğrayan Odéon Tiyatrosunu, bir daha dönmemek üzere terk etti. Odéon Tiyatrosu günümüzde Trocadero Meydanındaki yerinde Devlet Tiyatrosu olarak perdelerini açıyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün