Kültürün ve tarihin başkenti: Viyana

İki günlük Viyana seyahatimizde hem tarihin, hem modernliğin, hem kaliteli hizmetin, hem de hareketli yaşamın tadına vardık. Yahudi kültürünün ve yaşamının da izlerini bulabileceğiniz Viyana´nın tatlı lezzetleri unutulacak gibi değil.

Cako TARAGANO Seyahat
30 Aralık 2020 Çarşamba

Viyana’ya akşam vakti inmiştik. Uçaktan çıkışta transfer işlemlerimizi halledecek olan büroya uğradık. Birkaç dakika içinde işlemlerimizi tamamlayıp valizlerimizi aldılar. Kapıda bizi transfer bekleyen Limuzine yerleştik. Eşimin de benim de yüzümüzde muzip ve hayret dolu bir sırıtış vardı. “Haydi, hayırlısı” deyip yola koyulduk. Işıl ışıl Viyana caddelerinden geçip yaklaşık 40 dakika sonra Hotel Europa’ya vardık. Yol boyunca yeni bir şehri tanımanın verdiği açlıkla sağa sola bakındığımız yetmiyormuş gibi, otelin önünde de hâlâ etrafımızı seyrediyorduk. Viyana’ya ayak basar basmaz bu şehre ısınmıştık.

Bellboy çantalarımızı kaptığı gibi resepsiyona getirdi. Giriş yapmak için sıramızı bekliyorduk. Dört yıldızlı çok güzel bir oteldi. Resepsiyonda yazılı olan fiyatları görünce önce yutkunduk. Sıra bize gelince voucher’ı uzattım. İki gecelik konaklama ücreti kahvaltı dahil, otelin bir gecelik kapı fiyatından ucuzdu. Resepsiyon görevlisi girişimizi yaptıktan sonra odamıza çıktık. Çocuklar gibi şendik. Otelimiz harika, odamız nefis, kaldığımız fiyat ise hepsinden güzeldi.

Saat epeyce geç olmuştu. Yine de bir tur atmak istedik. Otelin barı dopdolu idi. Otelin etrafını da biraz gezmek istediğimizde buz gibi bir havayla karşılaştık. Bu yüzden gece gezimiz kısa sürdü.

Sabah, konforlu odamızın banyosunda keyifle duşumu alıp traş olduktan sonra eşimle kahvaltıya indik. Aman Tanrı’m, o nasıl bir büfeydi öyle, sadece kuş sütü eksikti. Öğünlerin arasında benim için en önemlisi sabah kahvaltısıdır. Yedim mi Allah muhafaza silip süpürürüm. Tam benlik bir açık büfe. Büyük bir zevk ve keyifle kahvaltımızı ettikten sonra sokağa çıktık. İlk iş otelimizin arkasındaki trafiğe kapalı alanda bulunan turizm danışma bürosuna uğrayıp gerekli bilgiyi alıp yola koyulmak oldu. Turizm danışma bürosunu biraz anlatmak isterim: Altı lisanda hizmet veriyorlardı. Sadece broşür ve harita vererek başlarından savmıyorlardı. Sabırla uzun uzun istediğiniz her şeyi anlatıyor, bilgi veriyorlar, ellerinden geldiğince yardımcı oluyorlardı. Viyana’nın dışında harika yeşil alanların, dağ evlerinin bulunduğunu, nasıl gidebileceğimizi anlatıyorlar, kayak yapmak istersek nerelere gidebileceğimizi izah ediyorlar. İki günlük vaktimiz olduğunu belirttiğimizde bu süreyi en iyi şekilde değerlendirebilmemiz için yardımcı oldular. Programımız kaba taslak olarak hazırdı. Hava soğuk ancak güneşli idi.

İlk olarak dünyaca meşhur Opera Binasına gittik. Girmek için kuyruk olmuştu bile. Ziyaretçiler gruplar halinde içeriye alınıyordu. Rehber eşliğinde binayı gezdik. Sahnede dekor provaları vardı. Kısa zaman diliminde üç ayrı dekor izledik. Önce bir kalyon geçti; sanki Kristof Kolomb’un Santa Maria’sı Amerika’yı keşfe gidiyordu. Bir anda sahne değişti, Mısır’daki piramitler çöl, vaha karşımızdaydı. Aynı salonda aynı zamanda yılbaşı balosu veriliyormuş. Ne çok isterdik büyük orkestradan yılbaşı ya da bahar konseri izlemeyi. Ancak bilet fiyatlarını duyunca dudağımız uçukladı. O zaman bizdeki konser ve piyeslerin değerleri bir kat daha arttı.

Oradan çıkıp bir dizi müze ve saray turu yaptık. Birçok imparatorluklara mesken olan sarayları gezdik. Daha sonra İspanyol Binicilik Okulunun atlarının terbiye edilip eğitildiği binaya gittik. Ancak gösteri için geç kalmıştık. Hatıra eşyaları satan bölümünü gezip çıktık. Helden Platz’daki saraya doğru giderken Gothe’nin heykelini, çiçeklerden sol anahtarı yapılan ve üstüne Mozart’ın heykelinin konduğu bahçeyi gezdik. Bir kez daha anladım ki eskiyi yaşatmak, tarihi canlı tutmak için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Diana ile bunları tartışarak ağaçlı caddelerden geçip Helden Platz’a geldik.

 Faytonla şehir turu

Burada göze ilk çarpan, faytonlar oluyor. Faytonların isteğe bağlı olarak tam ya da yarım şehir turu yaptırdıklarını öğrendik. Tam tur için anlaştık. Kraliyet ailesinin iki ferdi gibi kurulduk faytona. Faytoncunun kıyafeti “bonjur” kafasında melon şapka ile tam bir beyefendi görüntüsünde. Birkaç yabancı lisan konuşuyor. Hangisini tercih ettiğimizi sorup, yol boyunca geçtiğimiz yerleri anlatıp bize rehber oldu. Belki iyi anlatamamışımdır diye tekrar ediyorum, bu anlattığım kişi “Faytoncu!” Resim çekmek istediğimiz yerde duruyor, geniş açıklamalarda bulunuyordu. Bir saatten fazla süren turumuzu başladığımız yerde tamamladık.

Bu tur sırasında parlamento binasından, saat müzesinden, saraylardan, büyük cadde ve bulvarlardan geçtik. Viyana, temiz, aydınlık, sessiz huzur dolu bir şehir görüntüsündeydi. Mis gibi havayı ciğerlerimize soluyarak yürüyorduk. Trafiğe kapalı olan alandaki Karntner Starsse’nin sonundaki Aziz Stephan Katedralini görmeye gittik. Tabii bu arada yol boyunca birçok mağaza vitrini gördük, cadde ortasında gösterilerini sergileyen sokak sanatçılarının performanslarını izledik.

Stephanplatz 10’da katedralin yakınlarında bir ‘Yahudi danışma merkezi’ bulduk. Sinagogun yerini, adresini -ki bulunduğumuz yere çok yakındı- kaşer restoranların adreslerini kısacası Yahudilikle ilgili Viyana’ya ait her şeyi buradan öğrenmek mümkün.

Viyana’da Şabat

Trafiğe kapalı olan bu caddeden hatıralık birkaç şey daha alıp otele döndük. Biraz istirahat ettik, Şabat’a servisi için sinagoga doğru yol aldım. Bayağı sıkı bir güvenlikten geçtikten sonra sinagogdan içeri girebildim. Aşkenaz sinagoguydu. Arvit duasını operadaki aryalar gibi söylediler. Ne de olsa Mozart’ın etkisi olmuştur diye düşündüm. Keyifle otele dönüp sevgili zevcemi aldım, yemeğe çıktık.

Cuma akşamı münasebetiyle balık yiyip, şarap içmek istedik. Karntner Strasse’de bir balık restoranı görünce içeri girdik. Sunulan tabakların resimleri harika görünüyordu. Her bir porsiyon kocamandı. Acaba sıra servise gelince nasıl olacak düşüncesiyle sipariş verdik. Tabii ki bu fesat düşüncemizden sonradan utandık. Birçok yerde olduğu gibi. Avrupalıların bu bakımdan dürüstlüğüne diyecek yok. Giriş olarak önce somon füme tabağı, sonrası içi, patates garnili mezgit balığının yanına başka bir şey daha sipariş etmeye niyetlendik. Bize yardımcı olan bayan fazla gelebileceğini, önce ısmarladığımızı bitirip, eğer doymazsak devamını almamızı önerdi. Şarabı büyük kadehte istedik, onun da fazla büyük olduğu uyarısında bulundu. İsterse hiçbir izahatta bulunmadan fişi kesebilir. İşin acemisi olduğumuzu gördüğünden ve tabii ki turiste karşı olan saygılarından dolayı daha fazla yardımcı olmaya çalışıyorlar. Hakikatten patlarcasına doyduk. Resimde gördüğümüz porsiyonun aynısı gelmişti.

Yemek sonrası kahvelerimizi tipik Viyana kafelerinden birinde içmeyi istedik. Restorandan çıktığımızda sokaklar cıvıl cıvıl gençlerle doluydu. Hepsi çok ama çok şıktılar. Genç erkeklerin birçoğu papyon ile pantolon askısı takıyordu; saçlar jöleli, hepsi de pırıl pırıldılar. Diğer ülkelerde gördüğümüz gençlere nazaran daha sakin ve kibardılar. Birkaç kafeye baktık, gençlerin fazla olduğu birine girdik. Bu defa da Viyanalıları mikroskop altına yatırıp inceleyecektik. Bizde çok iyi etkiler bıraktılar.

Vakit öldürmek için casinoya gitmeye karar verdik. Kapıda önümüzde yer alan İspanyol grupta kot pantolonlu olanlar vardı ve içeri alınmadılar. Pasaport vs. derken mevzuat uzayınca, biz de girmekten vazgeçtik. Biraz turlayıp otele döndük. Otelin barında bir şeyler içebileceğimizi düşündük. Ama ne mümkün, iğne atsanız yere düşmez, oturacak yer yok. Bütün Viyana sokaklarda sanırsınız. Bu görüntü çok hoşuma gitmişti. Yapılacak en uygun şeyin uyumak olduğuna karar verip odamıza çıktık.

Sabah uyandığımızda içimiz heyecan doluydu. İstanbul’a dönüş günüydü. Her zaman olduğu gibi çantalarımız akşamdan hazırdı. Yine muhteşem bir kahvaltının ardından, bavullarımızı resepsiyona teslim edip uçak saatine kadar kendimizi yeniden sokaklara attık.

Mart ayında, bahar havasını andıran bir havada sokaklarda dolaşıyorduk. Bir gözümüz saatte, bir gözümüz vitrinlerde, telaşsız bir şekilde dolaştık durduk.

Transferimiz bizi tam saatinde küçük ama sevimli havaalanına getirdi. Duty Free’den ‘Mozart’ çikolatalarından alıp son paramızı da harcayıp THY ile tüm bu tatlı anıları beraberimizde İstanbul’a getirdik.

Bir Tutkudur Seyahat…

       

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün