Holokost kurtulanlarından af isteyen sıra dışı Almanlar

ALMAN BAŞBAKANININ ÖZRÜNÜN 50.YILI Almanya eski Başbakanı Willy Brandt, Nazi döneminde işlenen suçlar için dizinin üstüne çöküp özür dileyeli 50 yıl oldu.

Selin KANDİYOTİ Kültür
27 Ocak 2021 Çarşamba

II. Dünya Savaşının sonunda Batı Almanya ile Polonya arasında diplomatik ilişkiler durmuştu. 7 Aralık 1970’de Alman Başbakan Willy Brandt Varşova’ya gitti. Şehrin merkezinde bulunan Getto Kahramanları Anıtının ziyareti sırasında Brandt aniden diz çöktü ve Nazi döneminin suçları için af diledi. Bunu yaptığı sırada etrafında siyasetçiler, gazeteciler ve fotoğrafçılar bulunuyordu. Batı Almanya tarihindeki ilk Sosyal Demokrat başbakan, 57 yaşındaki Brandt, önce karanfillerle bezeli çelengin kurdelesini düzeltti, birkaç adım geri attı ve dizlerinin üstüne çöktü. Bu hareket o kadar ani, hakiki ve içtendi ki orada bulunanlar hemen sessizliğe büründü. Duyulan tek ses fotoğraf çekildiği sırada onlarca makineden çıkan sesti. 30 saniye boyunca Başbakan bu duruşunu korudu. O günden sonra Başbakan’ın bu mütevazi hareketi tarihe yazıldı ve ‘tüm dünya Kniefall von Warschau-Varşova Diz Çökmesi’ni konuşur hale geldi.

Polonya ile Batı Almanya ilişkilerini yeniden tesis etmesi ve Naziler döneminde Polonya’dan işgal edilen toprakları geri vermesi ile Brandt’a layık görülen 1971 Nobel Barış Ödülünde bu hareketinin de kesinlikle bir payı olacaktı.

 

Belki de Willy Brandt’in akla sığmayacak ve ağza alınmayacak bu insanlık suçu için özür dilemesi, bu olaylarda en ufak bir suçu olmayan biri olduğu için tam da ihtiyaç duyulandı. 1913 doğumlu Brandt, Naziler 1933’te başa geldiğinde hemen bu yeni rejime muhalif tarafta yerini aldı. Anayurdu olan Lübeck’i terk ederek Norveç’e, Alman Sosyalist İşçi Partisinin yurtdışı kalesini kurmaya gitti. 1936’da gazeteci kılığında casus olarak Berlin’i ziyaret etti.

1940’ta Almanların Norveç’i işgal etmesinin ardından İsveç’e kaçtı. Naziler 1945’te yenilince hemen ülkesine dönen Brandt, ülkesi için canla başla çalışmaya başladı. 1957-1966 arasında Batı Berlin valisi olurken, onun döneminde Berlin Duvarı dikildi.

1992’deki ölümüne dek sorulduğu her fırsatta tarihi hareketinin planlanmış olmadığını dile getiren eski Başbakan, muhafazakâr kesimden, Alman halkını küçük düşürdüğü için eleştirilere maruz kaldı.

Hatıratında Brandt o günle ilgili şöyle yazmıştı: “Kaldığım Wilanow Kalesinden ayrılırken Getto Anıtının önemini vurgulamam gerektiği hissiyatındaydım, fakat hiçbir şey planlamamıştım. Alman tarihinin dipsiz uçurumunda, kurbanların yükü altında kelimeler yetersiz kaldığında insanların yaptığını yaptım.”

Bu jestin 50. yılı geçen aralık ayında Varşova’da Alman ve Polonyalı en üst düzey yetkililerin bulunduğu bir törenle anıldı. Polonya Cumhurbaşkanının açıklamasında, “Biz Polonyalılar için Başbakan Willy Brandt’in diz çökmesinin büyük bir önemi vardır. Sözcüklerden daha çok şey ifade edebilen hareketler ikon haline gelirler” sözlerine yer verildi. Polonya Meclis Başkanı Krzysztof Szczerski, Milletvekili Stephan Steinlein ve Almanya Büyükelçisi Arndt Freytag von Loringhoven törende hazır bulundu.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier yayınladığı video mesajında, “Almanya ve Polonya arasındaki ortaklık başarılı bir gelecek için önemli bir ön koşuldur. Fakat geçmişi de unutmamalıyız; ne Polonyalıların çektikleri acıları, ne barış için gereken tarihi cesareti ne de bu ikisini bize bir hareketle hatırlatan diz çöküşü. Almanya Dışişleri Bakanı ise Twitter hesabından “Bugün Willy Brandt’ın temellerini attığı bir Avrupa’da yaşıyoruz” diye yazmıştı.

 

YAHUDİ DÜKKÂNINI ÜSTÜNE GEÇİREN DEDESİ ADINA ÖZÜR DİLEDİ

Benjamin Heidelberger, Nurenberg kanunları gereği dükkanını Wilhelm Edelmann’a satmak zorunda bırakılmıştı. Edelmann’ın torunu, Heidelberger’in bugün 83 yaşında olan ve İsrail’de yaşayan torununu özür dilemek için arayıp buldu.

Thomas Edelmann ailesinin sahip olduğu işyeri hakkında cevapsız sorulardan rahatsızdı. Yıllar öncesinden beri dükkânın sorgulanabilir koşullarla elde edildiğinin farkındaydı fakat dükkânın asıl sahipleri hakkında bilgisi yoktu.

Araştırma hevesiyle Edelmann, MyHeritage adında soy araştırması yapan bir şirkete başvurdu. Sonuçta dükkânın asıl sahibinin kimliğine, İsrail’in kuzeyinde bulunan mezarlıkta ve yaşayan bir akrabaya ulaşıldı.

Almanya’nın güneyinde Bad Mergentheim şehrindeki hırdavatçı dükkanının asıl sahibi Benjamin Heidelberger idi. Heidelberger, Yahudileri Alman ekonomisinin dışına atan Nurenberg Kanunları uyarında dükkanını Wilhelm Edelmann’a satmak zorunda bırakılmıştı.

Edelmann’ın yöneticiliğinde dükkân yıllar geçtikçe başarılı bir zincir haline geldi. Günümüzde halen Almanya’da faaliyet gösteriyor. Torun Edelmann, ebeveynleri boşandıktan sonra babasıyla ilişkisini kesti, dahası bugün söz konusu zincirde bir hissesi yok. Buna ek olarak dedesinin dükkânı piyasa fiyatının çok altına satın aldığını düşünüyor.

Heidelberger bu olaydan kısa bir süre Filistin mandasına kaçtı ve bir aile kurdu. MyHeritage Thomas Edelmann ile Heidelberger’in torunu 83 yaşındaki Hanna Ehrenreich’i bir araya getirdi. İki torun önce yazıştılar, daha sonra da telefonda konuştular.

Edelmann, Ehrenreich’a yazdığı mektupta, “İnancıma göre eğer ailem, sizin ailenize yapılan haksızlıkta rol oynamışsa, bunu dikkate almak, sizlerle temasa geçmek ve sizi dinleyip öğrenmek bizim görevimiz olmalı. Edelmann Ailesinin bir üyesi olarak bu ailede ilk adımı ben atmak ve sizi dinlemek istiyorum.” dedi. 

Heidelbergerler İsrail’de

CNN’in kasım ayında ulaştığı Ehrenreich kendisine yaklaşan Thomas’ın ilgisinden memnun olduğunu söyledi, kendisine mutlu olduklarını ve iyi bir hayat sürdüklerini ilettiğini de ekledi.

Ehrenreich’ın evinde halen dükkânın eski halinin fotoğrafı duvarda asılı. Heidelberger tuttuğu günlüğe şöyle yazmış: “Bir gün Edelmann bana geldi ve Almanya’yı hemen terk etmem gerektiğini, Yahudilere karşı planlar yapıldığını söyledi. Onunla iyi tanışıklığımız var. Beni uyarmak zorunda hissetti.”

Heidelberger, dükkânı Edelmann’a sattı ve onlarca Yahudi’nin öldüğü, dükkanların, evlerin ve sinagogların yağmalandığı, Kasım 1938’deki Kristal Gece’den birkaç hafta önce kaçabildi. Torun Ehrenreich, Edelmann’ın Nazi Partisi üyesi olmasına rağmen iyi bir insan olduğunu düşündüğünü belirtiyor.

Kristal Gece, Kasım 1938

Torun Edelmann, dedesinin çok başarılı bir iş adamı olduğunu ve henüz 1920’lerde Nazilere katıldığını söylüyor ve ekliyor: “Dedemin iyi bir insan olduğu yönünde şüpheliyim. Bence durumdan faydalandı.”

Edelmann, Ehrenreich ile temas kurmuş olmaktan çok memnun olduğunu şu sözlerle dile getirdi: “Hanna’nın sesini telefonda duyduğumda çok duygulandım. Ailesine korkunç davranılmasına rağmen bana dostça tavır gösterdi ve beni hiçbir şeyden sorumlu tutmadığını söyledi.” Edelmann 15 yaşındaki oğluna tarihi öğretmenin öneminden bahsederken, “Oğlumun tarihin ne demek olduğunu anlamasını istiyorum. Onun bununla ilgisi olmasa da bu ülkede yaşayan başka bir ailenin hayatını kökten değiştirmekle sorumlu bir kişinin soyundan geldiğini bilmeli. Alınan kararların her ne olursa olsun başkalarının hayatlarında etkili olacağını göstermek istiyorum.” 

 

NAZİ SUBAYLARININ SOYUNDAN GELENLER ‘MARCH OF LİFE’ KURULUŞUNDA ÇALIŞIYOR

SS subaylarının ve Nazi askerlerinin torunları tüm Avrupa’da anma yürüyüşleri düzenliyor.

Nazi suçlularının soyundan gelenlerden ve Almanlardan oluşan ‘March of Life’, İsrail ve Yahudileri destekleyen bir girişim olarak Jobst ve Charlotte Bittner tarafından 2007’de kuruldu.

Rahip Jobst ve Charlotte Bittner

March of Life, kilise topluluklarının ve Yahudi kuruluşlarının da desteğiyle şu ana kadar 20 ülkede 400’den fazla şehirde etkinlik gerçekleştirdi.

Kuruluş Almanya’nın Tübingen şehrinde bulunan Evanjelist kilisenin papazının cemaatindeki üyelerin hepsine geçmişlerini araştırmaları görevi vermesiyle doğdu. Bu birçok kişi için acı veren bir süreçti fakat Papaz Bittner herkesi cesaretlendirdi.

Kuruluşun önde gelen üyelerinden Tina Pompe, yazlık evlerinde aile albümlerini buldu. Pompe New York’a taşınmıştı ve savaş yıllarından söz edilmezdi. Fotoğraflar Naziler tarafından işgal edilmiş Fransız Rivyerası’ndandı. Büyükbabası Almanya silahlı kuvvetleri Wehrmacht’ın bir üyesiydi. Wehrmacht’ın sanılanın aksine Gestapo ya da SS’lere göre daha masum olmadığı, 1990’larda Almanya’da bir sergide gözler önüne serilmişti. Pompe’nin bulduğu, dedesine ait fotoğraflar bunun ne kadar doğru olduğunu ispatlar nitelikteydi. Dedesi, yaralanan Alman askerlerine karşılık rehineleri infaz ediyordu ve içlerinde şüphesiz Yahudiler de vardı. Dedesinin Fransa’da el koyduğu evi Google Map yardımıyla bulan Pompe, evin eski sahiplerine ulaştı ve onlardan özür diledi. Yahudi olmayan bu aile Pompe’nin özrünü kabul etmedi; bunun yerine “Geçmişten öğrenelim ve bir daha olmayacağına emin olalım” dedi.

Pompe şöyle ekliyor: “Holokost kurtulanları ile konuştuğumda bunun benim suçum olmadığını söylüyorlar. Bu tamamen doğru olmakla birlikte ailemin yaptıkları için sorumluluk üstlenmeliyim ve özür dileyerek, bunun bir daha asla olmayacağını temin etmeliyim. Kurtulanlar bu sözlerimi duyduktan sonra bir iyileşme tecrübe ediyor. Fakat Fransızlar henüz buna hazır değil.” Papaz Bittner’in tercümanlığını yapan ve kuruluşta çok aktif bir şekilde çalışan Pompe, II. Dünya Savaşını yaşamış aile büyüklerinden gelenlerin -saldırgan ya da kurban olsun- derinden etkilendiklerini, ölçülemez derecede psikolojik rahatsızlık duyduklarını ve bunların sadece ailenin geçmişi ile yüzleşerek, sessizliği kırarak ve özür dileyerek/affederek iyileşebileceğini belirtiyor.

 

Hans Peter ve Tina Pompe anma yürüyüşünde, 16 Nisan 2012

Alman kökenli Hans Peter, 2010’da ailesinin kökenlerini araştırmaya başladı. Öğrendiğine göre dedesi Polonya, Belarus ve Ukrayna’da gettolarda ve ölüm kamplarında çalışan en zalim polislerden biriydi. 2012’de bir anma töreninde yaptığı konuşmada ailesi ve bunca zaman günahlarının saklanmasına aldırış etmeyenler adında af diledi. Bundan sonra Yahudilerin yanında yer alacağına “Nie Wieder! /Bir daha asla” diyerek ant içti.

54 yaşındaki Claudia Kiesinger, dedesinin “Hitler iyi adamdı, Holokost’un boyutları iddia edildiği gibi değil” söylemleriyle büyümüş bir Alman.

Claudia Kiesinger’in dedesi

Dedesinin aslında kim olduğunun derinine inmek isteyen Kiesinger askeri arşivlerden, devlet kayıtlarından yararlanarak araştırmaya koyulmuş.

Kiesinger dedesinin Saint Petersburg kuşatmasına katılarak üç yıl boyunca insanların açlıktan ölmesini bekleyerek korkunç bir suça ortak olduğunu öğrendi. Kiesinger dini inançları doğrultusunda hareket ederek kurbanlara hakkettiği saygıyı vermek istedi. 2007’deki ilk Yaşam Yürüyüşünde Tubingen’den Dachau Kampına yürünecekti. Kiesinger burada hayatında ilk kez bir kurtulan ile tanıştı. Rose Price, altı kamptan kurtulmuş en son Dachau’da kurtarılmıştı. Kiesinger Price’tan özür diledi. İkili daha sonra teması bırakmadı. Kiesinger annesini Price’la tanıştırdı ve ikisi çok yakın arkadaş oldular. Kiesinger şöyle anlatıyor: “Bir defasında ailemi ziyaret ettiğimde Rose oradaydı. Birden bana döndü ve şöyle dedi: ‘İyi ki seni tanımışım çünkü bir daha olursa yalnız olmayacağım.’ Ben komşuları toplanma kamplarına gönderilirken sessiz kalanlardan mı olurdum? Hayır Yahudi komşumun yanından asla ayrılmazdım.”

Claudia Kiesinger, (arkada), annesi (sağda), Rose Price (solda)


Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün