Ünlü şair Yehuda Amihay´ın kaleminden Kudüs

Perspektif
14 Nisan 2021 Çarşamba

Alper Sarıbaş

Altı Gün Savaşı’ndan yaklaşık altı ay sonra, 24 Kasım 1967’de Yehuda Amihay, yirmi iki bölümden oluşan bu şiirini Haaretz’in edebiyat ekinde yayımlar. O dönem İsrail şiirine hâkim olan zafer coşkunluğunun aksine Amihay, ilk gençlik yıllarının geçtiği Kudüs’e tekrar kavuşmasını önce melankolik bir şekilde anlatır, Filistinli sakinleri için matem tutar ve sonrasında Kudüs’ün kanlı tarihini gözler önüne getirip onun kimseye ait olmadığı imasında bulunur.

Şiirleri kırktan fazla dile tercüme edilen, hem ülkesinde, hem de dünyanın farklı ülkelerinde pek çok ödüle lâyık görülen, çağdaş İsrail şiirinin en büyük isimlerinden biri olarak kabul edilen Amihay, 3 Mayıs 1924’te Almanya’nın güneyinde yer alan Würzburg şehrinde dünyaya gelir. Ortodoks Yahudi bir ailenin mensubu olmasından dolayı muhafazakâr bir çevrede büyüyen şairin gerçek adı Ludwig Pfeuffer’dir ve ailesi, sinagoglardaki ayin ve özel günlerde kullanılması için ona Yehuda ismini de koyar.

Almanya’da artan Nazi baskısı yüzünden baba Friedrich Pfeuffer, ailesiyle birlikte 1936 yılında Filistin’e göç eder. Tarım yerleşimi Petah Tikva’da yaşamaya başlayan Pfeuffer Ailesi, buradaki seküler ve sosyalist yaşama ayak uyduramayınca 1937’de Kudüs’e yerleşir. Kudüs’te Ma‘ale Lisesini bitiren şair, 1942 yılında Britanya güçlerine bağlı Yahudi tugayında gönüllü bir asker olarak Mısır’da görev yaparken modern İngiliz ve Amerikan şiirini takip eder. Dylan Thomas, W.H. Auden ve T.S. Eliot gibi şairlerin eseriyle yakından ilgilenir. Kendine has üslubunun oluşmasında özellikle W.H. Auden’in etkisi büyüktür.

II. Dünya Savaşı’nın son bulması üzerine 1946 yılında terhis edilen Amihay, 1947’de öğretmen okulunu beraber bitirdiği sevgilisi Ruth Z. ile yeni bir yaşam kurmak için Hayfa’ya taşınır. Burada iş bulduğu bir okulda çalışabilmesi için İbranice bir soyadının olması gerekmektedir. Şair olma hayallerini paylaştığı sevgilisi Ruth Z.’nin önerisiyle “Ulusum yaşıyor” manasına gelen Amihay soyadını alır. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Kudüs İbrani Üniversitesinde İbrani Edebiyatı ve Kitâb-ı Mukaddes öğrenimine başladığı 1952 yılında ilk şiirlerini yayımlamaya başlar.

Eserlerinde yer verdiği savaş, barış, suç, ölüm, yaşam, aşk ve ruhsal krizler gibi konuları neredeyse günlük bir dille işlediği, askeri ve dini terimlerle deyimleri, atasözleri ve sloganları bir araya getirdiği güçlü üslubuyla dikkat çeker. Ayrıca Kitâb-ı Mukaddes, Sidur, Midraş ve Talmud gibi dini metinlerde geçen ifadeleri seküler bir anlayışla yeniden yorumlayıp incelterek şiir diline adapte eder. Dolayısıyla kendi zamanına kadar İsrail şiirine hâkim olan Orta Çağ üslubunu aşarak bu ifadelerle dile getirdiği lirik ‘ben’ anlayışına dayalı eserlerinde, metinler arası imlemelere yer vermesiyle bunların felsefi bir boyut kazanmasını da sağlar. Yaklaşık iki bin yıl kadar tabiri caizse konuşma dili olarak dondurucuda kalan İbranicenin buzlarının çözülüp erimesinde, tekrar hayata güçlü bir şekilde geri dönmesinde ve dünya çapında edebi bir dile dönüşmesinde Yehuda Amihay gibi şairlerin katkıları yadsınamaz.

1982 yılındaki İsrail – Lübnan Savaşı hâriç, öncesindeki tüm savaşlarda İsrail ordusunda asker olarak görev yapan Yehuda Amihay, savaş temalı şiirlerinde her ne kadar karamsar bir atmosfer yaratsa da barışa dair umutlarını da dile getirmekten geri durmaz. Aşığı olduğu ve şiirlerinde kendi kaderiyle kaderini benzettiği Kudüs’te, 22 Eylül 2000 yılında hayata gözlerini yumar. Yiye Zihro Baruh!

Kudüs, 1967

               Dostlarım Dennis, Arye ve Harold’a

Bu sene uzun bir yolculuk ettim / şehrimin sessizliğini görmek için. / Bir bebek sallandığında sakinleşir, bir şehir de uzaktan. / Yaşadım özlem duyarak. Seksek oynadım / Yahuda Halevi’nin zorlu dörtgeninde: / Kalbim. Kendim. Doğu. Batı.

İşittim zamanın dinlerinde çalan çanları, / ancak inilti, içimde duyduğum, / Yahuda Çölü’ndendi hep.

Şimdi geri döndüm de bağırıyorum tekrar. / Boğulanlardan çıkan baloncuklar gibi yükseliyor geceleyin yıldızlar, / her sabah bir yenidoğanın çığlığını koparıyorum / evlerin gürültüsünde ve tüm bu göz alıcı ışıkta.

Geri döndüm, mesafelere sanki insanmış gibi / isimler verildiği / ve hat numaralarının otobüslere ait olmadığı bu şehre: / 70 Sonrası, 1917, / MÖ 500, Kırk sekiz. İşte bunlar / gerçekte seyahat edilen hatlar.

Epey zamandan beri geçmişin şeytanları geleceğin şeytanlarıyla / buluşuyor ve hakkımda, üzerimde tartışıyorlar, / pazarlığa girişiyorlar, artık ettikleri pazarlık değil / top mermilerinin başımın üstünde izlediği yolların yüksek kemerlerinde.

Kudüs’e geri dönen birisi hisseder / can yakmayı âdet hâline getiren bu yerlerin artık acı vermediğini /yine de kalır zayıf bir uyarı her şeyde, / uçuşan bir fular gibi: Uyarı.

Aydınlatılmış Davut Kulesi, aydınlatılmış Meryem Ana Kilisesi, / aydınlatılmış Makpela Mağarası’nda uyuyan ağababalar, aydınlatılmış / yüzler içeriden, aydınlatılmış şeffaf bal / kekleri, aydınlatılmış saat ve aydınlatılmış zaman / elbiseni çıkardığın sırada uyluklarının arasından geçen.

Aydınlatılmış aydınlatılmış. Çocukluğumun yanakları aydınlatılmış, / aydınlatılmış olmayı isteyen taşlarla, meydanların karanlığında / uyumayı arzulayan taşlar aydınlatılmış.

Aydınlatılmış tırabzan örümcekleri, kiliselerin örümcek ağları / ve merdiven akrobatları. Ama her şeyden öte, / hepsinde olduğu gibi, / aydınlatılmış feci, gerçek röntgen ışını yazısı, / kemik harflerden yapılma, beyaz ve kıvılcımlı: / MENE MENE TEKEL UFARSIN.

Arayıp duracaksın dikenli tel çitlerini boş yere. / Bu şeylerin yok olmayacağını / bilirsin. Farklı bir şehir belki / ikiye bölünüyor şu an: İki sevgili / ayrı düşüyor; başka bir ten işkence ediyor şimdi / kendine bu dikenlerle, bir taşa dönüşmeyi reddederek.

Arayıp duracaksın beyhude yere. Gözlerini dikeceksin tepelere, / belki de oraya? Jeoloji kazası olan bu tepelere değil, / asıl tepelere. Sorular soracaksın / sesini yükseltmeden, soru işareti koymadan, / soru sormak görevini başından savmak için; halbuki yok o sorular. / Yine de büyük bir yorgunluk bütün gücünle seni istiyor, ele geçiriyor. Ölüm gibi.

Ve Kudüs, yegâne şehir dünyada / ölülere de seçme hakkı verilen.

Yom Kipur, 1967 Unutma Yılı’nda, kuşandım / koyu renkli bayram kıyafetimi ve Kudüs Eski Şehir’e vardım. / Epeyce ayakta dikildim bir Arap’ın tek göz dükkânı karşısında, / Şam Kapısı’na pek uzak olmayan, düğme, fermuar, / ve iplik makaraları her renkte, / çıtçıt ve toka dükkânı. / Nadide bir ışık ve bir renk cümbüşü, açık bir Kutsal Sandık sanki.

Ona içimden söyledim babamın da / bir zamanlar kendisininkine benzer bir iplik ve düğme dükkânı olduğunu. / Ona içimden açıkladım geçen onlarca yılı, / şimdi burada olmama yol açan neden ve olayları, / babamın dükkânın orada yandığını ve burada gömülü olduğunu.

Anlatmayı bitirdiğimde Ne‘ila (Kapıların Kapanması) duası zamanıydı. / O da kepengi indirdi ve kilitledi kapıyı / ben de tüm ibadet edenlerle geri döndüm eve.

Beni çocukluğumdan uzaklaştıran zaman değil / bu şehir ve içindeki her şey sadece. Şimdi / Arapça da öğrenmeli. Zamanın iki ucundan / Eriha’ya ulaşabilmek için; eklendi duvarların uzunluğu, / kulelerin yüksekliği ve ibadethanelerin yüzey alanı / ölçülemeyen kubbeleri. Tüm bunlar, / hayatımı son derece genişletiyor ve her zaman beni zorluyor / yeniden göç etmeye nehir / ve zaman kokusundan.

Yaşamım işte böyle geriliyor; ipince oluyor / ve saydamlaşıyor kumaş gibi. Bakabilirsin içimden dosdoğru.

Fal taşı gözlü nefret / ve kör aşkın bu yazında, başlıyorum tekrar inanmaya / top mermilerinin çukurlarını / dolduracak tüm küçük şeylere: toprak ve bir parça çimen, / belki yağmurlardan sonra börtü böcek. / Çocukları düşünüyorum, yarısı babalarının ahlakı / ve yarısı savaş töresiyle büyüyen. / Şimdi gözyaşları hücum ediyor gözlerime dışarıdan / ve kulaklarım icat ediyor her gün müjdecinin ayak seslerini.

Şehir saklambaç oynuyor isimleri arasında: / Yeruşalayim, el-Kuds, Şalem, Jeru, Yeru, / Fısıldıyor karanlıkta: Yevus, Yevus, Yevus. / Özlem çekerek ağlıyor: Eliya Kapitolina, Eliya, Eliya, Eliya. / Geceleyin bir başına / her kim ona seslenirse çıkar gelir. Yine de biliyoruz / kimin kime geldiğini.

Açık bir kapının üzerinde “kapalı” levhası. / Nasıl açıklarsın bunu? Şimdi / zincirin iki ucu boşta: Ne / tutuklu ne gardiyan var, ne köpek ne de efendisi. / Dönüşecek zincir kanatlara peyderpey.

Nasıl açıklarsın bunu? / Sen açıklayacaksın bunu.

Tepeleri arasında Kudüs alçak ve eğik / New York’a benzemez mesela. / İki bin yıl önce öne eğilip aldı / mükemmel bir start pozisyonu. / Diğer tüm şehirler uzun turlar attı / zaman arenasında, kazandılar ya da kaybettiler / ve öldüler. / Başlama pozisyonunda kaldı Kudüs: / Tüm zaferler içinde sıkı sıkıya kapalı, gizli. Tüm yenilgileri. / Gücü artıyor ve nefesi dingin / arenanın dışındaki bir yarış için bile.

Yalnızlık daima merkezde, / korunaklı ve müstahkem. Güven duymalıydı / insanlar bu hususta ama duymuyorlar. / Uzun bir zaman geçirdikten sonra dışarıya çıktıklarında / mağaralar inşa edilir yeni yalnızlara. / Kudüs hakkında ne bilirsin sen. / Dilleri anlamak zorunda değilsin. / Her şeyi aşıp geçer onlar, harap evlerin içinden geçermişçesine. / Devingen taş duvarlardır insanlar. / Oysaki Ağlama Duvarı’nda bile / görmedim bunlar kadar mahzun taşlar. / Istırabım aydınlatılmış harf harf, yolun karşısındaki otelin ismi gibi. / Beni her ne bekliyorsa veya beklemiyorsa. Amin.

Kudüs taşı yegâne taş / canı yanan. Bir sinir ağına sahip. / Zaman zaman birleşir Kudüs / büyük bir gösterici kitlesi halinde, Babil Kulesi gibi. / Fakat girişir ona Tanrı-Polis büyük / sopalarla: Evler yerle bir edilir, duvarlar yıkılır, / ve peşi sıra şehir dağılır bir kez daha, sinagog ve / kiliselerden duyulan şikayetçi dua mırıltıları ve zaman zaman yükselen çığlıklarla / camiden gelen, minarelerin feryadı ortasında. / Herkes kendi yerine.

Her zaman viran evlerin / ve maktullerin kolları gibi bükülü demir kirişlerin yanında / bulacaksın süpüren birisini / küçük bahçeyi, duygun patikaları ve kare çiçek tarhlarını. / Sıra dışı bir ölüme yönelik, iyi beslenmiş büyük arzular / Aslanlı Kapı’nın yanındaki, Beyaz Biraderler Manastırı’nda olduğu gibi. / Ancak biraz ileride, avluda, yarılıyor toprak:

Sütunlar ve kümbetler destekliyor beyhudelik toprağını / ve birbirleriyle pazarlık ediyor, Haçlılarla iyilik melekleri, / Sultan ile Dinibütün Rabbi Yehuda. Kemerli tonozlarla / bir sütun, tutsakların fidyesi ve tomar halindeki anlaşmalarda bulunan / tuhaf koşullar ve mühür taşları. Kavisli kancalar tutan / havayı. / Öfkeyle yarıda bırakılan bir oyundaki satranç taşlarına / benzer şekilde etrafa saçılmış kaideler ve sütun parçaları misali, / Herodes, iki bin yıl evvel, feryat figan etmişti / top mermileri gibi. Biliyordu.

Bulutlar bir çatı olsa şayet, altlarındaki / odada oturmak isterim, ölü bir krallık çıkar / içimden, yukarı doğru, sıcak bir yemekten yükselen buhar gibi. / Bir kapı gıcırdıyor: açılan bir bulut. / Vadilerin derinliklerinde birisi çaldı demiri taşa / ama yankı havada büyük ve farklı şeyler oluşturuyor.

Evlerin üstünde – evlerin üstündeki evler. İşte bu / bütün tarih. Çatısız, duvarsız, sırasız, öğretmensiz okullardaki bu tahsil. / Mutlak biçimde dışarıda bu tahsil, kısa bir tahsil, tek bir kalp atışı sanki. Hepsi.

Bir körle bir kötürüm gibi ben ve Kudüs. / Görür o benim namıma / ta Ölü Deniz’e ve kıyamete kadar. / Ben de alırım onu omzuma / ve onun altında karanlığımda yürürüm kör.

Bu ışıltılı sonbahar gününde / İnşa ediyorum Kudüs’ü bir kere daha. / Kuruluş tomarları / uçuşuyor havada, kuşlar, düşünceler. Tanrı bana öfkeleniyor / zira hep mecbur ediyorum onu / sil baştan bu dünyayı yaratması için / kargaşa, ışık ve ikinci günden / Ademoğluna vs. kadar.

Sabahleyin Eski Şehir’in düşüyor gölgesi / Yeni’nin üzerine. Öğleden sonra - tam tersi. / Hiç kimsenin bir kazancı yok. Müezzinin çağrısı / boşa gidiyor yeni evler üzerinde. Çan sesleri / bir top gibi yuvarlanıyor ve sekiyor. / Sinagoglardan yükselen “kutsal” nidası gri bir duman gibi yok olacak.

Yaz sonunda soluyorum bu havayı, / yanık ve elim. Pek çok kapalı kitap gibi / sükûnet içinde düşünce: /Birçok kalın kitap, çoğu sayfası birbirine yapışık / sabahleyin göz kapakları gibi.

Tırmanıyorum Davut Kulesi’ne / en yükseğe ulaşan duanın biraz üstüne, / semaya uzanan yolun yarısına. Eskilerden birkaçı muvaffak oldu: Muhammed, İsa / ve diğerleri. Huzur bulamadılar semada ama, / yükseklik heyecanına kapıldılar sadece. Yine de / onlara tutulan alkışlar durmadı o zamandan beri / aşağıda.

Bina edilmiş Kudüs bastırılmış bir çığlığın / kemer temelleri üzerinde. Çığlık için / şayet yoksa bir neden, yıkılır temeller, şehir çöker, / çığlık koparsa eğer Kudüs havaya uçar.

Geceleyin şairler gelir Eski Şehir’e / ve ayrılırlar oradan yüklenmiş halde / imgeler, eğretilemeler, düşündürücü kısa meseller ve loş benzetilerle, / mahzen mezarlar ile kaideler arasından çıkan; / kararan meyvelerden / ve kalbin dövme nakışlarından.

Elimi alnıma götürdüm / terimi silmek için / ve Else Lasker Schüler’in hayaletini yerinden kaldırdım / kazara. Yaşarken narin ve ufak tefekti, / öldüğünde daha da öyle. Ya o şiirleri ama!

Ebediyet kıyısında bir liman şehri Kudüs. / Tapınak Tepesi devasa bir sefine, gösterişli / bir yolcu gemisi. Onun Ağlama Duvarı’ndaki lombozlardan dışarıyı seyreder neşeli / azizler, gezginler. Hassidikler rıhtımda el sallar, / güle güle diye bağırır. Gemi / hep gideceği yere varır, hep denize açılır. Ve çitler, / iskeleler, polisler, bayraklar, camilerle kiliselerin yüksek gönderleri, / sinagogların bacaları, övgü duası tekneleri ve dağ silsileleri. / Bir şofar sesi duyuldu: Başka / bir tanesi açıldı denize. Yom Kippur denizcileri beyaz üniformaları içerisinde / tırmanıyor teyitli duaların ipleri ve merdivenleri arasında.

Pazarlık, kapılar ve altın kubbeler: / Tanrı’nın Venedik’i Kudüs.

Sodom’un kız kardeşi Kudüs, / ama bağışlayıcı tuz, ne merhamet etti ona / ne de kapladı onu beyaz bir sessizlikle. / Kudüs razı gelmeyen bir Pompeii. / Ateşe atılan tarih kitaplarının / sayfaları açılıyor etrafa, kırmızıya boyanıyor.

Bir göz, çok açık renk, kör, / atardamarların kalburunda un ufak edilen daima. / Aşağıya doğru açık birçok doğum, / sayısız diş dolu bir rahim, / iki yüzü keskin bir kadın ve kutsal canavarlar.

Kudüs’ü bir deniz olarak düşündü Güneş / ve battı onun içine korkunç bir hata işleyerek. / Gökyüzü balıkları yakalandı dar sokakların ağına, / lime lime ediyorlar birbirlerini balıkların yaptığı gibi.

Kudüs. Açık bırakılmış bir ameliyat. / Cerrahlar semanın derinliklerine gitti uyumaya, / ama ölüleri / yavaş yavaş bir çember oluşturuyor / dört bir yanında / sessiz taç yaprakları gibi. / Tanrım! / Pistilim!

İbraniceden çeviri: Alper Sarıbaş

 


Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün