“Türkiye sınırları dışındaki tek şöhretimiz Dario Moreno´yu Meksika´ya kaptırmadım!”

Türkiye´de show business dünyasının mihenk taşlarından biri olan ve ülkemize sayısız şöhretler kazandıran Erkan Özerman, uzun seneler menajerliğini yaptığı yakın dostu Dario Moreno´nun hayatını ´İzmirli Dario´ ismiyle kaleme aldı. Yetimhanede başlayan müzik tutkusunun peşinden giderek, Türkiye´yi tüm dünyada temsil eden efsane sanatçı Dario Moreno´nun iç dünyasını ve bilinmeyen yönlerini anlatan Özerman, aynı zamanda Kıvanç Tatlıtuğ, Kenan İmirzalıoğlu ve Çağatay Ulusoy gibi isimlerin sektöre ilk adımını attığı Best Model of Turkey organizasyonunu ve hayal ettiklerini gerçekleştirme gücünü bulduğu 60 senelik meslek hayatında verdiği çetin mücadeleyi ŞALOM ile paylaştı.

Zehra ÇENGİL Söyleşi
25 Ağustos 2021 Çarşamba

Yıllarca menajerliğini ve yoldaşlığını yaptığınız Dario Moreno’nun hikâyesini yazmaya nasıl karar verdiniz? Kitabın ismi neden İzmirli Dario oldu?

Fransızlar bir Türk yorumcusu olan Dario Moreno’yu Meksikalı diye tanıttı, ben de Türkiye sınırları dışında tek şöhret olmuş sanatçımızı Meksika’ya kaptırmak niyetinde değildim. Farz edin ki bir avukat gibi dava açtım ve sanatçımı müdafaa ettim.  Dedim ki, “Dario Türk’tür. İzmir’de doğmuştur hatta 500 senelik Osmanlı ve Türk’tür.” Çünkü bu ülkeye 500 sene önce gelmiş, askerliğini burada yapmış, şöhreti Türkiye’de başlamış. Onun son on senesinde hayatında en çok sevdiği insan olduğumu biliyorum. Ölmeden birkaç ay evvel İzmir Radyosu’nda yaptığı röportajda, “Bana bir şey olursa öldü demeyin, İzmir’e geri döndü deyin. Sakın başka yere götürmeyin” dileğinde bulunmuştu ama annesi aldı götürdü. Ben de tabutuna İzmir’i hatırlatacak İzmir toprağını koydum. Sözün özü, ben 53 senelik bir davayı Türkiye’de kazandım. Bu eserin Fransızcası Fransa, Belçika, İsviçre, Monako’da çıkıyor. Dünya çapında da davamı kazanmak istiyorum.

Erkan Özerman ve Zehra Çengil                                                                                     

Dario Moreno ve Erkan Özerman

Nido de Guerfanos (Öksüzler Yuvası) denen yetimhanede yetişen Dario Moreno, Bar Mitzva törenlerinde şarkılar söyleyerek müzik hayatına adımını atıyor. Çocukluğunda yaşadığı zorlukların, hayatına yansımaları hakkında ne söylemek istersiniz?

Her şeyden evvel annesinin evlenirken yeni eşinin “Çocuğunu istemiyorum” diyerek onu yetimhaneye verdiğini hatırladığında hiç kırgınlık göstermiyordu. “Ne yapsın kadın? Parasızdık, kimsesizdik, ev kiralarını ödeyemeyip o gecekondudan öbürüne gidiyorduk. Yetimhanede benim de hayatım kurtuldu” diyordu. Çok kişi annesine ve babasına gücenir, Dario gücenmemişti. Mantıklı ve akıllı bir adamdı, hayalperest değildi. 

DARİO’NUN GİZEMLİ ODA ARKADAŞI: ORHAN VELİ

Dario Moreno, Gar Gazinosunda çalışmaya başladığında otel odasını dönüşümlü kullandığı gizemli adam da sonradan aynı Moreno gibi herkes tarafından tanınıyor. Bu ilginç hikâyeyi anlatabilir misiniz?

Ankara’da o dönem otel yoktu, Dario da iş için şehre gelmişti. Otel odası bulunamıyor. Resepsiyon memuru diyor ki “İki odalı bir odamız var, adam çok erken saatte gidiyor” Dario da zaten işten sabahları geldiğini söylüyor ve karşılaşmayacaklarını belirtip o kişiden rica etmelerini istiyor. Sonra birbirlerini tanıyorlar ama ikisinin de karşısındakinin şöhretinden haberi yok. Orhan Veli’nin ne kadar önemli bir şair olduğunu bilmiyor Dario, o da Dario’nun çok değerli bir şarkıcı olduğunu… Mesleklerinin zirvesinde olmadıkları bir dönemde aynı odada olmaları, sokakta kalmamak için mecburi sebeplerden… Kader diyorum. Dario sonra Orhan Veli’nin kitabını alıp şiirlerini okumuş tabii.

“MÜZEYYEN SENAR HAYATININ MİHENK TAŞIDIR!”

Sanatçının hayatına en büyük damgayı vuranlardan biri de kendisine ‘Biber Sesli Oğlum’ diyen Müzeyyen Senar olmuş. Senar, Avrupa’ya gitmesini tavsiye etmeseydi Dario buna cesaret edebilir miydi?

Müzeyyen Senar, Türkiye’nin Edith Piaf’ıdır, “Evladım senin yerin burası değil Avrupa. Kalk git, orada şöhret ol” deyince uzun denebilecek bir devrede savaş vererek kopara kopara şöhreti aldı Dario. O, yalnız müzikle bir yere geleceğini Müzeyyen Senar ona ışık tuttuğunda anladı. Bu laf onun hayatında mihenk taşıdır. Sorunun cevabı hem evet hem hayır. Aklına koymak ve bunu hızlandırmak önemli.

Çekoslovak müzisyen Andre Kerr’in (Fritz Kerten), Dario Moreno ile bir kader arkadaşlığı var. Bu iki yeteneği aynı kitapta buluşturan tesadüften bahseder misiniz?

Dario’nun en büyük şansı II. Dünya Harbinde Hitler’in gazabından korkarak Türkiye’ye kaçan Fritz Kerten ile tanışmasıdır. İstanbul’da yan yana gelmeleri çok önemli. Çünkü Fritz Kerten İstanbul’da birçok insana öğretmenlik yapıyor. Pop dünyamızdaki en büyük hocadır. Ayten Alpman, Selmi Andak gibi isimler öğrencileri arasında. Sonunda Dario ünlü bir şarkıcı olunca Fritz Kerten’i Paris’e aldı, besteci ve orkestra şefi olarak hayatının sonuna kadar orada kaldı. Onunla fotoğraflarımız ofisimden çalındı ve bunu şu şekilde anladım: Çalınanların içinde Zeki Müren’in vasiyeti de vardı. Vasiyetname internette çıkınca çalanların bunu sızdırdığını fark ettim. Dario’ya ait birçok şeyin gittiğini de o zaman gördüm.

Fransız elitlerinin ilk başta aynı Charles Aznavour gibi Dario Moreno’yu da eleştirip kabul etmemelerini neye bağlıyorsunuz? Moreno bu önyargıyı kırmayı nasıl başardı?

Dario, radyoda müzik klasiklerinden birini söylediğinde kendisi hakkında “Müziği açtım ve bir müezzinin sesini duydum” diye bir yorum dinliyor. Bunun üzerine elinden geleni yapıyor ve ilk sene başaramıyor. Sonra Almanya’ya gidiyor, Amerikan ordusunu eğlendiren bir ekibin içinde yer alıyor; hem takdimcilik hem programcılık yapıyor ve iyi de kazanıyor. Hatta Ava Gardner ve Frank Sinatra’yı misafir ediyorlar. Halkı çok iyi eğlendiren muazzam bir şovmen. Aynı zamanda 34 filmi ve 200’e yakın plağı var. Durmadan okuyor ve halk onunla muazzam eğleniyor. Şimdi Olympia’da bir gün konser yapmak marifet sayılıyor. Dario o dönemde üç hafta boyunca günde 2000 kişiyi oraya getiriyor ve kapalı gişe…  Enrico Macias’ı da o lanse ediyor. “Ben çok sıkıntı çektim, el vermediler. Bu çocuk Cezayir’den geldi ve çok kabiliyetli” diyor. Sonra da onu durdurmanın imkânı olmuyor.

Kitabınızda “Dario’nun cebi yoktu” diye bir tabiriniz var; Coca Cola’da dahi hisselere sahip olan sanatçının yalnız geçen çocukluğunun, fazlasıyla tutumlu olmasında payı olabilir mi?

Dario, 15 milyon dolar para bıraktı, herkes müzikten nasıl bu kadar para kazandı diye merak etti. Hâlbuki Almanya’dan döndüğünde bir arkadaşı Fransa’da “Yeni bir meşrubat çıkıyor, hisseleri çok ucuz” diyor, Dario sokakta kalmaktan korkmasına rağmen parasını zorla da olsa yatırtıyor. O hisse Coca Cola hissesi. Çok büyük bir kazanç sağlıyor ama buna rağmen mücevher ve parada çok tutumluydu. Bu kadar tutumlu olanların en büyük zaafları, başta çok parasız olmaları.

Dario Moreno’nun hiç kıskandığı ya da rekabet ettiği bir sanatçı var mıydı? Mesela Zeki Müren’le dostluklarında ikisinin de birbirini kıskandığı ifadesini kullanmışsınız.

Dario benim bildiğim 16-17 ülkede ünlüydü. Zeki Müren de Türkiye’nin en ünlüsüydü. Zeki Müren Türkiye’deki yerini ona kaptırmadı… O denge sonuna kadar muhafaza edildi. Bizim meslekte devamlı dostluk da, devamlı düşmanlık da yoktur.

“TÜRK MUSEVİLERİNE DAİMİ BİR HÜRMETİM VARDIR”

Vefatında hastaneye hayatını kaybetmiş olarak geldiği basından saklandı mı? Siz bu yol ayrımından nasıl etkilendiniz?

Öyle zannediyorum. Çünkü doktoru bana bu açıklamayı yapmıştı. Hayatımda ölüm kelimesini sadece kelime olarak biliyordum ama bu kadar derin olduğunu gerçekle karşılaşınca fark ettim. Dünya çapında bir yerlere gelme fikri Dario’dan bana geçti, o zamanlar yurtdışında ülkemizden tanınan sanatçı yoktu. Bir gün gözleri doldu. “Sen Fransa’da çok önemli bir yere geleceksin acaba ben görecek miyim?” dedi ama göremedi. Fransa Cumhurbaşkanı tarafından Devlet Liyakat Madalyası aldım, dediği yere geldim. Mustafa Sağyaşar ve Hafız Burhan’ı her dinlediğinde Dario, “Ben Türk’üm, Türkoğlu Türk’üm. Bazen unutuyorsun Erkan” derdi. Neil Sedaka aslen Çanakkaleli bir Türk olduğunu söyleyince yer yerinden oynamıştı. Bunların hepsi önce Osmanlı sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olan Musevi vatandaşlarımızdır. Hiçbir zaman da “Bizim aslımız İspanya veya şuradan geldik” gibi konuşmadılar. Türkiye’deki Museviler hep “Biz Türk’üz” dediler, bu tutumlarından ötürü onlara daimi bir hürmetim vardır.

TÜRKİYE’DE DİZİ VE SİNEMANIN İLK ON OYUNCUSU BEST MODEL’DAN ÇIKTI

Galatasaray Lisesi ve Université Paris VIII Sosyoloji Fakültesi, Paris Siyasal Okulundan mezun olduktan sonra, Türk eğlence sektörünün mihenk taşlarından biri oldunuz. Hayalinizdeki hayatı gerçeğe taşıyabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Modern show business dünyasının Türkiye’de ilkiyim. 13 mesleğim var, belediyeye isim kaydettirirken orada beni “Acayip meslek isimleri tescil ettiren adam geldi” diye karşılıyorlar. Sektörü perde arkasından da olsa yıllarca götürdüm, çok da ortaya çıkmak istemedim. Çünkü başarıya Türkiye’de daima ceza vardır. Destek gördüm mü? Hayır. Köstek çok bol. Geri dönüp baktığımda 80-90 sanatçının en zor günlerinde yanındaydım. Best Model’dan kazandıklarımın hepsini vakıflara ve hayır cemiyetlerine verdim. İlk otuz senemi hatırlayan nesil öldü, şimdi torunlarla çalışıyorum. Zeki Müren Bey, “İnşallah beni tepsi üzerinde raks ederken hayal etme” demiş benim için, “Siz koskoca Zeki Müren’siniz hayal etse ne olacak” cevabını alınca “O adam önce hayal ediyor sonra gerçekleştiriyor” yanıtını vermiş.

Organizasyonunu üstlendiğiniz Best Model Yarışması adeta bir aktör fabrikası gibi oldu. Kıvanç Tatlıtuğ, Kenan İmirzalıoğlu, Tolgahan Sayışman ve Çağatay Ulusoy bu yarışmadan çıktı. Dönüp ardınıza baktığınızda, sektöre kazandırdığınız isimlerle gurur duyuyor musunuz, yoksa kırgınlıklarınız var mı?

147 modeli lanse ettim. Geçenlerde bir programda vefayla ilgili bir soru sordular, ben de “Vefa denilince aklıma sadece boza geliyor” dedim. Türkiye yolgeçen hanı diye hep üzülüyordum, önüne gelen burada mankenlik yapıyor ve parasını alıp gidiyor. Türkiye’deki mankenlerimizin ekmeğini dışarıdan gelenler yiyor. Türkiye’de dizi ve sinemanın ilk onu bende, bizim organizasyonlarımızdan çıktılar. Bir öğretmen ilkokul ya da orta mektep öğretmeniyse daima fedakârdır. Çünkü onları en baştan alır ve her şeyi öğretmekle mükelleftir. Sıkıştıkları zaman gelirler, Fransa’dan vize alınacaktır yardım isterler, asker kaçağıyım kurtarır mısın derler. Dertleriyle de çok uğraştım ama bir öğretmenin talebesine kırgın olma şansı yoktur. Çok büyük yanlışlar da yapsalar o yetiştirdiğiniz gül ağacının dikeni elinize batarsa, o ağacı kesip atmazsınız.

“KÜLTÜRSÜZ BİR ÖZGÜVEN ÇOK TEHLİKELİDİR”

Ömrünüzün yarısını sektöre vermiş biri olarak, geçtiğimiz günlerde ödül aldığınız esnada Edis’in salonu terk etmesine anında tepkinizi gösterdiniz. Yüzlerce sanatçıyla çalıştınız, eski değerleri ve nezaketi günümüzle karşılaştırdığınızda eksilen bir şeyler var mı? Bunun sebebi ne olabilir, sizce sosyal medya gücü bunu destekliyor mu?

Çocuğu haşladı, bağırdı çağırdı, canına okudu dediler. Ben de bantı aldım ve televizyona çıktım, ne dediğimi gösterince herkes sustu. “Ben bu mesleğe başladığımda sen doğmamıştın, baban da doğmamıştı. Bu mesleğin kıdemli bir abisi konuşurken, kalkıp ayağa dışarı çıkılmaz. Şimdi git” dedim. Kızılca kıyamet koptu. Ben onu bir büyüğü olarak uyardım. Bundan sonra bilsinler ki, bazı sanatçılar ben bir yerdeysem ve böyle bir şey yaparlarsa başlarına bu gelecek. Menajer, sanatçının yanında çanta taşıyan veya konserleri ayarlayan değil, onları yetiştiren insandır. Türkiye’de menajer yok, ajans var. Ben hiçbir şeyi karşılaştırmıyorum. Herkes kendi devrini yaşıyor fakat onu doğru ve dürüst yapmaktır mühim olan. Özgüven dediğiniz şey kültürle beraber gelirse başarıdır, kültürsüz bir özgüven çok tehlikelidir. Eğitimsiz bir güven, kendine ve cemiyete çok zarar verir. İşte elektronik bir dünyanın getirdiği büyük dejenerasyon…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün