Hokkabazlık sanatı

Temaşamızın diğer türlerinden farklı olarak kültürümüze Yahudi vatandaşlarımızın kazandırdığı bir türdü hokkabazlık. Kısa süre içerisinde girmediği ev ve muhayyile kalmadı. Bizden biri, hatta biz oldu! Ülkemizde bir zamanlar çıkardıkları oyunlarla, yaptıkları esprilerle, gösterdikleri tuhaflıklarla, kahkahalarla süsledikleri dakikalarla; sünnetlerin, düğünlerin, şölenlerin velhasıl tüm mutlu günlerin başlıca mimarlarındandı hokkabazlar… Geldiler; güldürdüler, güldüler ve eski takvim yaprakları gibi döküldüler…

Perspektif 2 yorum
1 Eylül 2021 Çarşamba

Erdem Beliğ Zaman

Hokkabazlık Sanatı Nedir, Nereden Gelmiştir?

En mühim tiyatro tarihçilerimizden Metin And’ın, “Türk seyirlik oyunları içinde en ilginci…”[1], Şeyhülmuharririn payesini kazanmış merhum gazetecimiz Burhan Felek’in, “Temaşa şenliğinin en muvaffak olmuş numarası…” cümleleriyle tasvir ettikleri hokkabazlık sanatı, ismini illüzyonun en eski ve dikkat çekici oyunlarından biri olan hokka oyunundan alan, el ve dil çabukluğuna, yerli yerinde söz söyleyebilme maharetine, espri ve nükte kabiliyetine, usta ile yardakçısı arasındaki söz oyunlarına, hızlıca illüzyon yapabilip seyirciyi etkilemeye dayanan, Türk temaşasının en mühim, zahmetli ve dikkat çekici kollarından kabul edilen bir oyun türüdür. Gene Metin And bu icrası zor sanatın Türkçede şübedebaz, gözbağcı, ayyâr, efsunkâr ve sihirbaz gibi kelimelerde karşılık bulan, Latince ‘praestigiator’ kelimesinden geldiğini nakleder[2]. Reşat Ekrem Koçu, bu kelimelere mührebazı, yumurtabazı, zührebazı, beyzabazı, yuvarlakbazı da ekler. Dikkat ederseniz burada ‘–baz’ ekinin önüne gelen çoğu kelime sanatkârın oyun yaptığı cisimleri ifade eder. Tabii ‘praestigiator’ bu tarz oyunların hepsini kapsayan büyük bir oyun koludur. Hokkabazlık ise yukarıda bahsedilen tüm diğer oyunlardan farklı olarak; temeli esasen ona ismini de veren hokka oyunundan gelse bile, hokka oyunuyla sınırlı kalmayıp bu toprakların kültürüyle, nükte ve sanatıyla yoğrulup büyüyen, başlı başına bir Türk temaşası kolu haline gelen yüksek bir sanat şubesidir.

Hokka oyunu, tersine çevrilmiş şekilde kullanılan kadehimsi bardak biçimindeki üç kap (hokka) ve üç küçük topla (yuvarlakla) icra edilir. Bu kapların ismi hokkadır. Hokkalarla ve yuvarlaklarla yapılan oyunlar iki çeşittir: Ya seyirciye altı boş gösterilen hokkadan top çıkar veyahut içinde top olduğu zannedilen hokka açılınca boş çıkar. Bunu yaparken el çabukluğunun yanında dil çabukluğu da lâzım gelir. Bugün halk diline de yerleşmiş: “Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet…”, “Hokka da üç, yuvarlak da üç!”, “Bir bunun altına, bir şunun altına, bir ötekinin altına…” gibi tekerlemeler oyun esnasında söylenir, bir yandan da seyirciler oyalanır. Tabii hokkaların altına küçük toplar gizleme, oyunun en basit şeklidir. Bu oyun, hokkaların içine küçük yuvarlaklardan başka cisimler, hatta canlılar (Pakistan, Hindistan, Mısır gibi ülkelerde bu oyun daha büyük hokkalar ve toplar yerine tavşan, güvercin gibi canlılarla yapılabilmekte) konulmak ve birtakım illüzyonlar ilave edilip uzatılmak suretiyle de oynanabilir (hokka oyununun dünyada birçok ilginç icraı mevcuttur). Hokka oyununun dışında Türk hokkabazları, dik tutulan bir değnek üzerinde yumurta yürütmek ve sıçratıp değneğe tekrar oturtmak, para çoğaltmak ve yok etmek, boş bir kaptan darı akıtmak, sehpa üzerinde boş duran tastan su dökmek, bir ibrikten çocuğa kahve içiriyormuş gibi yapıp su içirmek aynı ibriği tekrar boş göstermek ve suyu çocuğun karnından çıkarmak nevinden oyunlar da yapmışlardır[3]. Gece boyu süren hokkabaz âlemlerinde ise parsa (para) bol olur; Hokkabazdan sonra ipli kukla oynatılır, ateşbaz oyunu yapılır ve en son sabaha karşı rakkaseler sahne alırdı.

Hokkabazların kıyafetlerine gelince, bu hususta en tafsilatlı malumatı Sermet Muhtar Alus verir: Ustalar evvelce hırka, mintan ve şalvar giyerlerken zamanla ceket ve pantolon giymeye başlamışlardır. Yardaklar ise başlarına çevresi dapdar, kımıldasa düşecek bir külah, sırtlarına beli kaytan kuşaklı rengarenk bir basma entari, altlarına da ekseriyetle entariyle aynı renkte bir basma don giymişlerdir[4].

Hokkabazlık, memleketimize 15. asrın sonlarında Sefarad Yahudileri tarafından getirilmiştir. Hokkabazlık, getirildiği Avrupa’da, ferdî olarak icra edilen bir sanatken memleketimizde, ecnebi kaynaklarda ‘Merry Andrew’ ismiyle kaydolunan[5] soytarı kılıklı bir yardımcıyla beraber oynatılan bir sanat halini almıştır. Metin And, Türkiye dışındaki hiçbir ülkede hokkabazların böyle bir yardımcı kullanmadığının altını çizer[6]. Bu ikili oyun hem seyircinin oyuna alakasını taze tutar hem de oyuna göz yanılgısından başka bir cephe daha kazandırır. İlerleyen senelerde (Sermet Muhtar Alus’tan öğrendiğimize göre 19. asırda) yardakların sayısında bir artış olur ve hokkabazlık bir değil, iki yardakla beraber temsil edilmeye başlanır. Hokkabazlıkta oyunu yapan şahıs olan ‘Usta’, eline umumiyetle bir şakşak (pastav) alır; soytarı kılıklı yardakçısına sorular sorar. Abuk sabuk yahut beğenmediği cevaplar aldığı takdirde şakşağı yardakçısına indirir. Bu muhavereden ve hareketlerden oyunun komik tarafı çıkar. Muhaverelerde gaye ciddi konuşmaktan ziyade daha çok eğlendirmek namına ardı sıra espriler yapmak ve Usta’ya beklenmedik cevaplar vermektir. Usta, oyunu yaparken yardakçısı tef çalarak oyun üzerindeki alakayı bir nebze dağıtır ve oyunun hilesinin aşikâr edilmemesini sağlar. Tefin dışında hokkabazlar, büyük bir deniz kabuğundan yapılan deniz minaresine de üfleyip, bu ilkel enstrümandan çıkan ıslığa benzer nağmeyle, yaptıkları göz yanılgılarına ses âleminden bir gizleyici çağırmışlardır. Profesyonel ve teçhizatı olan hokkabazlar kendilerine refakat etmesi ve gösterilerini daha şaşaalı kılmak adına yanlarına ud, keman gibi sazlar, zaman zaman yapılan işe göre ufak, neşeli bir saz takımı da almışlardır. Eğer gösteri erkek ağırlıklı bir seyirciye hitap edecekse ilâve olarak, saz heyetinden ve köçeklerden mürettep bir kadroyla oyunlarını icraya gitmişlerdir[7].

Usta ile yardakçısı arasındaki muhavereler Ortaoyunu ve Karagöz’dekinin neredeyse aynıydı. Usta elinde şakşağıyla Pişekarlaşır, Hacivatlaşır; yardağı da kılık kıyafetiyle Karagözleşir, İbişleşirdi (Kavuklu ciddî bir komiktir). Bu muhavereler yapıldığı meclisin içtimaı mevkiine göre farklılaşırdı. En meşhuru ‘Dalyan muhaveresi’ gibi bazıları müstehcen olan bu muhavereler aşağıdakine benzer şekilde basmakalıp ifadelerin söylenmesiyle cereyan ederdi:

Hokkabaz-(Halkı selamladıktan sonra) Ehli canlar cemolunmuş, seyrolunsun meydanımız… Çıkaralım torbamızdan üç hokka yuvarlak. (Torbasından hokkaları çıkarır.) Sormuşlar gözbağlar mısın? Demişler ki ârifle ahmağı nerden bilirsin? Ârif oldur ki gördüğünü gördüm demez, bildiğini bildim demez, iğne deliğinden Hindistan’ı seyreder. Ahmak ise ‘Ale! Hokkabaz koydu yuvarlak, kaçırdı yuvarlak!’ Ârifi tek parmağım üzerinde oynatırım. (Yardağa seslenir) Ko ahmağı, senin gibi dırdır eylesin benim pehlivanım.[8]

Yardak-Buyur ustacığım…

Hokkabaz-Oğlum meydana gelir gelmez, başında bir daire belinde bir külah! Ne alıp veremezsin? Bir vaveyladır koptu!

Yardak-Bizim bahçeden de koptu…

Hokkabaz-Ne koptu?

Yardak-Mavi leylak!

Hokkabaz-Oğlum ne mavi leylağı, ne mor zambağı… Besteler bağlıyorsun, güfteler söylüyorsun… Bana bak, nedir bunun esbab-ı mucibesi?

Yardak-Bizim hocanın da kayboldu?

Hokkabaz-Neyi?

Yardak-Esbabıyla cübbesi!”[9]

Hokkabazlık gelir gelmez memleketimizde o kadar tutulur ki saray efradının dahi en rağbet ettiği eğlence türlerinden biri haline gelir. Meşhur tezkireci Gelibolulu Ali Bey’in 1582 şenliğini anlattığı manzumesinde hokkabazın yaptığı gözbağcılık oyunundan bahis vardır[10]. Rifat Bey, Sultan Ⅱ. Mahmud’un kızının düğününü naklettiği 1854 tarihli Surnâmesinde, düğündeki hokkabazlara ‘Der Tarif-i Hokkabazan’ isminde ayrı bir başlık açmış, hokkabazların hünerlerinden epey bahsetmişti[11].

Vaktiyle saray eğlencesi olan hokkabazlık, kendini taklit ettikçe, yeni oyunlar bulamadıkça gözeden düşer ve sadece çocukların sünnet düğünlerinde acıları hafifletmek için aranılan bir türe dönüşür. Hokka oyunu, yakından görülerek yapılan bir oyun olması münasebetiyle gittikçe kalabalıklaşan bir seyirci güruhu karşısında gösteri yapan hokkabazlarca zamanla terk edilir. 20. asrın sonunda hokkabazlık, zaten sadece bir çocuk eğlencesi haline dönüştüğünden artık oyun yapma neredeyse tamamen ortadan kalkar ve yalnızca unlu zurnaya üflemeden, tekme atıp yardakçıyı düşürmeden, Ortaoyunu ve Karagöz’dekine benzer (fakat onlardan çok daha bayağı) muhavere söylemeden, gelişigüzel tef çalınan bir gösteri türüne dönüşür. Teknolojinin bu basitlikleri hayli karşılaması sebebiyle de 21. asrın başında tamamen hayatımızdan çıkar. Buna rağmen 25 Şubat 2000’de vefat eden son Hokkabaz İhsan Dizdar’ın isminin oturduğu sokağa verilmesi, kabiliyetsiz sanatkârlar ve ilgisizlik sebebiyle tarihe gömülen bu sanatın bu haliyle dahi ülkemizde ne kadar kıymete şayan olduğunun ispatıdır. Öyle ya, Türk musikisinin en büyük kadın seslerinden Safiye Ayla’nın ismi dahi yaşadığı sokağa verilmeye lâyık görülmemiştir!

Meşhur Hokkabazlar

Ülkemizde nam salmış hokkabazların isimlerine baktığımızda, neredeyse tamamının unvanının ‘oğlu’lu bir isim olduğunu görürüz: Portakaloğlu, Karanfiloğlu, Yaprakçıoğlu, Bezazoğlu, Çiçekçioğlu, Yasefinoğlu, Endamoğlu, Boyacıoğlu, Markonunoğlu, Limoncuoğlu… Sermet Muhtar Alus bu unvandan azade tek hokkabazın Usta Kanarya olduğunu nakleder. 19. asrın sonundan 20. asrın başına değin sanatını icra etmiş bu hokkabazın lakabının oyuna başlar başlamaz kanarya gibi şakımasından geldiğini kaydeder[12]. “Halbuki içlerinde en az kelamlı, en ağır ve sahte vakarı o…”[13] diye de ilâve eder. Memleketimizdeki en meşhur töre komedisi piyeslerinin yazarı Musahipzade Celâl Bey de ‘Eski İstanbul Yaşayışı’ kitabında çok az kişinin icra ettiği bu sanatın Türk Yahudilerinin tekelinde olduğunu söyler. Sekiz-on şahsa münhasır hokkabazlar içerisinde tek Yahudi olmayanın, Karanfiloğlu isimli bir Ermeni olduğundan, onun da yardakçısı Boyacıoğlu’nun Musevi olduğundan bahseder[14]. Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisinde Sarılıkçı Bulgar Karısınınoğlu Vasil, Kirkor, Tatar Nuri, Kırmızı Burunlu Murad gibi Yahudi olmayan birtakım Hokkabazın ismini sayar. Bu hokkabazların hemen hepsi 20. asır hokkabazlarıdır ve pek şöhret sahibi değillerdir. Reşat Ekrem Koçu, şöhreti dünyaya yayılmış illüzyonistimiz Zati Sungur’u da hokkabazlar arasına koymuşsa da Sungur’un talebesi Sayın Sermet Erkin bu bilgiyi yalanlar ve “Zati Bey hayatında hiç hokkabazlık yapmamıştır…” diyerek doğrusunu nakleder. Yine Sermet Muhtar Alus, hokkabazlıkla iştigal eden Yahudilerin de hepsinin Balatlı olduğunu kaydeder. Buradaki müstesna da devrin en takdire şayan hokkabazı Ortaköylü Yasefinoğlu idi. Sermet Muhtar Bey, Yasefinoğlu’nun ufak-tefek, çevik, nazik, iyi giyimli, şık, edebe mugayir söz söylemeyen bir hokkabaz olduğunu ve “Ulan, herif, lan…” gibi sözler sarfetmediğini yazar[15]. Yardağı Çiçekçioğlu’nun dahi Portakaloğlu’ndan üstün bir sanatkar olduğunu nakleder. Boyacıoğlu ve Karanfiloğlu’nu da devrinin iyi hokkabazları arasına koyar.

Sermet Muhtar Bey’in 1940’lı senelere ait yazısında da ismi geçen Bohor Portakaloğlu ise sanatını en uzun süre icra eden hokkabazlardandı. Bu sanat bugüne değin kalmışsa bunda aslan payı 1970’lerin ortalarına kadar sürdüren Bohor Portakaloğlu’nundu. Topluluğumuzun kıymetli sanatkarı Sayın İzzet Bana’nın büyükbabası Şelomo Salamon Babani de Portakaloğlu’nun yardakçılığını yapmıştı. 1970’lerden sonra Türk Yahudi sanatkârların vefatı, yeni nesil Türk Yahudilerinin bu sanata rağbet etmemeleri sebebiyle tamamen Türk sanatkârlarının tekeline giren hokkabazlık, gün geçtikçe sadece söze ve şaklabanlığa dayanan bir sanat haline gelir. Hokka oyunu gibi ufak illüzyonların yerini birtakım tuhaflıklar alır. Hokkabaz Süleyman Gökgezer yardakçıları Toto Fahri Kabakçıoğlu ve Ali Topçuoğlu; Hokkabaz Hakkı Molla ve sonradan ayrıldığı yardağı Ali Küçük, devrin gazetelerine ilan veren hokkabaz heyetleri olarak karşımıza çıkarlar. Son Hokkabaz İhsan Dizdar, Yahudi yardağı Rifat Gürtaş ve Kemal Bey’le 2000 yılına kadar bilhassa sünnet salonlarında temsile çıkmıştır. Zamanında yazlık bahçelerde, büyük konaklarda, meşhur kahvelerde, avlularda, derneklerde, düğünlerde ve şenliklerde varlık gösteren hokkabazlığın sünnet salonlarına hapsolması, yalnız hürriyetini değil halkın ona rağbetini de elinden almıştır…

Son hokkabazlar sadece hokkabazlık yapmamış, iaşelerini temin edebilmek için Karagöz ve kukla oynatmış, ortaoyununa çıkmış ve hatta meddahlık bile yapmışlardır. Portakaloğlu, Gülhane Parkında kukla oynatmıştı. İhsan Dizdar, Zeki Alpan’ın ortaoyunu kumpanyasında Pişekâra çıkmış, zaman zaman meddahlık da yapmıştı.

İçtimaî Hayattaki Tezahürü

Maalesef hokkabazlığa Türk tiyatrosu türlerinin en bahtsızıdır desek hata etmiş olmayız. “Ortaoyunu oynama!”, “Tiyatro yapma!”, “Burasını çadır tiyatrosuna çevirdiniz!” gibi halka mal olmuş deyimlerden gayet tabii anlaşılacağı üzere içtimaı hayatta devamlı bir küçük görme vasıtası olarak kullanılan tiyatronun ve diğer türlerinin de ötesinde hokkabazlık; tiyatro sanatı türleri içerisinde en aşağı mertebeye konulup, düpedüz bir maskaralık olarak bilinmiştir. Öyle ki bu sanatı icra edenlerin dışında, mesela halk arasında sevilmeyen birisine de hokkabaz denmiş, üçkâğıtçılık yapan birisine de, dolandırıcıya da… Bu da sanatın halk hafızasındaki kıymetini zayıflatmış ve beğenilerek seyredilse de icra etmek isteyenlerin bu sanata tereddütle yaklaşmalarına sebebiyet vermiştir. Hulki Saner’in rejisörlüğümü yaptığı 1965 yapımı ‘Soytarı’ filminde ip cambazı Ethem (Sadri Alışık), ailesini geçindirebilmek için İsmail Dümbüllü ve Vahi Öz’e hokkabazlıkta yardakçılık yapar. Onu seyreden oğlu, babasının düştüğü tuhaflıklara herkes güldüğü halde acır ve babasından utanır. Cem Yılmaz, bu filmden takribi kırk sene sonra çektiği filminde, illüzyon sanatında bir türlü rüştünü ispat edemeyen İskender’in hikayesini, beceriksizliğinin altını iyice çizmek için, ‘Hokkabaz’ ismi altında işler. Sadece İstanbul ve çevresinde değil, ülkenin hemen her yerinde hokkabaz kelimesinin kullanımı bir nevi aşağılama vasıtası şeklinde sirayet etmiştir. Memleketimizin, 20. asırda yetiştirdiği en meşhur halk ozanlarından Şeref Taşlıova, Murat Çobanoğlu ve İlhami Demir’in yapmış oldukları bir atışmanın sonunda, mahlasının geçtiği dörtlükte Şeref Taşlıova, rakiplerini mat etmek için bile hokkabazlığın gülünçlüğünden yardım alır: “Şeref der ki aşktır sinemi yakan / Töhmetli sözlerdir gönlümü yıkan / İlhami’ye baksan bir kara diken / Murat gibi hokkabaza ne deyim?” Bu sanatın yaratıcıları Türk Yahudileri arasından dahi bir zaman sonra hokkabaz çıkmaz olmuş, hokkabazlığı icra edenler de etrafındakilerin baskısına maruz kalmış ve başka mesleklere yönelmiştir. Bu hor görme hokkabazlığın sonun hazırlamış ve İhsan Dizdar’ın 2000’deki vefatıyla hokkabazlık sanatı tarihe karışmıştır.

Yaşaması İçin Ne Yapmalı?

Hokkabazlığın Türk temaşasının mühim bir kolu olarak muhafaza ve icra edilmesi, kültür tarihimiz adına şarttır. Her ne kadar hokkabazlık sanatı, fiili olarak tarihe karışsa da elimizde hokkabazlıkla alakalı epey bir evrak ve dolayısıyla malumat bulunmaktadır. Devrin meşhur hokkabazlarını seyretmiş ve hatta bir kısmıyla beraber çalışmış sayın Sermet Erkin gibi sanatkârlarımız şükür ki hâl-i hazırda hayattadırlar. Onların tecrübelerinden ve sanatlarından istifade edilebilmelidir. Kütüphanelerimizdeki kitap ve mecmua ciltleri arasındaki hokkabaz muhavereleri okuyucularını beklemektedir. İçimizde yeni oyunlar ve muhavereler çıkartabilecek kabiliyetlerin bulunduğunu söylemek içinse müneccim olmaya lüzum yoktur! Bu sanatın, daha doğrusu Türk Yahudilerinin Türkiye yolculuğunun en yakın şahidi olan bu sanatın varlığı, bir bakıma Türk Yahudilerinin de bu memleketteki varlığı manasına gelir. Sırf bu hususiyeti sebebiyle dahi bilhassa Türk Yahudilerinin, hokkabazlığa sahip çıkmaları elzemdir. Farz-ı muhal; dernekler vasıtasıyla toplantılarda, buluşmalarda veya eğlencelerde hokkabazlık sanatı gösterilerek yeni nesle aşinalık kazandırılabilinir. Hemen olmaz denilmesin, hokkabazlık öyle bir sanattır ki tıpkı Karagöz gibi icra edildiği her ortama kolaylıkla ayak uydurup, o ortama münasip bir gösteri haline dönüşür. Mizahın, sanat kuvvetinin ve illüzyonun bileşimi olan bu sanat inanınız ki seyircilere en keyifli dakikalar va’dedecek sanattır. Sizce asıl maskaralık bu sanatı icra etmek midir, yoksa koruyamamak mıdır?

            Bittiler artık ne sohbet var ne saz,

            Yapmıyor yıllardır oyun hokkabaz…

            Eğlenirken eskiden onlarla biz:

            Şimdi stres, gam, keder, yas oldu haz!

Teşekkür: Elindeki hokkabazlıkla alakalı fotoğrafları, evrakı ve engin bilgisini paylaşan, meşhur illüzyonistimiz sayın Sermet Erkin’e yürek dolusu teşekkür ederim. Bu yazı sayelerinde çıkmıştır desem mübalağa etmiş olmam. Elindeki birçok fotoğrafı ve hatıralarını paylaşma nezaketi gösteren topluluğumuzun kıymetli sanatkârı İzzet Bana’ya da bir teşekkür azdır. Gene merhum İhsan Dizdar’ın çırağı sayın Alpay Ekler’e de İhsan Dizdar’ın muhaveresini paylaştığından ötürü teşekkür ederim.

 



[1] Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, sayfa 198

[2] Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, sayfa 198

[3] Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 4- Leyla İpekçi, İhsan Dizdar ropörtajı

[4] Sermet Muhtar Alus, İstanbul Yazıları, sayfa 169-170

[5] Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, sayfa 200

[6] Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, sayfa 200

[7] Sermet Muhtar Alus, Eski Günlerde, sayfa 106-111

[8] Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, sayfa 205

[9] İhsan Dizdar’ın oynadığı şekliyle nakleden Alpay Ekler

[10] Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, sayfa 202

[11] Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, sayfa 202

[12] Sermet Muhtar Alus, İstanbul Yazıları, sayfa 168

[13] Sermet Muhtar Alus, İstanbul Yazıları, sayfa 168

[14] Musahipzade Celal, Eski İstanbul Yaşayışı, sayfa 69

[15] Sermet Muhtar Alus, İstanbul Yazıları, sayfa 169

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün