Galerist, Kendell Geers’in yeni eserlerinden oluşan ‘Cennet’ten Ateşi Çalmak’ isimli İstanbul’daki ilk kişisel sergisine 13 Temmuz tarihine kadar ev sahipliği yapıyor. Sergide, yaşamını Belçika’da sürdüren sanatçının yeni tuval işlerinin yanı sıra, kâğıt üzerine çalışmalarından ve sanatçı ile özdeşleşen heykellerinden bir seçki sunuluyor
“İstanbul’un barındırdığı yoğun ruhani gelenekler ve kadim kültürler beni her zaman kendine çekmiştir. Kahve telvelerindeki gizli mesajlardan tarot kartlarına, dökülen kurşunlardaki soyut şekillerden İncil ve Kuran’a, batıl inançların ve folklorun birleştirici gücüne, Göbekli Tepe’den Ayasofya’ya, ruh, inanç, tasavvuf ve simya halen, bir zamanlar Constantinople olarak adlandırılan bu şehrin yaşayan gelenekleridir.”
Bu sözler, İstanbul’daki ilk kişisel sergisini Galerist’te açan Güney Afrikalı sanatçı Kendell Geers’e ait.
Ateş her şeyin bazıdır. Bu nedenle Prometeus mitolojisinden beri tanrılarla ve cennetle bağlantılanır; ama aynı zamanda çalınmıştır, cehennem ve şeytanla alakalıdır. Ateş, çağlar boyunca ısı ve ışık kaynağı olduğundan tanrısallaştırılmıştır. Yaratıcı ve iyileştiricidir; ama aynı zamanda yok edicidir. Aslında yaşam her ikisinin arasında, yaratım anı ile yok oluş arasında gerçekleşmektedir. Yok oluş, varoluşla başlayan sürecin tamamlanmasıdır. Süreç başladığı yerde son bulacaktır. Sürecin tamamlandığı nokta, bu dünyada deneyimlediğimiz düalitenin de sona erdiği, çemberin kapandığı başlangıç/ bitiş noktasıdır.
Çocukluğunu Apartheid Güney Afrika’sında geçiren, bu nedenle de ötekileştirmenin, sınırların ve sosyo-politik sınırlamaların içine doğan sanatçının sergisine doğru yol alırken bunlar geçiyordu aklımdan. Doğrusu ya, kendisini tanımıyordum henüz. Eserlerini daha önce görmemiş, herhangi bir ortamda okumamıştım. Kendisinden dolayı değil, ilgisizliğimden ötürü olsa gerek. Geers’le olamasa da eserleri ile ilk tanışmam oldu ‘Cennet’ten Ateşi Çalmak’ sergisi.
Bir Türkçe sözlü çalışması karşılıyor galeride izleyiciyi. Meğer her lisandaki en uzun kelime ile ilgili bir serinin İstanbul için hazırlanan versiyonu imiş. Bir taraftan okumaya çalışırken, diğer yandan düşünmeden edemiyor insan: “Hangi kelime Türkçe’nin en uzun sözcüğü?” “Muvaffakiyetsizleş- tiricileştiriveremeyebileceklerimiz- denmişsinizcesine”. Neredeyse bütün bir cümle. Okuması bile zor. 84x105 cm bir tabloya sığmış.
Derken devam ediyorum sergiyi gezmeye. Bir toplantı öncesi, biraz acele ama bolca da merakla. Tuvaller, kâğıt üzerine çalışmalar ve heykellerden oluşan bir sergi. Dikenli teller üzerine kurulu. Dikenli tellerin sınır belirleyiciliği ve geçişi engelleyici özelliği, kâğıdın kırılganlığında düaliteye taşıyor yine beni. Dışarıda tutulandan korunma amaçlı kullanılan dikenli teller, içeride olanın yaşam alanını sınırlayan, bir anlamda hapseden bir maddeye dönüşüyor aynı anda. Oysa ışık; ilk andan itibaren dikenli tellerden bile önce dikkatimi çeken bir ışık yayılıyor tellerin içinden izleyiciye doğru. Yaşam boyunca biriktirdiğimiz korkularımız ve bilinmeyenden korunma adına kendimizi çevrelediğimiz ‘sakınma’ duvarlarının içinde, her şekilde özümüzün ışıldamaya devam etmesi gibi. Bir taraftan da okuyorum elimdeki tanıtıcı yazıyı: “Soğuk çeliğin şiddeti, yaratım-yıkım ile düzen kaosun narin ve tekinsiz bir dengede var oluşunun farkındalığını taşıyan totemsel bir ambleme dönüşüyor. Bu resim ve desenler, ruhun maddeleştiği ve maddenin ruhsallaştığı birer geçittirler.”
İlk bakışta dikkati çeken şiddet, sergide gezindikçe azalıyor; yaşam yolunda dikenlerden yara alarak da ilerlese insan, yolun sonunda yaraların iyileştiği, yaşamın bir huzur ve şifaya dönüştüğü kendi ışığına varıyor.
‘Cennetten Ateşi Çalmak’ sergisi, 13 Temmuz’a kadar Galerist’te gezilebilir.