Bundan tam 43 sene evvel sabah saatlerinde İsrail Başkonsolosluğuna giderken Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) üyeleri Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir tarafından kaçırılıp birkaç gün sonra da Nişantaşı’nda bir evde sabaha karşı şakağından vurularak öldürülen merhum İsrail İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’u hatırlıyor musunuz? Polonya seyahatim öncesi Efraim Elrom denince aklıma yaşıtım birçoğumuzun bildiği kadarıyla 1970’li yılların darbeler döneminde kalan ve bizden evvelki kuşağın sağ-sol çatışmasında kurban verdiği bir dindaşımız gelmekteydi. Efraim Elrom’un Nazilerin en büyük savaş suçlularından Eichmann’ı yakalamış ekipte olduğunu öğrendiğimde ise geçmişin karanlık sayfalarında kalmış bu suikastı ve Elrom’un hayatını araştırmaya karar verdim. Yoğun gündemden dolayı bu yazıyı Elrom’un katledildiği 22 Mayıs tarihine yetiştiremesem de yakın tarihimize bir nebze ışık tutup bu vesileyle de o dönem yaşananları Türkiye – İsrail ilişkileri bağlamında hatırlatmak arzusundayım.
Efraim Elrom 1911 yılında Polonya’da doğdu. Küçük yaşlardan itibaren aktif olan Elrom ilk olarak Yahudi izci hareketi ‘Menorah’da görev aldı. Prag’da mekanik mühendislik eğitimi alıp buradan Filistin’e göç etti. O dönem İngiliz mandası altında bulunan bölgede kısa sürede emniyet müdürlüğüne atandı.1959 yılında Eichmann’ın yakalanmasında aktif rol alarak, sorgusunda da bizzat bulundu. Ölümüne kadarki iki yıllık sürede İsrail İstanbul Başkonsolosluğu görevini üstlendi. Elrom suikastında on beş THKPC üyesi direkt veya dolaylı yoldan olaya karışmaktan suçlu bulundu. Peki, Elrom gerçekte neden öldürülmüştü? Dönemin ulusal basını Elrom’un sadece Amerikan emperyalizmi ve buna bağlı olarak İsrail’in politik bir figürü olduğu için seçildiğini yazmıştı. Geçmişte Siyonist hareketlerde aktif rol alması, dönemin Bugün gazetesi gibi antisemit yayınlarında da açık hedef gösterilmesi de bu sonu hazırlamıştı. Kimi yabancı kaynaklara göre de Elrom örgütün Ortadoğu bağlantılarına bir sadakat olarak özellikle seçilmişti. Elrom kaçırıldıktan sonraki süreçte dönemin Başbakanı Nihat Erim açıklamasında, “Bu eylemi yapanların Türk olamayacağını, bunun Türk onuru ve Türkçülük ile bağdaşmadığını,” belirtmişti. Bülent Ecevit ise “Bu eylem ile saldırganlar sadece kendilerine ve kurbanlarına değil milletimize ve demokrasimize de yara verdiler,” açıklamasını yapmıştı. Türk yetkililer Elrom’un “Türklük değerleri” göz önüne alınarak katledilmeyeceğine ikna olmuşlardı. Militanların taleplerinin verilen ültimatomla reddedilmesi, sonrasında ev ev başlayan arama operasyonu ve sokağa çıkma yasağı olumlu sonuç vermemiş ve 22 Mayıs sabahı Elrom’un cansız bedenine Nişantaşı’nda bir evde ulaşılmıştı.
Elrom’un suikastından sonraki süreçte 30 Mayıs günü kaçırılan 14 yaşındaki Sibel isimli bir kızın kurtarılması esnasında Elrom suikastına katılanların bir bölümü öldürüldü. Kızıltepe Operasyonu ile de aralarında Elrom’a kurşun sıktığı iddia edilen Mahir Çayan ve diğer tüm aranan zanlılar ölü ele geçirilirken operasyondan sağ kurtulmayı başaran tek kişi ise sonrasında hapis cezası alan şu anki BDP Eş Başkanı Ertuğrul Kürkçü olmuştu.
Elrom’un suikasta uğradığı tarih 22 Mayıs Nazi canisi Adolf Eichmann’ın Arjantin’de yakalanıp İsrail’e uçakla kaçırılmasından tam bir gün sonrasıdır. Elrom suikastı ile ilgili birçok detay halen aydınlanmamıştır. Bu iddialardan birisi de DHKPC üyelerinin bir diğer Nazi canisi,140.000 Yahudi’nin ölümünden sorumlu Drancy Kampı komutanı ve Eichmann’ın asistanı Alois Brunner’den aldıkları yardım karşılığı bu suikastı düzenledikleridir. Buna göre Alois Brunner Suriye’ye kaçmadan evvel uzunca bir süre İstanbul’da Almanya Konsolosluğu karşısında Gümüşsuyu’nda bir evde saklanmıştır. Suikast sonrasında da yakalanma riskine karşılık Suriye’ye yerleşmiştir. İki kez kendisine gönderilen bombalı mektuplardan yaralı kurtulmayı başarmış ve ancak şu an hayatta olmadığı tahmin edilmektedir. O dönemde yaşanan bu krize rağmen Elrom’un cenazesinin nakil işlemleri sırasında ve suikastın faillerinin arama sürecinde Türk yetkililerinin gösterdiği hassasiyet, vatandaşların masum bir kişinin ölümüne gösterdiği tepki bu olayın iki ülke ilişkileri açısından tüm halka var edilemeyecek bireysel bir saldırı algısında kalmasını sağlamıştır. Türkiye her dönemde olduğu gibi Elrom olayı öncesi ve sonrasında da İsrail ile ilişkilerinde Arap dünyasının baskısı ve kendi çıkarları arasında karar vermekte zorlanmış ve bilindiği üzere son yaşanan gelişmelere kadar da bu durum devam etmiştir. Elrom cinayeti ile ilgili yine farklı iddialardan Talip Doğan Karlıbel’in ‘Kaçak Naziler ve Mossad Mahir Çayan Olayı ve Kızıltepe’nin İç Yüzü’ isimli kitabında da bahsedilmektedir.
Nasıl ki yıllarca Arjantin’de ustalıkla gizlenmeyi başarmış Nazi canisi Adolf Eichmann oğlu Nicolas’ın Yahudi olduğunu bilmediği Sarah isminde bir kız arkadaşına asıl kimliklerini açıklaması ile kendilerini ele vermiş ve sonrasında ustaca bir operasyon ile yakalanmışsa, her gerçek er ya da geç gün yüzüne çıkacaktır. Barışı savunanların elleri kana bulaşmamış insanlar olduğu, hiçbir evladın ya da eşin bir ideoloji uğruna öldürülmediği bir hayat dileğiyle…