Yaklaşık 500 senedir Osmanlı Devleti ve Türkiye’nin engelleyebildiğini, son kırk senedeki dış politikasıyla ABD adeta hediye etti.
Tarihten bilindiği üzere çarlık döneminden beri Rusya’nın en büyük hülyası sıcak denizlere inmek ve ticaret yollarını kontrol etmek olmuştu. Akdeniz’de istediği gibi hareket etmek Rusların en büyük hülyasıydı. Rusya, yaklaşık altı asır sonra bu büyük rüyasını, IŞİD’i bahane ederek gerçekleştirdi.
Osmanlı, yüzyıllar boyunca Rusya’nın bu rüyasını engellemek için çarpışmış ve neticede Rusya’nın da baskılarıyla yıkılma noktasına gelmişti. Yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise Komünist Rusya’nın önündeki en büyük engel olmuştu. Montreux Anlaşması ile ticari olarak Akdeniz’de varlık gösterebilen Rusya, askeri olarak ancak limitli olarak bulunabiliyordu.
Her şey aslında yaklaşık 40 sene önce Afganistan’da başladı. Komünizmi en büyük düşman olarak gören ve o şekilde tanıtan ABD, 70’li yıllarda Afgan hükümetine karşı yerel terör örgütlerini dini motifleri kullanarak organize edip beslemeseydi acaba sonrasında, Taliban, El Kaide ve bugün IŞİD ortaya çıkar mıydı?
Afganistan komünistleşmiş olsaydı bile günümüz koşullarında orada komünizm kalır mıydı? Yoksa Kazakistan benzeri bölgenin ihtiyaçlarına daha uygun bir model mi çıkardı ortaya? Peki, İran bu kadar güçlü olur muydu?
İşin en garip tarafı ise, ABD’nin komünist olmaktan ‘kurtardığı’ Afganistan’a sonunda kendisinin saldırmak zorunda kalmış olması. Üstelik ABD’deki 11 Eylül saldırıları Afganistan’da planlandı. İstanbul’da, Londra’da ve dünyanın birçok yerinde olan terör saldırılarının hepsini de El Kaide yine Afganistan’da planladı. Ve sonunda Usame Bin Ladin Afganistan’ın komşusu Pakistan’da bir canlı yayında ortadan kaldırıldı. Kendi kazdığı kuyuya kendi düşmüş oldu.
Suriye’ye baktığımızda, stratejik ve doğal kaynaklar açısından ABD için pek ilgi çekici bir bölge değil aslında. Suriye için savaş kaynağı yaratmak, sebep yaratmak da gerçekten zor. Hele başında Obama gibi savaş korkusu olan bir başkan varken, ABD’nin Suriye’ye ciddi anlamda askeri bir müdahalesi imkânsız.
Oysa Rusya için durum tamamen farklı. Suriye’de şu an yaşananlar, Rusya’nın en büyük rüyasına, ardına kadar açılan bir kapı niteliğinde. Suriye Başkanı Esad ve ailesi komünist Rusya ile de, şimdiki Rusya ile de son derece iyi ilişkiler içerisinde. Rusya’nın Suriye’ye gelmesini Esad rejimi zaten istemekteydi. İki taraf için de kazan-kazan bir durum oluştu hiç şüphesiz.
ABD’nin yarattığı ama en sonunda başa çıkamadığı terör canavarının mutasyona uğramış son hali olan IŞİD ile savaşmak bahanesiyle Rusya, Suriye’ye asker gönderdi. Artık Suriye’nin ‘Rusiye’ olduğunu rahatlıkla kabul edebiliriz. Neden derseniz, Suriye Afganistan’a benzemez, Ruslar da Amerikalılara hiç benzemez. 600 senedir girmeye çalıştıkları Suriye’den öyle kolay kolay çıkmazlar.
XIX. yüzyılda sadece Kıbrıs adasına talipken, XXI. yüzyılda koskoca Suriye önlerine bir tepsi gibi serildi. Hem de kör gözüne parmak dercesine, kimsenin gerçek, ciddi bir itirazıyla karşılaşmadan. Bir gerçek var ki, IŞİD ne kadar güçlü olursa olsun Rusya’ya karşı fazla varlık gösteremez. Öte yandan an itibariyle Suriye konusunda bir adım atmadan önce çok daha dikkatli düşünmesi gereken artık Avrupa’dır, ABD’dir. Mesela, Rusya’nın Suriye’deki varlığı bilinirken, Fransa veya ABD Moskova’nın oluru olmadan, Libya’ya yaptıkları gibi askeri bir müdahale yapabilir mi? Hiç sanmam.
Ve bir yıldönümü daha. Geçtiğimiz hafta 11 Eylül anıldı. Tam 14 yıl geçti dünyayı derinden sarsan terör saldırılarından. Olanlara bakıldığında, Irak işgali örneğinde olduğu gibi, birçok kez ABD’nin gereksiz müdahalelerinin sonucunu en ağır yine kendisinin ödediği görülüyor. Ve durup düşünmek lazım. ABD gerçekten hür düşünceden yana olabilseydi, komünizmden ve Ruslardan -sanki bir öcüymüş gibi- korkmasaydı, bugün Türkiye, eskiden Kuzey komşusu olan Rusları, bu kadar sıkıntılı bir zamanda, Güney komşusu olarak -hem de Akdeniz’de- bir anda karşısında bulur muydu? Ne demiştik; ‘Rusiye’ye hoş geldiniz.