Sn. Cumhurbaşkanı’nın bir dış gezi dönüşü esnasında İsrail ile ilişkiler bağlamında uçakta verdiği ılımlı mesaj Türk dış politikasında köklü bir değişimin olacağı izlenimini uyandırmamıştı.
Kafalarda “Acaba?” sorusunun uyanmasına sebep olan, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Sn. Ömer Çelik’in “İsrail Devleti ve İsrail halkı Türkiye’nin dostudur” ifadesi oldu.
Senelerdir, mukaddesatçı basın ve medya tarafından radyasyon misali İsrail ve Yahudi aleyhtarı beyin yıkamasına maruz kalan yandaş kamuoyu, buna en az sokaktaki adam kadar şaşırdı.
Bunların bir kısmı bazı Kur’an ayetlerini ve meşhur Garkad Ağacı Hadisini ileri sürerek isyan etti. Muhalefet basınıysa One Minute ve Mavi Marmara hadiselerini hatırlatarak Sn. Çelik’in şahsında AKP’yi tutarsızlıkla itham edip şiddetle eleştirdi.
Sn. Çelik’in uvertürüyle yandaş kamuoyunun nabzı yoklandıktan ve ilişkilerin düzeltilmesine karşı olanların eteklerindeki taşları dökmeleri sağlandıktan sonra Sn. Cumhurbaşkanı’nın “İsrail bölgede Türkiye gibi bir ülkeye muhtaçtır. Bizim de İsrail’e ihtiyacımızın olduğunu kabul etmemiz lazım” beyanı bu ilişkilerin yeniden tanımlanacağı konusunda kesin bir işaret olarak algılandı.
Diğer bir deyişle, bir re-kalibrasyon’u aşan bir reset’in söz konusu olması muhtemel görünüyor.
Bu AKP’nin dünya görüşünün (ideolojisinin) veya olaylara bakış ve onları değerlendirme kıstaslarının (paradigmasının) değiştiği anlamına gelmiyor.
Bu ‘reset’in ortalığa paldır küldür dökülmesi, yani AKP’nin mevcut İsrail siyasetinden 180 derece tornistan etmesinin, Türkiye’nin bekasına ilişkin ‘Acil ve yakın tehdit’ algılamasının bir neticesi olduğunu var saymak gerekiyor.
Yoksa seçmenini bir arada tutmaya yarayan İsrail öcüsüyle aynı kanepeye oturmanın alınacak 20 milyon dolar tazminat ve ancak en erken üç yıl zarfında gerçekleşebilecek İsrail gazıyla veya Gazze’ye yardım aşkıyla izah edilmesi akla yakın gelmiyor. Daha ciddi bir şeyler olmalı!
Acaba neler oluyor?
Rusya ile ortaya çıkan anlaşmazlığın önemli bir boyutu, kaçak Kürt ve IŞİD petrolünün piyasa fiyatlarının çok altında pazarlanarak zaten yerlerde sürünen petrol fiyatlarının ‘normal’ seviyelere gelmesine yardımcı olmaması ve Rusya’nın kontrollü bölgesel bir çatışmanın petrol fiyatlarını yükselteceğine olan inancına ilişkin algı. Rusya sadece petrol taşıyan TIRları değil üretim tesislerini de bombaladığından bu algı bir dereceye kadar doğrulanmış oluyor. Ancak, Türkiye ve Rusya’nın ticari menfaat ortaklığı, ilişkilerin uzun zaman donuk kalmayacağı konusundaki ümitleri canlı tutuyor.
Dahası, Rusya’dan özür dilemek İsrail politikasında değişiklik yapmaktan hem daha kolay hem daha kârlı! O zaman “Neler oluyor?” sorusunu yinelemek gerek!
Bölgesel çelişkilerin birincil fay hatlarına ilişkin tespitler:
1- Şiî - Sünnî
2- Acem - Arap
3- Arap - İsrail
4- Rus - Amerikan
İkincil fay hatlarına ilişkin tespitler:
A- Suudi Arabistan - İran
B- Türkiye - İran
C- İsrail - İran
D- İsrail - Filistin
E- Araplararası (örnek: Hamas - FKÖ)
Bu perspektifte esas sorunsalın İran’la ilgili olduğu ileri sürülebilir.
Şöyle ki, ABD ve Batı Avrupa, nasıl uygulanacağı ve denetleneceği belirsiz bir nükleer anlaşma karşılığı İran’la ticaret kapılarını açmaya, onun kısa vadede nükleer bölgesel bir güç haline gelmesine göz yummaya karar vermiş ve İsrail’i İran’a ‘önleyici’ bir saldırı yapmaması konusunda ciddiyetle uyarmış bulunuyorlar.
Bu durumda, ABD’nin liderliğinden yoksun kalmış olan ABD müttefikleri Mısır, Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail’in İran’dan algıladıkları tehdidin, Rusya’nın da İran’la saf tutması neticesinde ete kemiğe büründüğünü tespit etmek mümkün oluyor.
Suudi Arabistan liderliğinde kotarılmaya çalışılan İslam gücünün aslında Sünnî güç olduğu ortaya çıktı. Suudi-İran gerginliğinin de bu çerçevede değerlendirilmesi gerekiyor.
Sorulması gereken sorular
Sorulması gereken soruların ilki, İsrail’in ABD’ye yaptırmaya muvaffak olamadığı İran müdahalesini Suudi Arabistan’ın bir oldu-bitti’ye getirerek ABD’yi ilzam etmeyi becerip beceremeyeceği veya buna karar verip vermediği.
Rejimine yani bekasına acil ve yakın tehdit algılayan Suudi Koll. Şti. böyle bir adım atar mı?
Atarsa ABD onu İran’ın pençesine bırakır mı? Bu durumda Türkiye ve İsrail bu denklemin neresine oturacaklar? Oturmaları şart mıdır?
Bekleyelim ve görelim!