Kasım Pogromunda belli olmuştu: Yıllardır özenle beslenen ırkçılık kendini en acımasız şekilde göstermiş, toplumun genelini Yahudilere karşı gittikçe artan bir kayıtsızlık ele geçirmişti. Bu durum, ileriki senelerde, Avrupa’nın, eşi benzeri görülmemiş bir insan avına sahne olmasına neden olacaktı.
1 Eylül 1939… Uzun zamandır savaşa hazırlanan Alman ordusunun Polonya sınırını aştığı o güne kadar gelişen olaylar, yaşlı kıtayı bekleyen gelişmeleri bağırmaktaydı…
1938 Eylülündeki Münih Konferansında, Britanya Başbakanı Chamberlain ile Fransız Başbakanı Daladier’nin Hitler karşısındaki etkisiz tutumları, Führer’e Avrupa’daki Alman tasarruflarına çok ses çıkartmayacakları izlenimini verir. Bir yandan ordu ciddi anlamda silahlanır insan gücünü arttırmaya devam ederken, Münih’teki sarı ışıktan ilham alan Hitler, Südet bölgesinin ilhakından birkaç ay sonra - Mart 1939’da - Çekoslovakya’yı çökertir… Avusturya’dan sonra, burası da askeri bir girişim olmaksızın Nazi kontrolü altına girmiş olur. Daha sonra Baltık ülkelerindeki bazı Alman azınlıkların hakkı aranacak, sıra Rusya’da Volga kıyılarına savrulmuş etnik Almanlarınkine gelecektir; derken, Danzig’den söz edilmeye başlanacaktır.
Nasyonal Sosyalizm, Alman ırkına orta ve doğu Avrupa’da bir yaşam alanı sağlamak azmindedir. Nazi Partisinin egemen olduğu topraklarla sınırdaş olmayan Sovyet Rusya’sı, Hitler’in girişimlerini kaygıyla izlemektedir. Almanya’nın 1936’dan itibaren Japonya ve İtalya ile temellerini attığı ve savaş öncesinde olgunlaşmaya başlayan Miğfer Paktı, batı dünyasında soru işaretlerini çoğaltmış, I. Dünya Savaşında olduğu gibi, Almanya’ya karşı İngiliz, Fransız, Rus ittifakı konuşulur olmuştur.
Gelin görün ki batılı başkentlerin aşmaları gereken büyük bir tedirginlik vardır. Rusya artık Çarlık Rusya’sı değildir. Bolşevik Devrim ile başlayan Sovyet modeli, Almanya kadar Fransa ile Britanya’yı da tedirgin etmekte, başkentlerin etkili çevrelerinde korku salmaktadır. Hiç şüphesiz Chamberlain ile Daladier’nin Münih’te sergiledikleri düşük profilin altında, Alman toprak derinliğini ve Hitler’in bitmek tükenmek bilmeyen taleplerini, kendileri ile Stalin arasında koyma amacı vardır, biraz da!
Politikasını ırkçılık ve güç eksenlerine oturtan Nasyonal Sosyalist ideolojinin saldırganlığı karşısında nafile ittifak arayışı ile 1939 yılının yaz aylarına gelinir. Londra ile Paris, Moskova ile aynı amaca doğru yürümeyi ve Hitler’in saldırgan tutumu karşısında birlikte hareket etmeyi bir türlü formüle edemezler. Hele hele Stalin’in İspanya’daki savaşta taraf olması kafaları iyice karıştırmıştır… Hitler’in desteklediği General Franco iç savaşı kazanmamış olsaydı Cumhuriyetçiler, Bolşevizm’in bölgedeki temsilcisi olacak mıydı?
Çekoslovakya’nın başına gelene benzer bir ‘oldu bitti’ ile karşılaşmaktan çekinen - hatta belki de korkan demek daha doğru olur - Polonya, 1939 yazında bir pakt oluşturma telaşındadır. Böylesi bir anlaşmayı Sovyet Rusya ile yapmak mantıklı gibidir. Ancak Varşova’daki karar alıcılar, bunun bir intihar olacağı kanısındadırlar. Londra ile Paris’in bu yöndeki telkinleri, Almanya’yı kıskaca alacak bir dolaylı birlikteliğin kurulması yönündedir: Batıdan Britanya ile Fransa, doğuda Polonya ile Sovyet Rusya, Hitler’in çıkaracağını bağıra bağıra ilan ettiği savaşta, onu çift taraftan marke edebilecektir.
Ancak Polonya Hitler’den çekindiğinden daha çok Stalin’den tedirgindir. Polonya Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı Mareşal Rydz-Smigly’nin kendisini ziyaret eden Varşova’daki Fransız Büyükelçisine dediği gibi, “Almanlarla özgürlüğümüzü kaybetme riskine giriyoruz. Ruslarla ise ruhumuzu kaybediyoruz…”
Kağıt üzerinde paylaşım
Tam da bu sıralarda, bir Fransız heyeti Rus başkentinde olası bir ittifakın görüşmelerini sürdürürken, Alman Dışişleri Bakanı Joachim Von Ribbentrop 23 Ağustos’ta Moskova’ya gelir ve Sovyet meslektaşı Vyaçeslav Molotov ile Kremlin’deki bürosunda buluşurlar. Bunu takip eden üç saat içinde, Almanlarla Ruslar hem bir saldırmazlık paktı üzerinde anlaşır hem de maddeleri gizli tutulacak ek bir protokolü imza altına alırlar. Daha sonradan anlaşılacağı üzere ek protokol Polonya’nın iki ülke arasında taksim edilmesi ile ilgilidir… Ayrıca yine protokol uyarınca Finlandiya, Letonya ve Estonya Rusya’ya; Litvanya ise Almanya’ya gidecektir. Geleceğin ganimetleri önceden paylaşılmaktadır, adeta... Tarafların bu coğrafya üzerindeki çıkarları, ideolojik açıdan amansız düşman olarak gözükmelerine rağmen onları bir araya getirmiş olur böylece…
Saldırmazlık paktının ilanı dünya genelinde ciddi bir dalgalanma yaratır. O güne dek Sovyet sistemine prim veren Avrupa solu kendini ihanete uğramış hisseder. Bunların başında elbette, Nasyonal Sosyalizme canları pahasına karşı çıkan Alman solundan geriye kalanlar vardır. Stalin’in Hitler ile aynı kağıda imza atması, bu insanların yıllar boyu güç aldıkları dünya hayallerini yerle bir eder. Büyük bir hayal kırıklığı söz konusudur…
1933’te Nazi Partisinin iktidara gelmesi ile Alman komünistlerinin ülkelerinden Sovyetler Birliğine kaçan bölümü için de durum tam bir şok etkisi yapmıştır. Almanya ile bir saldırmazlık paktı imzalanması, ‘sözleşme taraflarından hiçbiri, doğrudan ya da dolaylı olarak diğer tarafa karşı bir güç grubunda yer almayacak’ şeklinde bir maddede mutabık kalınması, Sovyet dışişleri politikasının tümüyle değişimi demektir.
Önceki savaşta Çarlık Rusya ile Almanlara karşı çıkar birliği yapmış Britanya ile Fransa da, Polonya da Stalin’i yeteri kadar dikkate almamanın pişmanlığı içindedirler. Son anda, Varşova’yı kurt kapanından kurtarmak amaçlı bir anlaşma imzalarlar kendi aralarında. Britanya ve Fransa ile yapılan anlaşmanın, daha mürekkebi kurumadan, nafile bir çaba olduğu acı bir şekilde görülecektir. Polonya, kısa zamanda batıdan Alman, doğudan Sovyet ordusunun saldırısı ile ikiye bölünecek, Varşova düşecektir.
“Varşova’da piyanist Vladislav Szpilman yakasını yuları kaldırmış, Marszalkowska Caddesinde yürüyor. Ellerinin donmaması için parmaksız eldivenler giymiş. Yarım saat içinde Varşova radyosunda piyanosunun başına oturacak ve Chopin çalacak. Genç piyanist besteler de yapıyor, hem iddialı senfonik müzikler hem de hafif müzik parçaları… Polonya’daki tüm gençler onun özlemle ve aşkla, aşk özlemiyle dolu başarılı melodilerini biliyor. Tarih 1 Eylül 1939… Bir Alman top mermisi Varşova radyo istasyonunu vuracak ve Vladislav Szpilman’ın çaldığı Chopin, ansızın kesintiye uğrayacak!” (Alıntı: 1939 Yazı, Werner Biermann – Can Yayınları)
Hitler ve Stalin
İdeolojileri açısından Hitler ile Stalin çok değişik kişiliklerdir. Biri sol görüşlü bir komünisttir. Marx’tan esinlenmiş Lenin’in yanında çıraklık dönemini geçirmiştir. İşçinin, köylünün, kısaca halk olarak tanımladığı kesimin gücü ile nikâh kıymış, sınırların kalkacağı sınıf temelli bir yapıyı hayal etmiştir.
Hitler Darwin’den esinlenmiş, Nietzche’den etkilenmiş, Alman ırkının üstünlüğünü savunan sağ görüşlü bir demagogdur. Hitler, Bolşevikleri, Yahudilerin dünya egemenliğini ele geçirme yolunda kendilerini kullandırmakla, ölümcül suçlarına ortak olmakla suçluyordu. Stalin, ırk esaslı olsun etnik, dini esaslı olsun hiçbir farklılığın emeğin üzerinde olamayacağını savunuyordu. Onlar birbirleri ile düşmandılar.
Ancak birçok da benzerlikleri vardı. İkisi de totaliterliğin en canlı örnekleriydiler. Stalin, gizli polisi NKVD’yi oluştururken Hitler’in SA, SS ve Gestapo yapılanmasından alıntı yapıyordu. Hitler ise, Haziran 1934’te, SA’ların komutanı Ernst Röhm ile yoluna çıkabilecek bazı Nazi Partisi ileri gelenlerini ortadan kaldırırken, Stalin’in kurgu soruşturmalarından esinleniyordu.
Stalin, Hitler’e bir lider olarak saygı duyuyordu. Oysa Hitler için komünizm çok elverişli bir düşmandı. Tüm yazılarında ve söylevlerinde, Rusya’nın derinlikleri ile oraya doğru açılan Doğu Avrupa’yı, gelişmekte olan Alman ırkı için yeni bir yaşam alanı, ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir tarım ve maden deposu, köleleştirebileceği bir nüfus olarak görüyordu…
Hitler, Almanya’nın başına Stalin’in Sovyetler Birliğine egemen olduğundan çok sonra gelir. Gerçi ideolojik girişimini 1922’den beri beslemekte, Ari ırkın geleceğine dair planlarını açıktan açığa haykırmaktadır. Stalin’in öncelikleri ise daha değişiktir. Almanya’yı hızla ele geçireceği belli olan bu adamın Sovyet sınırlarına olası yüklenmesi ile karşılaşabileceği savunma zaaflarını etkisiz hale getirmek için seferber olur. Volga Almanlarına veya Kafkasya’daki Müslüman halklara, Kırım Tatarlarına ve Sovyetlerin Rus olmayan diğer uluslarına güvenmesi söz konusu değildir. Bu unsurların devrim sürecinde, Çar’dan yana tavır takındıklarını ve Sovyetlerin oluşmasına direnç gösterdiklerini unutmamıştır.
O da Hitler gibi kin duymaktadır. O da Hitler gibi korkmaktadır!Tarihin en büyük mülteci hareketi 1930’larda başlar ve bu 1,5 milyon insan yerlerinden sökülerek, etkisiz bir hayata mahkûm edilecekleri Sibirya’nın diplerinde tecrit edilirler. Süreç toplumların kanaat önderlerine yüklenen casusluk, bozgunculuk, devrime karşı gelme gibi, çoğu kez tezgâhlanan suçlamalarla başlar… Daha sonra cezalar yağar, arkadan sürgünlerle gelir.
Benzer şekilde ülkenin doğusu da kaynamaktadır. Stalin için, Çarlığın dramatik bir yenilgi aldığı ve tüm donanmasını yitirdiği 1905 Rus-Japon savaşını unutmak ve Japonları hafife almak olası değildir. Almanların Avrupa’da Sovyet Rusya’ya karşı gösterdiği husumeti, Japonya da Çin’e karşı göstermektedir. O dönemde Çin’in bir parçası olan Kore’nin, bağımsızlık arzusu içinde Japonya ile kol kola girebileceği konuşulmaktadır. Stalin ile Molotov’un birlikte imzaladıkları bir kararname ile Sovyet sınırında yaşayan 170 bin üzerinde Koreli yurtlarından içerlere sürülür. Maksat, bunların Japonlar lehine casusluk faaliyetleri yapmalarını ve merkezden çok uzakta, başa bela olabilecek tehlikeli ilişkilere girişmelerini engellemektedir.
Aynı programın içinde Ukrayna Alman yanlısı olabilecek nüfustan arındırılır, uzun süredir burada yaşayan Polonya asıllılar da aynı bölgelere, Sibirya’da oluşturulan yerleşimlere sürülürler. Rus steplerinin derinlikleri Stalin’e askeri ve siyasi olarak karşı gelebileceklerden temizlenir. Sibirya’nın soğuğunda kurulan gulaglara gönderilenlerin önemli bir kısmı, henüz savaş başlamadan doğal şartlara yenik düşer. O dönemde kaç kişinin, nerede, hangi şartlar altında öldüğü bilinmemektedir.