• 2010 Mavi Marmara Krizi´nden bu yana Türkiye-İsrail ilişkileri pragmatik bir yaklaşımla, kompartmantalize şekilde yürütülmekte. İki ülke arasında siyasi gerilimlere rağmen katlanarak büyüyen ticaret hacmi, tarafların karşılıklı olarak ilişkilerin koparılmasını istemediklerini ve kazan-kazan durumunun söz konusu olduğu alanlarda iş birliğini sürdürme niyetlerini ortaya koyması açısından önemli. Dr. Selin Nasi – www.karar.com
2010 Mavi Marmara Krizi’nden bu yana Türkiye-İsrail ilişkileri pragmatik bir yaklaşımla, kompartmantalize şekilde yürütülmekte. İki ülke arasında siyasi gerilimlere rağmen katlanarak büyüyen ticaret hacmi, tarafların karşılıklı olarak ilişkilerin koparılmasını istemediklerini ve kazan-kazan durumunun söz konusu olduğu alanlarda iş birliğini sürdürme niyetlerini ortaya koyması açısından önemli.
2010’dan bu yana, savunma ortaklığı askıya alınmış olmasına rağmen, Türkiye ve İsrail’in askeri istihbarat paylaşımına devam ettikleri de basına yansıdığı kadarıyla biliniyor. Tehdit öncelikleri farklılaşsa dahi, Türkiye ve İsrail, başta güvenlik olmak üzere ekonomi, enerji iş birliği gibi birçok konuda ortak çıkarlara sahip.
Ancak, yakından bakıldığında, 2016’da imzalanan Normalleşme Anlaşması’ndan bu yana, Türkiye ve İsrail arasında normalleşmenin önünü tıkayan birçok sorun bugün hala geçerliliğini koruyor. Türkiye, İsrail’in Filistinlilerin haklarını hiçe sayan güvenlikçi, maksimalist siyasi yaklaşımından şikayetçi. İsrail açısından ise, Türkiye ile ilişkilerde en büyük sorun, Ankara’nın Hamas’a ve Müslüman Kardeşlere desteğinin devam ediyor oluşu.
Bunlara, Türkiye’nin İran konusunda muğlak pozisyonu eklenebilir. İki ülkenin liderleri arasındaki (Erdoğan ve İsrail BB Bünyamin Netanyahu) kan uyuşmazlığı ise herkesin malumu. Bugüne dek, her iki tarafın da siyasi sorunları gerekli gördüklerinde iç politikada seçmenlerini mobilize etmek için kullanmış olmalarının sorunları nasıl derinleştirdiği biliniyor. İsrail’in Mart ayında yeniden seçimlere gideceği ve Netanyahu’nun yeniden seçilme olasılığı düşünülürse, İsrail’deki iç siyasi konjonktürün Ankara’nın arzu ettiği normalleşme adımları bakımından pek de elverişli bir ortam yarattığı söylenemez.
Bu noktada, iki ülke arasında daha sağlıklı ilişkiler kurulabilmesi açısından normalleşmeden tarafların ne beklediklerini irdelemek faydalı olabilir. Öncelikle, büyükelçilerin gönderilmesi meselesine fazlaca anlam yüklememek gerek. Öyle ki, 2018’de patlak veren krizle, diplomatik ilişkilerin seviyesi düşürülmemiş yalnızca büyükelçiler ülkeye geri çağrılmış olduğundan, elçilerin yeniden göreve başlamasıyla aslında diplomatik bir prosedür yerine getirilmiş olacak.
Elbette, siyasi açıdan önemsiz sayılması mümkün değil. Ancak Türkiye-İsrail arasında gerçek anlamda ve kalıcı bir normalleşme, iki ülke arasında aşınan güvenin yeniden tesis edilmesine bağlı. Bu da, ilişkileri geliştirme yönündeki niyet beyanının karşılıklı edimlerle destekleneceği, istikrarlı ve zamana yayılacak bir restorasyon süreci gerektiriyor. Taraflar, normalleşme önünde engel teşkil eden sorunlar üzerinde uzlaşmadan böyle bir sürecin başlaması mümkün değil. Dolayısıyla, normalleşme tartışmaları, tarafların mevcut pozisyonlarından taviz vermeye yanaşıp yanaşmayacakları noktasında düğümleniyor.
Dr. Selin Nasi
https://www.karar.com/turkiye-israil-iliskilerinde-yeni-bir-sayfa-arayisi-1599117
Arap ülkelerinin birbiri ardına İsrail’le ilişkilerini normalleştirme kararı alması, Türkiye-İsrail ilişkilerinin de normalleşeceğine ilişkin beklentiyi yükseltti. Zaten bir süredir iki devlet arasında sessiz sedasız sürdürülen temasların, önümüzdeki günlerde, İsrail’e büyükelçi atanmasıyla ileri bir düzeye ulaşması bekleniyor. Peki, İsrail’e ilişkin iktidar kanadından gelen olumlu açıklamaların, başka sebebi var mı? Evet, var. Sıralayalım...
Birincisi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yalnızlığı.
İkincisi, Libya’daki gelişmelerin, Türkiye’nin istemediği yönde seyretmesi.
Üçüncüsü, üç hafta sonra ABD’de başkanlık koltuğuna oturacak Joe Biden’a mesaj verme çabası.
Dördüncüsü, yüksek teknolojiye sahip silahların temininde tedarikçileri çeşitlendirme gayreti.
Beşincisi, Suudi Arabistan ve öncülük ettiği Arap ülkelerle ilişkileri düzeltme isteği.
Altıncısı, Doğu Akdeniz’deki enerjinin dünyaya pazarlanmasında İsrail’le işbirliği niyeti.
Yedincisi, dış kaynak arayışı.
Peki, bu maddelere göre atılan adımlar ne kadar işe yarar? Evdeki hesap çarşıya uyar mı? Umulan sonuçları verir mi? Zor. Çünkü Türkiye’nin başka adımlar da atması gerekir. Mesela dış politikada güvenilir, öngörülebilir olmak. Toplumsal düzlemde, iç cepheyi güçlendirmek. Ekonomik bağlamda, üretim ekonomisine yönelmek. Sanayi ve teknolojide büyük hamleler yapmak. Hukuk devleti, demokrasi, özgürlük çıtasını yükseltmek gibi...
Barış Doster
Tel Aviv’in dış politikası da ABD ile bağlantılı şekillenir. İsrail, Trump Amerika’sından alacağını aldı ve ‘yeni bir statüko’ oluşturmak istiyor. Bu amaçla Türkiye ile normalleşme isteğini Ankara’ya çeşitli yollarla uzun süredir iletiyor. Görev süresi dün biten İsrail’in Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Roey Gilad’ın, veda mektubu yayınlayarak, “İlişkilerin yakın gelecekte iyileşmesi yönünde bazı işaretler bile görüyoruz” demesi de bu yüzden.
Altını çizmeliyim; bunu İsrail arzu ediyor ve girişimlerde bulunuyor.
İsrail’de nisanda yapılacak erken seçimlerde ortaya çıkacak iktidar, bir ‘normalleşme fırsatı’ yaratabilir.
Mustafa Kartoğlu
Trump döneminde liderler düzeyinde beliren bu yakınlık Türkiye-ABD ilişkisini baskısı altına almaya başlayan olumsuz bir gelişmenin yeterince fark edilmesini önledi. Bu da Türkiye’nin ABD Kongresi’nde adım adım bir yalnızlaşma sürecine girmesiydi. Özellikle İsrail ile ilişkilerin dibe vurmasının da bir sonucu olarak Türkiye’nin bir zamanlar Washington’daki en yakın müttefiki olan Yahudi lobisi de artık Türkiye’nin karşısına geçmiştir. S-400’lerin alımı, Kongre’de son kalan Türkiye destekçilerinin de geri çekilmeleriyle sonuçlandı.
Sedat Ergin
Görüş ayrılığına neden olan bir diğer konu da İran’ın nükleer programı oldu. Olmert, İran’ın nükleer güç haline gelmesinin sadece İsrail’in sorunu olmadığını, nükleer silah kapasitesine sahip bir İran’ın, uzun vadede Türkiye için de büyük bir sıkıntı ve tehdit kaynağı olacağını söyledi.
Bu çıkışa, İsrail’in de nükleer kapasiteye sahip olduğuna atıfta bulunarak yanıt veren Başbakan Erdoğan; “Biz, Türkiye olarak, sadece İran’ın değil, Orta Doğu bölgesindeki hiçbir ülkenin nükleer silaha sahip olmaması gerektiğine inanıyoruz” dedi. Iran’ın nükleer programı uluslararası ilişkilerin gündemini meşgul etmeyi sürdürüyordu.
Olmert’in Türkiye’yi ziyaretine rastlayan dönemde, ABD, AB ve İsrail’in başını
çektiği Batılı ülkeler, İran’ı bu konuda müzakerelere zorlamak amacıyla ciddi baskıda bulunmakta ve yaptırımlar uygulamaktaydı. Ayrıca bu çerçevede, İran üzerinde BMGK yaptırım kararları da mevcuttu.
Türkiye, BMGK kararları dışındaki yaptırımlara karşı çıkıyor, bölgede tüm ülkeleri
kapsayan bir nükleer silahsızlanmayı, İran’ın nükleer programına ilişkin sorunun,
müzakereler yoluyla çözümlenmesini savunuyordu.
İleriki yıllarda, özellikle Vaşington Büyükelçiliğim döneminde İran’ın nükleer
programı dünya gündeminin en üst sırasına oturacak ve Türkiye de bu konuda ABD ve Batı alemiyle ilişkilerini riske sokan rollere soyunacaktı.
Ancak, yeri gelmişken, dönemin MOSSAD Başkanı Meir Dagan ile bu konuda
yaşadığım bir tecrübeyi paylaşmak istiyorum.
MOSSAD başkanları, yabancı ülke büyükelçileri ile pek görüşmezler. Buna istisna
teşkil eden birkaç ülkeden biri de Türkiye’dir. MİT’in, MOSSAD’la, karşılıklılık ilkesi çerçevesinde gayet iyi bir ilişkisi vardır. Bu ilişki, gerginlik yaşadığımız zamanlar da dahil her dönemde kesintisiz devam etmiştir. Bu durumda sonradan herhangi bir değişiklik olduğunu zannetmiyorum.
Zamanın MOSSAD Başkanı Meir Dagan ile 2008 yılında yaptığım bir görüşmede,
kendisine latife yaparak; “Türkiye’yi sık sık ziyaret ettiğinizi biliyorum. Bir defasında beni de haberdar ederseniz, sizi Istanbul’un hiç görmediğinizden emin olduğum mahallelerinde gezdirebilirim” dedim.
Dagan, gülümseyerek; “Teşekkür ederim, Sayın Büyükelçi. Ancak, ben Türkiye’yi çok iyi bilirim. Türkiye hakkındaki bilgim sadece yaptığım işin icabı değildir. Benim eşim Bursalı bir Türk yahudisidir. Bu sebeple, ben size, mesela Bursa’da, hiç bilemeyeceğiniz yerleri gezdirebilirim” şeklinde karşılık verince epey şaşırmıştım.
Bahsekonu görüşmede, İran’ın nükleer programı da gündeme gelmişti. Konuya ilişkin en derin istihbari bilgiye MOSSAD sahip olduğu cihetle, kendisinden İran’ın nükleer programı çerçevesinde nükleer silah geliştirme kapasitesini kaç yılda kazanabileceğini sordum. Biraz tereddüt etmekle birlikte, bana çok değerli bir bilgi vermekten çekinmemişti. Özet olarak şöyle dedi; “Bu çok hassas bir konudur. 0 yüzden, size kurumsal kaynaklı bir bilgi veremeyeceğim. Ancak, şahsi düşünceme göre, İran’ın, 2015 yılına kadar nükleer silah geliştirmesi pek mümkün görünmüyor”.
Bu bilginin makamlarımız için ne kadar önem taşıdığı aşikardır. Elbette MOSSAD,
aynı tarihlerde bu hassas bilgiyi MİT ile de paylaştı. İleriki yıllarda, İran’ın nükleer programına ilişkin politikalarımızın belirlenmesinde, söz konusu istihbari bilginin ne derece yararlı olduğu herhalde tahmin edilecektir.
MOSSAD Başkanı Meir Dagan ile yaşadığım bu tecrübeyi, Türkiye ile ilişkilerin,
İsrailli yetkililer nezdinde ne denli özel bir yere sahip olduğuna somut bir örnek
oluşturması bakımından paylaşmayı uygun gördüm.
Meir Dagan’ı Türkiye ile ilişkilere değer veren, dürüst bir profesyonel olarak tanıdım. Dagan, emekli olduktan sonra İran’ın nükleer programına dair İsrail politikalarını ve özellikle İsrail Başbakanı Netanyahu’nun konuyla ilgili çıkışlarını ciddi şekilde eleştirdi. Hükümetinin yanlışlarını, yaşamını yitirdiği güne kadar cesaretle dile getirmekten çekinmedi.
Namık Tan
http://www.gif.org.tr/files/A%C3%A7%C4%B1k_Telgraf.pdf
İşgal altındaki Doğu Kudüs’te yaşayan bir Türk arkadaş:
“Türkiye'den diyince güvenlik filan unutuyor izlediği diziyi anlatıyor İsrail askeri. ‘Yamaç ha aba şeli’ diyor. Çukuru izliyor :) Yav Rusça bilsem keşke Rusum diyecem. Türküm deyince 15 dklik tras 45 dakika oluyor”
https://twitter.com/turgutalpboyraz/status/1344797685937795073
Bugün R. Simon Wanunu tarafından yazılan "Türk Tevrat Sarayı" geldi. Türkiye'de yaşayan kuşaklar boyu dev isimlerin haftalık Tevrat kısmına ilişkin düşüncelerden ve yorumlardan oluşan bir koleksiyon.
Hazak Ubaruh.
https://twitter.com/mchitrik/status/1346004639754416137
https://www.gazeteduvar.com.tr/fas-islamcilarinin-israille-sinavi-makale-1508671
https://www.turkisrael.org.il/single-post/%C3%B6zg%C3%BCrlerin-%C5%9Fehiri-beit-guvrin
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ilber-ortayli/kudusun-fethi-41704850
https://www.youtube.com/watch?v=V9ISIIVKhbg
http://www.objektifa.com/haber/20129/siradan-insanlarin-zihinsel-konforu.html
https://www.indyturk.com/node/294921/haber/yok-birbirimizden-fark%C4%B1m%C4%B1z-hepimiz-insan%C4%B1z
https://m5dergi.com/infografik/israilin-denizalti-gucu/
www.dikgazete.com/turk-istihbaratinin-ikinci-cicero-su-efsane-casus-george-blake-makale,3172.html
https://www.youtube.com/watch?v=dFWc6JFziuw
https://www.youtube.com/watch?v=r1kGBnYGAnQ
https://www.youtube.com/watch?v=t6K0ycZh1N8&t=3777s
https://www.instagram.com/israiledair/
1939'da Philadelphia'da doğan Hyman o dönemde genç bir kadın çizer olarak çok çalışıp efsane işlere imza atmıştır. Eşiyle beraberken ve boşandıktan sonra da dünyanın çeşitli yerlerinde yaşamış ve çizimlerinde siyahi karakterlere yer veren ilk beyaz çizerlerdendir. Müthiş bir farkındalık! 85 yılında Caldecott Ödülünü kazanmıştır. Eric Kimmel'in yazdığı ve bu güzel kadının çizdiği en bilinen kitaplarından birisini yani Hershel and the Hannukah Goblins kitabını aldım ve sizlerle paylaşıyorum.
https://www.instagram.com/p/CIyPLL3rD2v/
https://www.academia.edu/36594309/Modern_%C4%B0brani_%C5%9Eiiri_ve_Hayim_Nahman_Bialik