Kutsal dil, ancak kutsal insanda barınır
Yaratılıştan beri var olan ve Adem’in de konuştuğu ilk lisan ‘laşon akodeş / kutsal dil’di. Ama daha ileride, Noah’ın torunları ve onların çocuklarının temelini oluşturduğu 70 millet, Babil Kulesi günahında birleşip Tanrı’ya isyan edince, Tanrı onların dillerini karıştırdı ve insanlar ‘kutsal dili’ unutarak, sadece kendi yerel lisanlarını anlamaya ve konuşmaya başladı. Söz konusu günaha karışmayan Ever’in soyu ise ‘laşon akodeş’i konuşmaya devam edebildi ve bu sayede ‘kutsal dil’ adeta Ever’in soyunun ‘İvrim’ özel dili ‘ivrit’, yani İbranice olarak kalmış oldu. Ever’in soyundan gelen Avraam, Yitshak, Yaakov ve çocukları bu dili konuştular. Yaakov ve soyu 70 kişi olarak Mısır’a indiklerinde bu dili konuşuyorlardı.
Sayıları orada çoğaldığında ve esaret altındayken de İbraniceyi korudular. Mısır çıkışında, çölde Tora’yı alırken, İsrail’e girişte, Bet Amikdaş zamanına kadar hep bu dili konuşuyorlardı. I. Bet Amikdaş yıkılıp Babil’e sürgün olduktan sonra, kutsallık seviyesi düşmeye başlayınca İbranice de unutulmaya başlandı ve Aramca ön plana çıktı. Hele II. Bet Amikdaş yıkılıp Yahudiler Roma İmparatorluğu’nun ülkelerine sürgün edilince, kutsiyet azalmaya devam etti ve artık Yahudiler, içlerinde yaşadıkları toplulukların lisanlarını veya o lisanlardan türetilen Ladino veya Yidiş gibi özgün lisanları ağırlıkta konuşmaya başladılar. Yani anlıyoruz ki, İbranicenin ‘kutsal dil’ olması vesilesiyle, Yahudilerin kutsallık seviyesiyle yakın ilgisi var. Biz de, acaba ne kadar bu ‘kutsal dili’ biliyor ve konuşabiliyoruz diye kendimize sormamız lazım...
Veren kişi alır
Avraam üç yabancı görüp onları ağırlamak üzere çağırdığında, tercümeli Tora kitabına göre, “Bir somun ekmek alayım ve kendinizi doyurun” diyor. Aslında tam tercümeyle “Kalbinizi doyurun (veya kalbinize destek olun)” diyor. Sırf şu cümleden alınabilecek o kadar ders var ki, Tora’nın derinliğini hissetmemek mümkün değil. Buradan, ekmeğin insanın kalbini beslediğini, adeta destek olduğunu anlayabiliriz. Sonra yapılan basit bir ikramın bile insanın kalbini kazandığını anlayabiliriz. Bir yemeğin fiziksel boyutunun yanı sıra, manevi boyutunun da olduğunu ve aslında melek olan ziyaretçileri dahi bu yönüyle doyurabildiğini kavrayabiliriz. Ama buradaki belki de en can alıcı yön, Avraam’ın size ‘ekmek vereyim’ değil ‘ekmek alayım’ demesi. Diğer bir deyişle Avraam, ikramda bulunmasının, aslında onlardan çok kendine yararı olacağını vurguluyordu. Bu vurguyla, bir yandan misafirlerin kendilerine karşılıksız verilen bu ikramdan duyabileceği utançtan (utanç ekmeği) kurtulmalarını sağlıyordu, hem de birine bir şey vermekle, aslında kendine bir şeyler almanın yolunun açıldığını ifade ediyordu.
Peraşalardan Kıssalar
Masada tuz: Sedomlular bir misafir gelip de yemeklerin tadını beğenip tekrar gelmesin diye masalarında tuz bulundurmazdı. Lot ise, Avraam’dan öğrendiği misafirperverlikle ziyarete gelen melekler için sofraya tuz koymak istedi. Bu tuz, lezzetin yanı sıra koruma da sağlayacaktı. Nitekim Lot karısını tuz bulması için gönderince, evlerinde misafir ağırladıkları ifşa oldu. Sedomlular Lot’un kapısına dayanıp ahlaksız tekliflerde bulununca yıkım da başlamış oldu. Günümüzde de Yahudiler sofralarında, özellikle ekmek varsa, yalnız lezzet için değil, koruma amaçlı da tuz bulundurur. Hatta yemeğimize eşlik eden bazı negatif ruhsal varlıklara, bu tuzdan yemeğin sonunda ‘mayim aharonim hova’ deyip elimizi yıkarken bir sus payı veririz. Tuz yemeği bozulmaktan koruduğu gibi soframızı da korur. ‘Tuz: melah’ ve ‘ekmek: lehem’ kelimelerinin gematriyaları aynı olup 78’dir. 78 sayısı Aşem isminin gematriyası olan 26’nın üç katıdır. Bu bağlamda ekmekle ‘amotsi’ yaparken ekmeği tuza üç kere batırırız.
Leh Leha ve 100’ün sembolü: Leh Leha kelimesinin gematriyası 100’dür. Peraşada, Avraam’ın Berit Mila (sünnet) mitsvasını yerine getirerek mükemmelliğe ulaştığı ve böylece 100 yaşındayken oğlu Yitshak’ın doğduğunu görüyoruz. 100 sayısının kusursuzluğu sembolize etmesi, yaratılışın manevi boyutundaki 10 sefirotun her birinin içinde de 10’ar sefirotu içermesinden dolayı, aslında 100 sefirot barındırmasındandır. Nitekim Mişkan da 100 yuva üzerinde ayakta dururdu. Bu sefirotların en önemlilerinden biri olan ‘Hesed: kusursuz iyilik’in sembolü de Avraam’dır.
Yosef’in pek çok önemli günle bağlantısı ve 20 sayısıyla alakası: Hanuka, Purim ve Sukot bayramlarının hepsinin, bir şekilde Yosef’in kuyuya atılması ve kardeşleri tarafından satılmasıyla alakası olduğunu görüyoruz. Nitekim özellikle Hanuka süresince her zaman bunları anlatan peraşalar denk gelir. Bu bağlantıların Yosef’le ilgili ortak bir noktası ise 20 sayısıdır.
Tora’da kardeşlerinin, Yosef’i 20 parça gümüş karşılığında Yişmaelilere sattıkları vurgulanıyor. 20 gümüş parçanın karşılığı 5 gümüş şekeldi ve bunu 10 kardeşe bölünce, her birinin eline yarım şekel düştüğünü görüyoruz. Bu da, her Purim Bayramı öncesi yerine getirilen yarım şekellik bağış mitsvasının bir kaynağını oluşturur. Bunu yaparak, hem Aman’ın Purim zamanı tüm Yahudi halkını satın almak ve yok etmek için biçtiği bedeli geçersiz kılıyoruz, hem de kardeşlerinin Yosef’i satmaları günahının tikununu (tamirini) yerine getiriyoruz.
Yine Tora’da, kardeşleri Yosef’i kuyuya attıklarında kuyunun boş olduğu, içinde su olmadığı vurgulanıyor. Raşi’nin gemaradaki açıklamasında kuyunun su bakımından boş olduğu, ama aslında içinde akrep ve yılanlar olduğunu öğreniyoruz. Ama kuyunun derinliği gemarada görüş mesafesi olarak kabul edilen 20 amottan (yaklaşık 10 metre) fazla olduğu için, onları görememiş ve Yosef’i kuyuya atmışlardır. Eğer bunları görmüş olsalardı, belki Yosef’i atmayacaklar veya bu yaratıkların Yosef’e hiçbir zarar vermediklerini görünce, mucizeyi fark edip Yosef hakkındaki düşüncelerinden vazgeçeceklerdi. Bu olaydan hareketle, gemarada rabiler net görüş mesafesiyle ilgili 20 amot kuralını koymuşlardır. Bunun bir uygulaması olarak da, Sukot Bayramında inşa edilen sukaların çatısı 20 amotu geçemez. Yine Hanuka Bayramında yakılan hanukiyaların yerden yüksekliği de 20 amotu geçemez ki mucize net görülebilsin.
Gemara 20 amotla ilgili ilginç bir bilgi daha veriyor. Bet Amikdaş’ta görev yapan Kohenler, yaptıkları korbanların kanını avludaki büyük mizbeah (sunak)’ın duvarlarına atarlardı. Burada atma-fırlatma manasında kullanılan İbranice kelime ‘Lizrok’. Bu fırlatma işlemleri sırasında, Kohenlerin sunağa 20 amottan daha yakın durmaları gerekiyordu ki kanın gerekli yere ulaştığını görüp emin olabilsinler. Oysaki İbranice atmak - fırlatmak manasında bir kelime daha var ki, Yosef’in kuyuya atılmasında Tora’da bu kelime kullanılmaktadır. O da ‘leaşlih’ fiilidir. Yani buradan Yosef’in, 20 amot olan görülebilirlik mesafesinin üzerinde bir uzaklığa atıldığını anlıyoruz.
Bunları biliyor musunuz?
(Not: İleriki yazılarda Efron’dan eksilen vav harfinin nereye gittiğinden de bahsedeceğim.)
Sorularla düşünelim
Yaakov’un, evlenmek amacıyla dayısı Lavan’ın yanına gitmeden önce, 14 sene Şem ve Ever’in yeşivasına gidip öğrenim gördüğünü öğreniyoruz. Peki, Yaakov zaten çadırda yaşayan, babası Yitshak’tan sürekli öğrenen biriydi. Fazladan oraya ne öğrenmeye gitti ve neden orada bu kadar uzun süre (14 yıl) kaldı?
Yorum ve paylaşımlarınız
Önceki yazımdaki sorum olan, Tora’da Kayin’in Evel’i neden bir şey demeden öldürdüğünü belirtmesiyle ilgili bazı cevaplar gelmeye devam etti. Tora’nın yazılı metninde, Kayin’in yoğun kıskançlığının altında, Tanrı’nın, Kayin’in sunusu yerine Evel’in sunusunu kabul etmesi var gibi gözükse de, aslında midraşların daha derin açıklamaları var. Bu açıklamalardan birinin ipucu, Tora’da olayın ‘kırdayken veya tarladayken’ gerçekleşmesi. Kayin, Evel’e dünyayı bölüşmeyi ve bu bölüşümde, kendisini yakın hissettiği toprağı kendisinin alması gerektiğini, Evel’in ise toprak üzerindeki materyalleri almasını önerir. Sonra da Evel’in, artık kendi mirası olarak kabul ettiği toprağın üzerinde durmasına izin vermez ve onu kovalamaya kalkar. Bu tartışmanın sonu cinayetle biter.
Fakat bunun da altında, cinsel bir kıskançlık olduğunu öğretiyor başka bir midraş. Eski zamanlarda her erkek ikiz kız kardeşiyle doğardı ve onunla evlenip soyunu çoğaltırdı. Fakat Kayin’in bir ikiz kız kardeşi varken, Evel iki kız kardeşle beraber doğmuştu. Kayin, ilk doğan erkek olmasından dolayı, Evel’in ikinci kız kardeşinin kendisine ait olması gerektiğini iddia ediyordu. Yani bu ve önceki açıklamalardan anlıyoruz ki, Kayin’in kıskançlığının temelinde cinsellik ve maddiyat vardı. Bugünkü kıskançlıkların temelinde de aynı sebepler olması ilginç değil mi?
Diğer yazımdaki sorum olan, “Tufan’dan kurtulan toplam sekiz kişilik Noah ve ailesi, iki tsadik kişi daha çıksaydı ve sayı 10’a tamamlansaydı, Tanrı o nesli affeder miydi?” sorusuna henüz cevap alamadım. O zaman bir ipucu vererek bir daha ki yazıma kadar, bunu iki yönlü düşünmenizi rica edeceğim. Birinci yön, Avraam’ın Sedom ve Gemora’nın affı için on kişiye kadar pazarlık edip sonra niye devam etmediği. İkinci yön ise, Noah’ın kendi neslini kurtarmak için Tanrı ile böyle bir diyaloğa girip girmediği.
Sevgi ve ışıkla kalın...