Antakya´dan Çanakkale´ye, Çanakkale´den Antakya´ya uzanan büyülü bir yolculuk ve sevgi köprüsü…
Liza Cemel
Sizlere eski ama eskimeyen bir hikâyeyi anlatacağım. Üzerinden 60 yıl geçmesine rağmen hâlâ tazeliğini koruyan, hâlâ her dinlediğimde beni duygulandıran bir hikâye.
Bana sorarsanız, günümüzde eşine pek rastlanmayan naif bir aşk hikâyesi ama yalnızca bununla da sınırlı kalmıyor. Yeni ve büyük bir ailenin doğuşu, iki farklı hayat; iki farklı kültür ve iki farklı ailenin bir olması, Antakya ve Çanakkale arasındaki mesafenin sevgi köprüsüyle aslında ne kadar kısa olduğunun da hikâyesi. Günümüzün şartlarını göz önünde bulundurduğumuzda, aslında basit bir uçak yolcuğundan ibaret gibi gelse de 60’lı yıllar için azımsanmayacak bir mesafeydi.
Babası Antakya Çarşı’da manifaturacı, annesi ise ev hanımı olan Jak, altı kardeşten ortancasıydı. Çocukluğu kalabalık aile ortamında, kâh gülerek kâh oyun oynayarak geçti. Askerlik yaşı geldiğinde ise, devrin şartlarına göre askerlik görevini tamamlamak üzere Çanakkale’de bir ilkokula atandı. Sadece bir yıl kalacağı Çanakkale’de hayat akışının böylesine değişeceğini tahmin bile edemezdi. “Hayat, biz başka planlar yaparken başımıza gelenlerdir” diye boşuna dememiş John Lennon.
Pansiyoner olarak kaldığı evin sahibi Madam Bibinuta, Antakyalı Jak’ı çok benimsedi, oğlu gibi bağrına bastı. Onu o kadar sevmişti ki, alışılmış; geçici bir konuk olmaktan çıkıp ailenin bir parçası haline gelmişti Jak. Bu sevdiği genci, yakından tanıdığı Çanakkaleli ailenin güzel kızı Eliza ile tanıştırdı. Öyle yerinde bir öngörüydü ki bu, 58 yıl boyunca saygı ve sevgi dolu beraberlikleri, her zaman çoğalarak devam etti. Hep parmakla gösterilen, etrafındakilerin örnek aldığı bir çift oldular. Farklılıklara rağmen, kuşaklar boyu süregelen Yahudi mirası ortak paydasında buluşmuşlardı.
Antakyalı Jak’ın dönüm noktası Çanakkale ise, Çanakkaleli Eliza’nın da dönüm noktası Antakya oldu böylece. Hayatını tamamen değiştirip Antakya’ya gelin giden Eliza, hiç bilmediği Arapçayı bile Antakya’da doğup büyüyen biri gibi konuşmaya başladı. Antakya’ya özgü yemekler ondan sorulurdu. (Hâlâ da öyle!J) Fakat Çanakkale’den beraberinde getirdiği kültürel zenginlikleri de unutmadı. 16 yaşında evden ayrılmasına rağmen, ailesiyle Ladino konuşmayı halen sürdürüyor.
Bu hikâyeyle nereye varmak istiyorum?
Hayatın iplerinin her zaman bizde olmadığı, verdiğimiz kararlar ve yaptığımız planların bizi nereye sürükleyeceğini bazen tahmin bile edemeyeceğimizin farkına varmamızı temenni ediyorum. Beklenmedik karşılaşmaların bazen de en büyük huzur kaynağı olabileceği gibi…
Varmak istediğim bir diğer nokta, “Söz uçar, yazı kalır.” Tarihi korumanın yaşamsal bir önemi olduğunu düşünüyorum. Hele ki bu Antakya gibi, Yahudi cemaat üyelerinin sayısının artık iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olduğu bir yer ise.
Hayatın gerçeklerini de düşündüğümüzde, eskiyi anlatacak kimse kalmadığında güzel anılar ve yaşanmışlıklar ağızdan ağıza aktarılıyor ve maalesef zaman içinde kaybolup gidebiliyor. Tarihe not düşmek ve hep aklımızın bir köşesinde saklamak için gerçek yaşam öykülerini yazıya dökmek oldukça değerli. Hem de bu adını almaktan gurur ve sevinç duyduğum sevgili anneannem ve iki yıl önce, 20 Ocak 2019’da kaybettiğimiz pamuk dedemin hikâyesi ise…
Bir insan düşünün, yüzünden sıcak gülümsemesi hiç eksilmeyen; küçüğü büyüğü, zengini fakiri, yerlisi yabancısıyla insan ayırmadan hep seven ve sayan... Yalnız ailesi ve dostları tarafından değil, yalnızca birkaç kere konuştuğu kişiler tarafından bile cana yakınlığı, iyi kalbi ve insan sevgisi ile tanınan Jak Cemal’i, ölüm yıldönümünde özlem, sevgi ve saygıyla anıyoruz.