NBA´in adilane görünen ´Oyuncu Güçlendirme Dönemi´ gerçeği ne kadar yansıtıyor? Cevap aslında sorudaki ´görünen´ kelimesinde yatıyor çünkü son zamanlarda bu gücün oyuncuların hepsine dağılıp dağılmadığı konusunda ciddi şüpheler var.
Hem Avrupa hem Amerika basketbolunu takip edenlere bu iki ekolün temel farkları nedir diye sorulsa, alınacak ilk cevap Amerika’da basketbolun daha çok oyuncu (birey) üzerinden, Avrupa’da ise takım (sistem) üzerinden şekillendirildiği olacaktır. Bu farkın son yıllarda kendini daha da fazla hissettirdiğini söylemek şaşırtıcı olmaz.
Bunun nedenini anlamak için öncelikle NBA’in ekonomik dinamiklerini anlamak lazım. NBA’de Avrupa’dan farklı olarak bir harcama limiti (salary cap), yani oyuncuların alabileceği toplam maaşın her sene gelirlere bağlı olarak belirlenen bir üst sınırı var. Bu sebeple oyuncular sendikasıyla takımlar arasında bu belirli paranın nasıl bölüşüleceği konusu birkaç senede bir yapılan toplu iş sözleşmesi üzerinden tartışılıyor.
Daha önce anlaşma olmadığında greve giden ve takım sahiplerinin böyle bir durumun yaşanmasını göze almak istemeyeceğini bilen oyuncuların eli, eskisine göre masaya oturduklarında daha kuvvetli. Örneğin, son yapılan sözleşmeye göre ortalama olarak takımların kazandığı her doların 51 senti oyunculara gidiyor artık.
Avrupa futbolundan alıştığımız gibi bir bonservis sistemi de olmadığından oyuncuların değerini belirleyen tek unsur maaş kontratları oluyor. Takımlar oyuncu ‘transferlerini’ de bu kontratların değerleri üzerinden takas yaparak gerçekleştirebiliyor. Herhangi bir sebepten memnuniyetsizlik yaşayan bir oyuncu takımdan ayrılma isteğini takas edilme talebiyle gösterebiliyor.
Bunun yanında maaş dışı gelirlerindeki artış, sosyal medya sebebiyle basketbol severlerle doğrudan iletişim kurabilmeleri, yaptıkları ciddi yatırımlar derken oyuncular daha önce hiç olmadıkları kadar güçlü bir konumda. Bu sebeplerden dolayı NBA’in bu dönemine Oyuncu Güçlendirme Dönemi (Player Empowerment Era) adı kondu.
Kylie Irving
Güç kimin elinde?
Peki, bu daha adilane görünen durum gerçeği ne kadar yansıtıyor? Cevap aslında sorudaki ‘görünen’ kelimesinde yatıyor çünkü son zamanlarda bu gücün oyuncuların hepsine dağılıp dağılmadığı konusunda ciddi şüpheler var.
Bunu bu sezon su yüzüne çıkaran ilk olay, Brooklyn Nets’in yıldız oyun kurucusu Kyrie Irving’in takımına haber vermeden ortalıktan kaybolması oldu. Bir hafta sonra ailesiyle bir doğum günü partisinden videosu ortaya çıkan Irving’in COVID kurallarını da bozmasıyla geri dönüş süreci uzadı. Her ne kadar lig yönetiminden alacağı cezalar olsa da ekonomik olarak Irving’e pek zarar vereceği ve caydırıcı olacağı söylenemez. Bu arada ona inanan koçundan, genel menajerine, takım arkadaşlarına kadar herkes onun döndüğünde de katkı verip vermeyeceğinden şüpheli.
İkinci örnek ise eski Houston Rockets’lı şimdinin Brooklyn Nets’li süper yıldız James Harden’ın Houston’dan ayrılmak için antrenmanlarda olay çıkarması, bilinçli olarak kilo alıp maçlara pehlivan kıvamında çıkması. Böyle davrandığında takımın onu elinden çıkarmak zorunda olduğunu bilen Harden’ın tutumu birçok kesimi kızdırdı. Örneğin, kendi de pek disiplinli olmasıyla tanınmayan DeMarcus Cousins, Houston’dan eski takım arkadaşı için “Yaptığı bize [takım arkadaşlarına] saygısızlıktı,” demecinde bulundu. Pek de haksız değildi çünkü Harden’ın oynamadığı dönemlerde kaybettikleri maçların ceremesini yine onlar çekecekti.
Bu iki örnek şunu gösteriyor ki oyuncu güçlendirme döneminde gücün çoğu birkaç yıldızın elinde toplanmış durumda. Onların hal, tavır ve istekleri diğer oyuncuların da kaderini belirliyor ve bu konuda takım yöneticilerinin yapabilecekleri pek de bir şey yok. Bu yüzden oyuncular sendikasının kendi içinde bu konuya bir çözüm getirmesi gerekiyor. Eğer çözemezlerse George Orwell’in deyimiyle “diğerlerinden daha eşit” oyuncular ligin tadını kaçırmaya başlar, rekabet ortamını ve oyun kalitesini aşağıya çeker ve uzun vadede lige zarar verir.