ZELİG BERKHUD, 27.12.1927, Krakov, Polonya1
Babamla birlikte Krakov yakınlarındaki Plaszow Çalışma Kampına gönderilmiştik. Burası eski bir Yahudi mezarlığıydı. Bizlere yol yapma emri verilmişti. Mezar taşlarını yerinden söküp kırmamız gerekiyordu. Orada geçirdiğim altı ay hayatımın en zor dönemi oldu. Her gün başka trajediler yaşanıyordu. İnsanları oraya ölmeye getiriyorlardı. Birçok katliama tanık oldum. Bir keresinde üç genç Yahudi’yi getirdiklerini anımsıyorum. Öldürülmeden ‘Şema’ okumuşlardı. Beni çok etkilemişti. Bir keresinde de bir kamyon dolusu Yahudi getirildi. Uzunca bir duvarın önüne dizildiler. Ve makineli tüfekle katledildiler. Onları gömmek bize düşmüştü. Birkaç gün sonra, toprağın kıpırdadığını gördüm. Demek ki hepsi ölmemişti. Canlı kalanlar son nefeslerini veriyorlardı. Olup biteni çocuklarıma anlatmakta uzun zaman zorluk çektim. Geceleri hâlâ karabasan görüyorum. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Henüz on dört yaşındaydım.
KİTİA ALTMAN, Bedzin, Polonya1
Auschwitz’e gönderilmeden önce bir çalışma kampındaydım. Yiyecek sıkıntısı vardı ancak yıkanabiliyorduk ve kendi giysilerimizi giyebiliyorduk. Güzel zamanlarımız bile oluyordu. Bir Alman gardiyan eşyalarını benim dolabıma koyuyordu: bir ekmek parçası, bir elma, küçük bir sabun… Başka bir Alman’ın fabrikasında üç bin Yahudi çalışıyordu. Auschwitz’e gönderilme emri geldikten sonra, bunu birkaç kez geciktirmeyi başarmıştı. Sonrasında, Gestapo tarafından tutuklanıp idam edildiğini duyduk. Nihayetinde Auschwitz’e gönderildik. Burada koşullarımız acı bir şekilde değişti. Bizler orta halli ailelerden geliyorduk. Çırılçıplak soyunmamız istenmişti, hem de erkeklerin önünde. Çok aşağılayıcı bir durumdu bu. Sonrasında saçlarımız kesilmişti. Fiziksel, ruhsal ve manevi anlamda tükenmiştik. Birbirimizi tanıyamaz hale getirilmiştik. Naziler bizleri insanlıktan çıkaracak yöntemler bulmuşlardı. Açlık, işkence, aşağılama… Yaşadıklarımız, bir insanın başka bir insana çektirebileceklerini ortaya koyuyordu. Bir kadının, “yaşamam lazım” diyerek hasta kardeşinin üzerindeki battaniyeyi adeta koparıp aldığını görmüştüm. Aslında Auschwitz insanları değiştirmiyordu. İnsanların içindekilerin ortaya çıkmasına vesile oluyordu.
MOŞE FİNZMAN, 29.11.1921, Radom, Polonya1
Her Yahudi’nin sarı yıldız takması zorunluydu. Bunun bir utanç işareti olmasını istiyorlardı. Bir Yahudi’nin sarı yıldızı olmadan yakalanması öldürülmesine neden olabilirdi. 1942 yılıydı… Radom Gettosundaki 30 bin Yahudi’nin kent merkezinde toplanmaları emredilmişti. Bunun için otuz dakika süre verilmişti. Erkek, kadın, çocuk, bebek herkesin bu emre uyması gerekiyordu. Bazı aileler çok yavaştılar. Ukraynalılar bu ailelerin evlerine el bombaları atıyorlardı. Sarhoştular! Öylesine adam öldürüyorlardı. Şehir merkezine vardığımızda, bana sağa gitmem, tüm aileme ise sola gitmeleri söylenmişti. Birbirimizle vedalaşamamıştık bile. Bunun onları son görüşüm olacağını bilmiyordum. Trenlere götürülmüşler, zorla hayvan vagonlarına bindirilmişlerdi. Aç, susuz… Üç gün sonra Polonyalı bir arkadaştan Treblinka’ya götürülmüş olduklarını duydum. Sonra boş vagonlar geri geldi. İçlerinde kesif bir yanık kokusu olduğu söyleniyordu. Kendimi hep sorguladım: Tanrı’ya inanıyor muyum? Zor bir meseleydi bu! Tek Tanrı ve On Emri insanlığa veren bizler imha ediliyorduk… Neden?
VERA KRUKZEİNER, 1938, Budapeşte, Macaristan2
Savaşın başlarında babam çalışma kampına götürüldü. Oraya gidenlerden bir süre sonra haber alınamıyordu. Sağlık sorunu olanların mutfakta görevlendirildiklerini duymuştu gitmeden. Her gün aspirin almıştı, böylece kalp ritmini arttırmıştı, belki onu mutfağa alırlar diye. Annem ile ben ise bir tuğla fabrikasında çalışıyorduk. Her gün trenle gidiyorduk oraya, hayvan vagonlarında. Kapıda Gestapo vardı. Bir gün annem “Buradan kaçacağız. Bizi öldürseler ne olur ki? Burada çalışmaya devam etsek daha iyi olmayacağız” dedi. Babamla evlenmeden önce annem Budapeşte’nin en büyük güzellik salonuna sahipti. Kendine makyaj yaparak görüntüsünü değiştirmişti. Sarı saçları ile Yahudi olmaktan çok öteydi. Annem elimi tutmuştu, o gün. Trene bineceğimize fabrikanın kapısından çıkıp yürüyerek Gestapo nöbetçilerinin önünden geçmiştik. Geride kalanların yaşadıklarından çok emin değilim. Sonra annemle birlikte bir manastıra sığındık. Rahibeler bize kalabileceğimiz bir yer gösterdi. Bunun için organize olmuşlardı. Çok güzel günler geçirmiştik orada. Bir gün babam geldi. Auschwitz’e giden bir trenden atlamıştı. Oradan hemen kaçmamız için diretti. Oradan acele ile çıktık. O gece manastır Naziler tarafından bombalandı. Rahibeler, rahipler, çocuklar, anneleri… Herkes ölmüştü. Bir şekilde Peşte’ye ulaşmıştık. Orada Yahudilere yardım eden bir İsveçli var diye duymuştuk. Raoul Wallenberg ile öyle tanıştık. İsveçli bir diplomattı. Ruslar Budapeşte’ye girene dek bizi saklamıştı. Sonrasını bilmiyorum…
INGE WOOLF, 18.05.1934, Viyana, Avusturya1
Ben üç yaşımdayken Naziler Avusturya’ya girdi. Komşularımız Hitler’in ordularını karşılamak için balkonlarına gamalı haç bayrakları asmışlardı. Korkunç bir atmosferdi, çok korkuyorduk. O korku hep içimde kaldı. Bugün hala o günlerden söz ederken bağırsaklarımda bir düğüm oluştuğunu hissediyorum. Babam bir kaçış planı hazırlamıştı. Çekoslovakya’ya geçmiştik. Bir sene orada kalıp evraklarımızı hazırladık. Bu arada bir Protestan kilisesinde Hıristiyan olduk. Bunun gerçek bir din değiştirme olmadığını çok iyi biliyorlardı. Bize yardım etmişlerdi. Savaşın başlaması ile babamın bir çalışma kampına alınması ve orada zorla tutulması bir anda olmuştu. Biz ise bir şekilde İngiltere’ye kaçabilmiştik. Annem onu yanımıza getirtebilmek için çok uğraşıyordu. Birçok mektup yazmıştı ama bunlara hiç cevap alamamıştı. Bir gün bana “Hadi Çek elçiliğine gidiyoruz” dedi… “Orada ben masaya elimi vurunca sen de ağlamaya başlayacaksın” dedi bana… Elçiliğe gittik. Annem “Siz Nazilerden bile daha kötüsünüz” diye bağırdı… “Ailelerin birleşmelerine engel oluyorsunuz…” deyip elini hızlıca masanın üzerine vurdu. Ben de hararetli bir şekilde ağlamaya başladım. Kısa bir zaman sonra babam eve geri geldi.
1940’da büyükannem, Filistin’deki dayımın yanına gitmek için Avusturya’dan kaçtı… Ağızına kadar dolu bir gemi ile yola çıktı. Gemi hem çok eski hem de arızalıydı. Britanya, Filistin’e giden gemileri alıkoymak için Akdeniz’de önlemler almıştı. Neticede, büyükannem, geminin diğer yolcuları ile Hayfa Limanında demirli SS Patria gemisine alınmışlardı. Dayım, annesini yanına almak için Filistin’deki Britanya makamları ile görüşüyordu. Her seferinde sonuç olumsuzdu. Taleplerini kabul etmiyorlardı. Sonunda Patria, Hayfa Limanına battı. Nazilerden kaçmayı başaran büyükannem Britanya’nın mülteci politikalarından dolayı öldü.
JACK FOGEL, 27.12.1924, Turek, Polonya1
Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra, ailem gettoda yaşamaya zorlandı. Yaşam koşulları çok kötüydü… Kaldığımız iki odalı evi başka bir aile ile paylaşıyorduk. Bir gün sokakta yürürken, Alman askeri dolu bir kamyon durdu yanımda. Zorla bindirildim. Yirmi kadar Yahudi genci vardık içinde… Etrafı tellerle çevrilmiş bir kampa götürüldük. Bir barakaya kondum. Burada yaşça benden büyük on kişi daha vardı. On beş yaşındaydım ve ailemden hiç ayrı kalmamıştım. Bütün gece ağladığımı hatırlıyorum. Geçirdiğim en kötü geceydi… Ailemi bir daha hiç görmedim. Daha sonra Auschwitz’e gönderildim. Orada yaşayacaklar arasına seçildim. Saçlarım kesildi, bana bir üniforma verildi. Koluma bir numara kazıldı. Aynı numarayı üniformama da işlediler. Artık bir ismim yoktu. Bazıları kaçmaya çalışmıştı. Başarılı olanını hiç duymadım. Yakalananlar oldu. Onları herkesin gözü önünde astılar. Yavaş ölümlerini görmemizi istiyorlardı.
RACHEL LEVİ, 2.01.1906, İstanbul, Osmanlı Devleti2
Raşel, Fransa’ya göçmeden, 15.08.1903 doğumlu Rafael Fuentes ile evlendi. 10.04.1936 doğumlu bir kızları vardı: Ester Fuentes. Paris’te yaşıyorlardı. Adresleri, “87, Boulevard de Picpus Paris 12eme” idi… Aile ilk önce Paris yakınlarındaki Drancy Toplama Kampına götürüldü. Raşel kaldığı koğuşun duvarına buraya geliş tarihini kazmıştı: “8 Nisan ’44”… Bu ondan kalan son mesajdı. Aynı ayın 29’unda Auschwitz’e yollandılar… Trende 1.004 Yahudi’ydiler. Raşel, mayısın ikinci günü, geldikleri bu kıyım makinesinde, seçimden sonra gaz odalarında katledildi…
***
Tarih aşağıdan yukarı bakılarak yazılır. Aşağıdaki toz, toprak insanın iliklerine, “nefret, kin, korku, telaş, çaresizlik” olarak işler, derinden derine… İnsan hikâyeleri yaşananları tüm çıplaklığı ile taşır kişinin önüne. Bu tecrübeleri unutmamak, anlamak, değerlendirmek ise bizlere kalmış…
1 Holocaust and Antisemitism Foundation, Atearoa, Yeni Zellanda
2 Auschwitz Museum kayıtları