Sonsuz özgürlüğü seçmişsin ama sonsuz yalnızlık elde etmişsin. Genç bir çiftçi /Yersiz Yurtsuz
Ömer Özbey
Fransız Yeni Dalga Akımı’nın belki de tek kadın temsilcisi Agnes Varda’nın 1985 yapımlı ‘Yersiz Yurtsuz’u (Sans Toutni Loi) gerek belgesel-kurmacaya dayalı anlatım dili gerekse de ötekiyi/yabancıyı (dişil öteki) temsil ediliş biçimiyle önemli bir film. Agnes Varda’nın sinemasal dilinin oluşmasında, kadının toplumsal alandaki cinsiyet rollerine ilişkin Laura Mulvey’ci, eril tahakkümcü hegemonyanın karşısına konumlandırdığı feminist duruş ve retoriğin etkisi büyüktür.
“Yıllardır feminist hareketindeyim. 1960’lar ve 1970’leden beri sık sık sokaklarda yürüyorum.” (Ten ve Hafıza: Agnes Varda, syf.38)
Yersiz Yurtsuz’un ana kahramanı Mona (Sandrine Bonnaire), Fransa taşralarında sırtında büyük çantası ve çadırı ile pejmürde bir halde dolaşan; yeri yurdu belli olmayan genç bir kadındır. Yollarda otostop çekerek bilinmezliğe doğru yol alan, günübirlik olay ve karşılaşmalara tanıklık eden bir tür taşra ‘flâneur’udur. Nasıl ki 19. yüzyılın Baudlere’nin flâneur’u (kent gezgini) Fransa’da meydana gelen sınai ve toplumsal değişimlerle tüm kenti avarece gezerek ifşa ediyorsa Agnes Varda da Mona ile taşrayı, dışarıda olanın tekinsizliğini dinamik kamera hareketleriyle seyirciye duyumsatır.
Mona’nın barınak alanları ise terkedilmiş metruk, salaş binalar ve bazen ağaç kenarlarına, bazen tarla kenarlarına kurduğu çadırıdır. Agnes Varda, Mona’nın içinde bulunduğu taşra kültürünü bozulmuşluk düzeyinde yansıtır. Varda böylece Fransa toplumunun çürümüşlüğünü alt kültüre hapsolmuş tiplemeler üzerinden yansıtır. Mona’nın karşılaştığı kişiler genellikle uyuşturucu kullananlar, sarhoşlar, göçmenler ve gezgin tiplerdir. Gerçi toplumda meşru görülen kişilere de rastlar Mona (kadın bir akademisyen, genç çiftçiler). Fakat Mona, meşru alandaki statülerin mahremiyet alanından uzak olduğu için bariz bir şekilde bir tehdit, bir öteki ve yabancı olarak konumlanır film boyunca. Nitekim Mona’yı bir tarlada işçi olarak çalışan Tunuslu bir adamın yanına almasını diğer arkadaşları tehdit olarak görür, kabul etmez ve Mona ayrılmak zorunda kalır.
Kadının temsiliyeti
Varda’nın Yersiz Yurtsuz’unda kadının temsiliyet biçimi, daha çok iptidai, tekinsiz, mutlak özgür(süz)lüğe yelken açan vahşi kadın arketipi üzerinden işlev görür. Toplumsal alandan tecrit edilmiş, görünür olmayan tekinsiz kadına; eylemlerinden bizzat kendisinin sorumlu olduğu kadına dikkat çeker Varda. Ve bunu film sonunda Mona’nın bir hendekte uzanmış ölü bedeniyle daha ilk sekansta bildirir. Fakat Varda, kadının rolünü; bireyin eylemde bulunma sorumluluğunu toplumsal bozulmuşluğa eklemleyerek perdeye yansıtır. Bu bakımdan Varda’nın sinemasal tragedyasının yazgısını daha içkin düzeyde anlamak için; özgürlük problemi ve “İnsani, eylemlerinden ne kadar sorumludur?” gibi temel felsefi soru ve argümanlar ile ‘ötekiye’ yönelik dile getirilen sosyolojik nosyonlar, Varda’nın sinemasal dilini daha iyi anlayabilmeye olanak sağlayabilir.
Yakın tarihte kaybettiğimiz Polonyalı sosyolog Zygmunt Bauman’ın öteki’ne ilişkin saptamaları şöyledir:
“Gerçekten anonim bir Öteki, toplumsal mekanın dışında ya da ötesindedir. Yabancının barikatın üzerine oturması, su geçirmez olması gereken sınırları bulandırması ve böylece güvenli bir şekilde ‘tipleştirilmiş dünyayı’ temelinden yıkması tehlikesi her zaman mevcuttur. Yabancı bir yanlış değerlendirme tehdidi taşır ama -daha ürkütücüsü- sınıflandırmanın kendisi için, evrenin düzeni için, toplumsal mekânın yönelim değeri için-benim yaşam dünyam için-bir tehdit oluşturmasıdır.” (Bauman, Postmodern Etik)
Filmin benim açımdan en dikkate değer bölümü Mona’nın genç bir çiftçi ailesiyle olan buluşmasıdır. Varda, çiftçi ve Mona arasındaki sosyal statüyü mülkiyet üzerinden yapısal analize tabi tutar. Çiftçinin ekip biçeceği toprağı, küçükbaş hayvanları, kümes hayvanları ve çocukları vardır. Mona tüm bu olanaklardan yoksun, evcil olmayan bir göçebedir. En önemlisi barınacağı bir evi yoktur. Genç çiftçi Mona’yı evine davet eder, ona yemek verir hatta barınabileceği küçük bir karavanada kalmasını dahi sağlayıp ekebileceği toprak bile verir. Fakat bir şartı vardır; Mona’dan tembellik yapmamasını, çalışmasını ister. Ancak Mona bunu reddeder ve çiftçi aileyi terk eder. Mona’nın bu tavrı, mülkiyet ve mülkiyete ilişkin ilişki biçimlerinin reddetmesinin yanı sıra bu durumu özgürlüğüne ve yalnızlığına yapılan bir müdahale olarak görmesi filmin ana aksının görülmesi açısından daha elzemdir. Bu durumu varoluşçu ve etik felsefecisi Emmanuel Levinas’ın özgürlük ve ötekine ilişkin getirdiği yorumda daha iyi anlayabiliriz. Çünkü Levinas’a göre özgürlük ve yalnızlık Başkasıyla ilişkinin yoksunluğuyla ortaya çıkmaz. Özne yalnızdır, çünkü tektir. Özgürlüğün olması için yalnızlığa gereksinim vardır (a.g.e. ,syf 405).
Ötekileşmiş alt kimlik
Dolayısıyla Varda, Mona’yı bir antikahraman olarak ötekileştirilmiş alt kimlik olgusuyla öne çıkarır. Toplumsal alanda Mona’nın ontolojik statüsü reddedilir. Aynı şekilde Bauman’ın Danimarkalı felsefeci E.Logstrup’tan örnek verdiği, “Radikallik öteki kişinin talepte bulunma hakkının olmamasında kendini gösterir” dediği saptama, dışarıdan ‘öteki’nin varoluşuna yapılan müdahaleyi olumlar. Agnes Varda yurtsuz kahramanıyla, 1960’lı yılların hippi kültürünün sınırsızlığına ve kuralsızlığına bürünmüş Hal Ashbyvari (Easy Rider) söylem üzerinden Avrupa orijini merkezli yeni bir okuma yapar. Ancak Avrupa Fransa’sında bu kültür hiç de soylu olmayan, acımasız bir bohemliği temsil eder. Mona, yeni dünyalara açılma, yeni yerler keşfetme gibi hippi kültürüne içkin idealleri olan birisi değildir. O hippilerle kapitalist üretim biçimi ve ilişkileri, cinsel devrim ve sonsuz özgürlük gibi nosyonlarla aynı paydada birleşse de hippiler gibi dolayımlı bir hedefi yoktur. Çünkü onun bizatihi kendisi değil bilinci de yersiz yurtsuzlaşmıştır. Onun bir gelecek tahayyülü yoktur; mütemadiyen şimdide yaşar. Kültür kuramcısı Iain Chambers, ‘Göç, Kültür ve Kimlik’te bu durumu şöyle açıklar: “Göçerlik, sürekli değişime maruz kalan dilde, tarihlerde ve kimliklerde ikamet etmeyi gerektirir. Varılan her yerin bir geçiş yeri olduğu göçte eve dönmek, hikâyeyi noktalamak, eve giden bir kestirme bulmak gibi bir umudun gerçekleşmesi imkansız hale gelir.”
Agnes Varda’nın Yersiz Yurtsuz’un tekinsizliği, işte bu evde olmama durumundan kaynaklanır. Çünkü ev, insani temel ihtiyaçların yegâne barınağıdır ve güvende olmayı tesis eder. Dışarısı ise tehlikeli ve tekinsizdir.
Varda, filmin bitiş sekansında Mona’nın bir tarla kenarında soğuktan donmuş safiyane donuk yüzüyle ölümün ve evde olmamanın soğuk yüzünü ‘yüzümüze’ çarparak verir.
Dipnot: İstanbul Kadıköy’de 65 yaşında Sami Babacan isimli bir evsiz, Hilton Oteli önünde donarak hayatını kaybetti. -BASINDAN-
Keza Heidegger’in dediği gibi evsizlik dünyanın kaderi olmaya doğru mu gidiyor?
Hakeza Amerikalı şarkıcı Phil Collins’in sokaktakilere, evsizlere atfettiği ‘Another Day in Paradise / Cennette Başka Bir Gün” şarkısıyla sonlandırıyorum yazımı:
She call out to the man on the Street (O, caddedeki adama doğru seslenir)
Sir, can you help me? (Efendim, bana yardım edebilir misiniz?)
It’s cold and I have nowhere to sleep (Hava soğuk ve uyuyacak yerim yok)
Is there somewhere you can tell me? (Bana söyleyebileceğiniz bir yer var mı?)