Eti Vitas
Bu hayatta sizce birlikte yaşayabilmek mümkün müdür? Kimlik, kültür, deneyim, saygı, hoşgörü, katmanlaşma, mücadele, önyargı, sınıflandırma, ayrımcılık gibi konseptlerin birlikte yaşamayı etkilediğini düşünüyorum. Bu konseptler aslında bizlerin bir arada yaşayabilmesi veya yaşayamaması için ne kadar çok şey ifade ediyor değil mi? Her konsept aslında bizim hayatlarımızda deneyimlediğimiz bazı pratikler üzerinden birlikte yaşam için büyük rol oynuyor. Hayatlarımıza bakacak olursak; her birimiz bu konseptleri kişisel olarak farklı deneyimliyoruz. Mesela Yahudi kimliğimizi düşünecek olursak, vatandaşlarının çoğunun Müslüman olduğu Türkiye’de, her bir pratik, Yahudi kimliğimiz üzerinden bizleri etkileyebiliyor. Bu etkilenme sadece kişisel deneyimlerimiz aracılığıyla değil, aynı zamanda toplumun içinde oluşmuş olan bazı normlar, kimlikler, kültürler, önyargılar ve ayrımcılık üzerinden de sınıflandırılarak şekillenebiliyor.
Kişisel hikayelerimizin aslında toplumsal meselelerle ne kadar iç içe olduğunu düşünmüş müydünüz hiç? Toplumsal meseleler kişisel hikayelerimizi pratiklerimiz üzerinden oldukça etkiliyor. Bunun sebebi belki de Yahudilik üzerine oluşan bazı önyargıların ve ayrımcılığın toplumsal olarak yapılandırılmış olması olabilir. Önyargı olarak bahsetmek istediğim aslında bireylerin düşüncelerinden oluşmakta, ayrımcılık da bunun davranışa geçirilmiş hali diyebilirim. Aslında bizim günlük hayatlarımız önyargı veya ayrımcılık üzerine hali hazırda var olan veya daha önceden kurulmuş bir yaşam değildir, aksine bireyler ve toplumlar tarafından ‘oluşturulan’ bazı düşünceler ve pratikler üzerine yapılandırılma diyebiliriz.
Türkiye’nin vatandaşlık anlayışını inceleyelim; Türkiye etnik kökenleri üzerinden vatandaşlarını kabul eden bir ülke değil, aksine Türk topraklarını paylaşan herkesi kabul eden bir yapıya sahip. Bu anlayışa göre aslında ‘biz’ ve ‘onlar’ diye bir hiyerarşik düzen olmamakla birlikte bir ayrımın da olmaması gerekir ve hepimizin eşit şekilde pratiklerimizi sürdürmemiz gerekir. Fakat Yahudiler olarak biz bunu bazen pratikte hissedemeyebiliyoruz.
Çoğumuz yaşamlarımızda önyargılara veya ayrımcılığa maruz kalmış olabiliriz. Bunun en güzel örneklerinden biri de isimlerimiz ve soyadlarımız üzerinden aldığımız tepkiler olabilir. Mesela bazı insanlara göre adımız veya soyadımız ‘farklı’ kabul ediliyor ve bu farklılığımızdan dolayı da ‘yabancı’ kabul edildiğimiz de oluyor. Yeni tanıştığımız kişilere adımızı söylediğimizde gelen tepkiler genelde aynı çizgi üzerinde ilerliyor. Mesela ben Eti dediğimde çoğu zaman “Adın neden Eti, yabancı mısın?” sorusuyla karşılaşıyorum. Bunun ardından Türk olduğumu söylesem de adımın yabancı olduğuna ilişkin sorular almaya devam ediyorum bu da aslında bireylerin bir sınıflandırma isteği üzerine gelişen durum oluyor, yani farklılığı bir sınıfa oturtma hali diyebiliriz. En sonunda Yahudi olduğumu söylüyorum. Bu noktada aslında din farklılığını ortaya koyma zorunluluğunu birlikte getiriyor. Yahudi olduğumu söyledikten sonra ise çoğu zaman “Ne kadar güzel Türkçe konuşuyorsun.” diye tepki alıyorum çünkü beni yabancı olarak algılıyorlar. Fakat anlaşılmayan nokta şu ki; aslında ben ‘de’ bir Türküm ve Türkiye’de doğdum, Türkiye’de büyüdüm ve Türkçeyi herkes gibi ben de aynı hakimlikte konuşabiliyorum. Unutulmaması gereken en önemli nokta aslında bir bireyin Yahudi kimliğinin olması bu ülkenin vatandaşı olmadığı anlamına gelmiyor.
Hayatımızda hem kendi temel ihtiyaçlarımız ve isteklerimiz için hem de başkalarının ihtiyaçları ve istekleri için diğer insanlarla etkileşime geçmemiz gerekir. O yüzden de birlikte yaşamak zorundayızdır fakat asıl nokta birlikte yaşayabilmeyi farklılıklarımızla, birbirimizi kabul ederek ve önyargılarımızı değiştirerek öğrenmektir. Aslında önyargılar yok edilemez fakat önyargılarla yaşamayı öğreniriz ve bununla birlikte de bu önyargıları düşünmeyi ve kontrol etmeyi öğreniriz. O yüzden önyargıları aslında kontrol etmek tamamen bizim elimizdedir. Farklılıklarımızı ötekileştirmek yerine bunları kabul edip saygı çerçevesinde bir arada yaşamlarımızı devam ettirmeliyiz. Çünkü bazı normları ele alıp o normların dışında kalan kısmı ‘öteki’ olarak adlandırmamız doğru olmaz. Farklılıkların aslında ‘damgalanmayan’ ve bunların ‘normal’ olarak kabul edildiği bir toplumda yaşamak bağlarımızı çok daha güçlü ve anlamlı kılar.