'Bir Başkadır', önyargılar ve paradigmalar üzerine

Elda SASUN Dünya
17 Şubat 2021 Çarşamba

Bu hafta sonu aylardır medyada sözü geçen, Berkun Oya’nın yazıp yönettiği, farklı sosyal ve ekonomik çevrelerden karakterlerin, hayatlarının konu edildiği ‘Bir Başkadır’ dizisini izlemek fırsatını buldum. Dizinin oldukça ilginç ve derin konuları işlemeyi başaran, senaryosunu yazan ve yöneten Berkun Oya’u tanımak istersek… Çerkes asıllı Berkun, 1977 yılında Bursa'da dünyaya gelmiş. Tiyatro yazarı ve aynı zamanda tiyatro - sinema yönetmeni. Orta öğrenimi Koç Özel Lisesinde tamamladıktan sonra 1998 yılında, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümünden mezun olmuş. Çeşitli ödüller kazanan Berkun’nun ‘İyi Seneler Londra’ filmi The European Independent 2008 Film Festivali'nde açılış filmi olarak gösterildi. Sonrasında, yine 2008 yılında Strasbourg International Film Festival'de En İyi Yönetmen Ödülüne layık görüldü. 2010 yılında International Royal Court Residency programı dâhilinde The Royal Court Theatre'da tamamladığı ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’ tiyatro oyunu ile, 2011 yılında Heidelberg Stückemarkt Tiyatro Festivalinde En İyi Yönetmen Ödülünü aldı. Dizi, birbirlerinden çok farklı kişiliklere, bambaşka hayatlara sahip olan bir grup insanın yollarının çakışması ile neler yaşadıklarını konu alıyor. Bu karakterler, yollarının kesişmeleri sonucunda, yeni bir yolda yürümek ya da kaotik bir geçmiş ile hesaplaşmak zorunda kalır. 

‘Bir Başkadır’da farklı yaşayış biçimlerini benimsemeyen sekiz farklı karakterle tanışıyor, onların iç dünyalarına giriyoruz. Bir sosyolog ve kişisel gelişim üzerine eğitiminler vermiş biri olarak dizinin içeriği tüm önyargı ve paradigmalarla dolu yaşamımızı gözlerimin önüne seriverdi. Dizi, ‘öğretilmiş’ bir sürü inancın ve önyargıların yaşamımızda bizi ne kadar küçük bir yere hapsettiğini yüzümüze tokat gibi vuruyor.

Paradigma ve önyargılar veya düşünsel çerçevelerimiz ta Platon, Aristotales zamanlarından beri toplumda kullanılır. Paradigma, herhangi bir alanda yerleşmiş yazılı veya yazılı olmayan tüm kurallar ve uygulamaların bütününe verilen isimdir. Bireyin günlük yaşamını etkileyen tüm düşünceler de, paradigma kavramının alanı içinde değerlendirilir. Kitaplarını yıllardır takip edip okuduğum psikolog Doğan Cüceloğlu bu konuda, “Biz kabul etmesek de, önyargılar yaşamımızın bir parçasıdır ve davranışlarımızı etkiler”demişti. Doğan Cüceloğlu’na göre önyargının iki temel öğesi vardır. Birincisi bir grup ya da kişiye karşı olumsuz bir duygu, ikincisi bireyleri tanımadan onları bir grubun üyesi olarak yargılamak (kalıp yargı). Bu açıdan bakıldığında önyargıda hem duygusal hem de düşünsel öğeler bulunur. Bu öğeler bireylerin karşı tarafın farklı özelliklerini ayırt etmesini sağlayarak, normalde davranacağından farklı davranmasını sağlar ve tüm sosyal ortamlarda kendini gösterir.

 Ön yargılarımız yaşamımızda bir model, bakış açısı, kavrayış olarak her an karşımıza çıkar. Aslında her ‘lazım’ kelimesini kullandığımızda aklımızda yer alan önyargılar sonucunda bir paradigma oluştururuz: Şişmanlamak çirkindir, zayıflamam lazım. Veya yalnız yaşamak ailede kabul edilemez, evlenmem lazım gibi bitmeyen lazım listelerimiz vardır. Bu durumlarda, aynı dizideki gibi duygular, inançlarımız ve bunların yorumu ve sosyal kimliğimiz asıl özümüzle çakışınca değişim korkusu da bizi sarsar. Bu durumda sağlığımız etkilenebilir ve “Ben kimim, ne istiyorum?” soruları başlar. Önemli olan kendi paradigmamızı bulmak, hayatımızın kontrolü elimize almak için gereken seçimleri yapabilmektir. Bizler kendimizi dönüştürmekten sakınırız zira değişmek, dönüşmek kolay değildir, önyargısı güçlüdür. Böylece başkalarının fikirleri, inançlarıyla yaşayıp onlarla uğraşırız.

Birinci bölümün sonunda, Ferdi Özbeğen’in ‘Aşkımı Bir Sır Gibi Senelerdir Sakladım’ şarkısının da dizide kullanımı tesadüf değildir. Şarkı, Meryem karakterini canlandıran kişinin içinde bulunduğu duyguyu yansıtmış. İlerleyen bölümlerden birinin sonunda, “Yalnız kaldım!” diyen bölüm de, her karakterin yaşamında gizli kalmış duyguları ile yalnız kaldığını hissettiği bir bölüm. Ekranda, önyargılara ve toplum kimliği altında bastırılan hislere, duygusal tıkanıklıklara tanıklık ediyoruz. Bu kafese tıkanılmış duygular hem her bölüm sonundaki değişik ve nostaljik şarkılarla, hem de fotoğraflarla yer alıyor.

Sanırım dizi benim için karşımızdaki kişiyi yabancı ya da grup dışı birisi olarak görmek yerine ‘insan’ olarak görmeyi öğrenip ‘birlikte yaşayabilme, farklılığı kabullenmeyi’ hatırlattı. “Biz deme zamanına gelmedik mi?” sorusunu özetliyor. İnsanlar, hayvanlar, ağaçlar, böcekler, taş, toprak, hepsi de ‘biz’  değil mi? Ne mutlu biz diyebilene! Şevet Ahim gam yahad…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün